"Çifte standart" diye kullanılan bir ifade vardır. Çifte standartta, uygulamada bir ölçü yoktur. Menfaatiniz neyi gerektiriyorsa onu yaparsınız, bu arada bir mantıkla da ne şiş yansın ne kebap dersiniz. Eğer muhatabınız da kandırılmaya müsait veya kanmak için sebep arayan cinsten ise, geminizi yürütürsünüz. İşte size bir çifte standart hikâyesi.AB üyeliği sürecinde, Türkiye'yle bir top gibi oynanıyor. Bazen bir Avrupa devleti bazen de diğer bir Avrupa devleti topu ayağına alıyor, başlıyor çalım atmaya. Bakıyorsunuz birisi sizi istemezken, diğeri "öyle şey mi olur canım, AB üyeliği Türkiye'nin hakkı" deyiveriyor. Türk hükümeti de "gördünüz mü dostlarımız var, diğerlerini de ikna edeceğiz" moduna giriveriyor. Bu kadar yıldan beri şöyle bir geçmişimize bakalım. Bu süreçte ne kazandık ne kaybettik. AB ile yapılan stand by anlaşmalarına, AB'nin bizden taleplerine, bu güne kadar AB talimatları ile çıkartılan kanunlara, yapılan uygulamalara baktığımız zaman neler kaybettiğimiz hemen belli olacaktır. Bu konuda temel tespit olarak şunu yapabiliriz. AB müktesebatına uyum adı altında, iç işlerimizin hiçbir mahremiyeti kalmadı. AB, adi polisiye olaylara, hukuki süreçlere bile artık müdahale edebilmektedir. Bağımsızlığın temel şartı olan yasama, yürütme, yargı erklerine müdahale, bağımsızlığımızın ipotek altına alınmasıdır.
AB bizi sürekli beklemede tutarak, kaynaklarımızı ele geçirmektedir. Yine bize sürekli göz kırparak, bir başka uluslararası oluşumun içine girmemizi engellemektedir. Önceki dönemin Fransız cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın, Türkiye'nin AB üyeliğine destek verdiği zannedilir. Oysa bu, o günün koşullarında vermesi gereken görüntü idi. Fransız halkının ve siyasi partilerin Türkiye'nin AB üyeliğine şiddetle karşı olduğunu dünyada sağır sultan bile, bilmektedir. Hatta Fransızlar, AB'nin genişlemesine de karşıdırlar. Nitekim "Türkiye'nin üyeliği konusunda son sözü Fransız halkı söyleyecek" diyen Chirac, anayasa değişikliği yaparak AB'ye üyelik şartını, referandum kararına bağlamıştı.
Fransız Senatosu, şimdi de her ülkenin AB üyeliğinin kabulü için referanduma gerek yok; şayet parlamento ve senatoda yeter sayıda çoğunluğun talebi olursa, cumhurbaşkanı halk oylamasından vazgeçebilir, kararı aldı.Bizim safdiller bunu hayra yormak istiyorlar. Siyasilerle arayı iyi tutarsak, referandum hezimetinden kurtuluruz, diye düşünüyorlar. Oysa Fransa'da yalnız Türk değil, bütün yabancılara karşı düşmanlık artmaktadır; siyasilerin ise temsil ettikleri seçmenlerine ters düşmeleri, hiç mümkün değildir. Siyasi geleceklerini AB sürecine bağlamış olan zevat, yine kendi kendilerini kandırıyorlar; batının tuzağına bile bile düşüyorlar. Peki diyeceksiniz, niçin böyle bir madde gündeme geldi. Madalyonun bir yüzü Türkiye'yi oyalamak; diğer yüzü ise, Fransız hükümetinin destek verdiği Hırvat'ların AB'ye girişlerine destek vermektir.
"Türkiye'nin üyeliği gündeme gelirse, referanduma sunarım" diyen Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Fransız hükümeti tarafından kabul edilen anayasa değişikliğine rağmen, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için 'referanduma' gidileceğini söylüyor. Fransa'nın devlet kanalı France 2'deki değerlendirmesini mutlaka Türk kamuoyunun bilmesi gerekir. "Biz referandum koşulunu tamamen kaldırmıyoruz. Sadece otomatik olmaktan çıkartıyoruz. Örneğin, Balkan ülkelerinin bir gün AB üyesi olmasını arzu ediyorum. Eğer bir gün Türkiye'nin AB üyeliği söz konusu olursa, bu durumda, referanduma gidilmesini talep ederim. İran ve Suriye ile sınırı olan bir ülke Avrupa'da olamaz. Türkiye ile Hırvatistan'ı bir tutmamak lazım öyle değil mi? Türkiye yakında, 100 milyon nüfusa ulaşacak. Aynı şekilde, Türkiye ile İsviçreli dostlarımızı da bir tutamayız" diyor. Sözün özü; Unutmayalım ki kırk yıllık kani, olur mu yani?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Kaybolan iğne evde aranır / 23.04.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025
- Ekonomik buhrana karşı çözümümüz var / 09.04.2025
- Adalet mi dediniz hakkaniyet mi? / 05.04.2025
- Yunan bayramı, Türk dersi / 29.03.2025
- Asıl rakip ne İmamoğlu ne Yavaş: Hükümetin en büyük sınavı geçim krizi / 24.03.2025