Ortaçağ'da, Avrupa'da tarihî ve sosyal olaylar hep Tanrı merkezli olarak algılanıyor ve öyle açıklanıyordu. Bu dönemde Batı dünyasında merkezinde teslis akidesinin olduğu bir hayat görüşü hakimdi.
Tahrif edilmiş Hıristiyanlığa göre Hz. İsa insanüstü kimliğe sahip bir ilah konumundaydı. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil de tahrifata uğramış ve tamamıyla kilisenin tekelinde kalmıştı. İncil'i anlama, yorumlama ve izah etme yetkisi yalnız ve yalnız kiliseye aitti. Rönesans'la beraber bu düşünce, yerini merkezinde insanın olduğu bir dünya telakkisine bıraktı. Kilisenin yoğun tahakkümüne karşı bir tepki olarak ortaya çıkan ve adına Aydınlanma Çağı da denilen bu devrede, tarih ve tarihî olaylar 'yeryüzü merkezli' olarak izah edilmeye çalışılıyordu. Bu anlayışa göre dinî dogmalar başta olmak üzere her şey tartışılmalı, aklın verilerine arz edilmeliydi. Ancak aklın süzgecinden geçirilmiş meseleler evrensel ve gerçek olabilirdi.Bu noktada Batı insanı aklı ve inancı arasındaki çelişkiyi aşmak için tarihselcilik, tarih içinde vukû bulan olayların tekliğini savunan, başka zamanlara taşınamayacağını iddia eden bir görüştür. Buna göre tarihin akışı içinde meydana gelen bütün her şey toplumsal şartlar tarafından belirlenir. Rölativdirler ve evrensellik arz etmezler. Meydana geldikleri dönemin şartları içinde sebep sonuç ilişkileriyle beraber değerlendirilirler.Tarihselliği İslam'a Uygulama GayretleriTamamen Batı dünyasına ait ithal bir kavram olan Hıristiyanlığı ve içerdiği bir takım çelişkileri izah etmek için ortaya atılan tarihsellik fikri müsteşrikler ve onların bir takım yerli destekçileri tarafından İslam'a uygulanmaya çalışıldı. Onlara göre peygamberler belli bir bölgeye ve belli bir zaman diliminde gönderilmişlerdir. Dolayısıyla son peygamber olan Hz. Muhammed ve O'nun getirdiği Kur'an-ı Kerim belli bir zaman diliminde ve yeryüzünün belli bir yöresinde indirilmiştir. Bu itibarla getirdiği hükümler kural ve kaideler o dönemin ve o yörenin insanlarına uygundur, onları bağlar. Bugün ise geçerli değildirler.
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler / Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
Tahrif edilmiş Hıristiyanlığa göre Hz. İsa insanüstü kimliğe sahip bir ilah konumundaydı. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil de tahrifata uğramış ve tamamıyla kilisenin tekelinde kalmıştı. İncil'i anlama, yorumlama ve izah etme yetkisi yalnız ve yalnız kiliseye aitti. Rönesans'la beraber bu düşünce, yerini merkezinde insanın olduğu bir dünya telakkisine bıraktı. Kilisenin yoğun tahakkümüne karşı bir tepki olarak ortaya çıkan ve adına Aydınlanma Çağı da denilen bu devrede, tarih ve tarihî olaylar 'yeryüzü merkezli' olarak izah edilmeye çalışılıyordu. Bu anlayışa göre dinî dogmalar başta olmak üzere her şey tartışılmalı, aklın verilerine arz edilmeliydi. Ancak aklın süzgecinden geçirilmiş meseleler evrensel ve gerçek olabilirdi.Bu noktada Batı insanı aklı ve inancı arasındaki çelişkiyi aşmak için tarihselcilik, tarih içinde vukû bulan olayların tekliğini savunan, başka zamanlara taşınamayacağını iddia eden bir görüştür. Buna göre tarihin akışı içinde meydana gelen bütün her şey toplumsal şartlar tarafından belirlenir. Rölativdirler ve evrensellik arz etmezler. Meydana geldikleri dönemin şartları içinde sebep sonuç ilişkileriyle beraber değerlendirilirler.Tarihselliği İslam'a Uygulama GayretleriTamamen Batı dünyasına ait ithal bir kavram olan Hıristiyanlığı ve içerdiği bir takım çelişkileri izah etmek için ortaya atılan tarihsellik fikri müsteşrikler ve onların bir takım yerli destekçileri tarafından İslam'a uygulanmaya çalışıldı. Onlara göre peygamberler belli bir bölgeye ve belli bir zaman diliminde gönderilmişlerdir. Dolayısıyla son peygamber olan Hz. Muhammed ve O'nun getirdiği Kur'an-ı Kerim belli bir zaman diliminde ve yeryüzünün belli bir yöresinde indirilmiştir. Bu itibarla getirdiği hükümler kural ve kaideler o dönemin ve o yörenin insanlarına uygundur, onları bağlar. Bugün ise geçerli değildirler.
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler / Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden