‘Kendini nasıl Ali’yle bir tutarsın’
Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed, Muaviye’ye mektubunda şöyle yazdı: “Sen ve baban Allah dininde gaileler çıkaran, Allah nurunu söndürmeye uğraşan kişilersiniz. Bu topluluğu başına topladın, onları mallar verip kandırdın. Baban öldü, sen onun yerine geçtin. Yazıklar olsun sana, nasıl oluyor da kendini Ali ile bir tutuyorsun”
17.01.2025 11:10:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Ebû Bekir'in oğlu Muhammed, Muaviye'ye şöyle bir mektup gönderdi:
"Esenlik Allah'a itaat edenlere... Allah mahlûkatı yarattı, içlerinden Muhammed'i (s.a.a.) seçti, peygamberliği ona ihsan etti. O da, Rabbinin yoluna kulları, hikmetle, güzel öğütle çağırdı. O'nun dâvetine ilk olarak, kardeşi ve amcasının oğlu Ebû Tâlib oğlu Ali icabet etti. O, Peygamber'i her korkulu yerde korudu, kendisini O'na feda etti, savaşlarında beraber bulundu, barışlarında beraber oldu. Sen sensin, o da o.
O, her hayırda insanların en ileri gidenidir. Halkın ilk Müslüman olanıdır, niyette en doğru bulunanıdır. Sana ve babana gelince... Allah dininde gaileler çıkaran, Allah nurunu söndürmeye uğraşan kişilersiniz. Bu topluluğu başına topladın, onları mallar verip kandırdın. Baban öldü, sen onun yerine geçtin. Yazıklar olsun sana, nasıl oluyor da kendini Ali ile bir tutuyorsun?
O, Resûlullah'ın vârisi, evlâdının babası; O'na uymakta halkın ilki, ettiği ahde riayette sonuncusu... Peygamber (s.a.a.), sırrını ona haber verir, işine onu ortak edinirdi. Babanla sen ise O'nun düşmanlarısınız. Bâtıl işinle bir müddet faydalan bakalım. As oğlu Amr da azgınlığında yardım etsin sana. Vaktin bitmek üzere, hilen bozulmak üzere. Esenlik doğru yola uyanlara." Muaviye, bu mektuba, Muhammed'i babasına isyan etmekle töhmet altına alan ifadelerle dolu bir cevap gönderdi.
Muaviye, debdebeyi, tantanayı seven biriydi. Hatta Şam'da kendisine mükellef bir saray yaptırmıştı. Kapısına silahlı kapıcılar dikmişti. Evvelce halifelerin yanına herkes, serbestçe girebilirken onun huzuruna izin almadan girilemezdi. Bu yüzden Şam'da kadılık eden Ebu'd-Derdâ bile kendisine itirazda bulunmuş, sahabeden Ebû Şemmâh el-Ezdi'nin amcası, yüzüne karşı, "Halkın işlerinden herhangi bir işe memur olan, sonra da yoksula, zulüm görene, ihtiyacı bulunana kapısını kapayan kişiye Allah, onun en yoksul zamanında rahmet kapılarını kapar" mealindeki hadisi okumuştu. (Usdü'l-Ğabe, Mürûcü'z-Zeheb).
Haremde, Müslümanlıkta yasaklanmış olduğu hâlde harem ağaları kullanan da odur. (Sûyûti, Evail). Hz. Ömer, onun debdebeye düşkünlüğünü görünce, "Bu adam Arapların Kis- rasıdır" demişti. Amr b. As da onu bu lakap ile anardı. Hz. Osman'ın ölümünden sonra Hz. Ali'nin halifeliği, Muâviye'nin ve Ümeyyeoğullarının hiç işine gelmedi. Hz. halifeliği, artık Ümeyyeoğullarının bir daha o makama gelememesi demekti.
Bu nedenle Muaviye, Hz. Osman öldürülünce onun kanını bahane etmiş, Hz. Ali'den kan dâvasına kalkışmıştı. Hâlbuki Hz. Osman'ın oğulları vardı ve bu davada bulunmak, onlar varken Muaviye'ye düşmezdi. Hz. Osman'ı kimin öldürdüğü hakkında rivayetler de birbirini tutmuyordu. Şahit, yalnız zevcesiydi. O da filan öldürdü dedikten sonra bu şahitliğinden de vazgeçmiş, bir başkası öldürdü demişti. Kaldı ki Muaviye de Hz. Osman'ın kanında Hz. Ali'nin hiç dahli olmadığını biliyordu. Fakat bu dava, elindeki tek silâhtı. Muaviye, uyandırdığı heyecanı, sahabeden olup Hz. Ali tarafını gütmeyenleri yanına alarak büsbütün kuvvetlendirmek için onlara mektup yazmak, hatta Hz. Ali taraftarlarını da mektuplarla, vaatlerle kandırmak fikrine düşmüştü.
Muaviye, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a bir mektup yazdı. Abdullah, bu mektuba şu cevabı verdi: "Ey Muâviye ve Amr, siz neredesiniz, halifelik nerde? Sen, ey Muaviye, âzâd edilenlerden birisin. Sana gelince ey Amr, iyi bil ki pek şüpheli bir adamsın. Beni, size uymaya, Muhacirlerle Ensâra karşı savaşmaya teşvik ediyorsun. Adamakıllı anladım ki Osman'ın kanını istemekteki kastın, mevki istemekten, halifeliği elde etmekten başka bir şey değil. Ali'nin hükmünden çıkarım da senin hükmüne girerim mi sanıyorsun? Bu, yanlış mı, yanlış.
Sanıyorsun ki Ali'yi beğenmiyorum da o yüzden halktan çekilmişim, bu zan da başka bir hata. Ali'ye karşı gelmekten Allah'a sığınırım. Ben, Müslümanlarla savaşmak istemiyorsam bu fikrimde Ali ile birim. İki taraftan birini benimsersem mutlaka Ali'ye uyarım. Onun Müslümanlıktaki derecesi üstündür, halifeliğe lâyıktır, Allah katında da büyük bir derecesi vardır, sahabenin üstünüdür, Hz. Peygamber'in en yakınıdır.
Yalnız ben, Müslümanlara kılıç çekmeyi hoş görmüyorum, bu yüzden bir yana çekilmişim. Sana nasıl uyabilirim ki ben senden üstünüm, babamla anam, senin babanla anandan üstündür. Evimi ibadet yurdu hâline soktum, Allah'a kulluk etmedeyim. Ne olurdu bu zamanda yaşayanlarla büsbütün konuşup görüşmeseydim." (Kısas-ı Enbiyâ, c.7, s.70- 71; A'yânü'ş-Şia).
"Esenlik Allah'a itaat edenlere... Allah mahlûkatı yarattı, içlerinden Muhammed'i (s.a.a.) seçti, peygamberliği ona ihsan etti. O da, Rabbinin yoluna kulları, hikmetle, güzel öğütle çağırdı. O'nun dâvetine ilk olarak, kardeşi ve amcasının oğlu Ebû Tâlib oğlu Ali icabet etti. O, Peygamber'i her korkulu yerde korudu, kendisini O'na feda etti, savaşlarında beraber bulundu, barışlarında beraber oldu. Sen sensin, o da o.
O, her hayırda insanların en ileri gidenidir. Halkın ilk Müslüman olanıdır, niyette en doğru bulunanıdır. Sana ve babana gelince... Allah dininde gaileler çıkaran, Allah nurunu söndürmeye uğraşan kişilersiniz. Bu topluluğu başına topladın, onları mallar verip kandırdın. Baban öldü, sen onun yerine geçtin. Yazıklar olsun sana, nasıl oluyor da kendini Ali ile bir tutuyorsun?
O, Resûlullah'ın vârisi, evlâdının babası; O'na uymakta halkın ilki, ettiği ahde riayette sonuncusu... Peygamber (s.a.a.), sırrını ona haber verir, işine onu ortak edinirdi. Babanla sen ise O'nun düşmanlarısınız. Bâtıl işinle bir müddet faydalan bakalım. As oğlu Amr da azgınlığında yardım etsin sana. Vaktin bitmek üzere, hilen bozulmak üzere. Esenlik doğru yola uyanlara." Muaviye, bu mektuba, Muhammed'i babasına isyan etmekle töhmet altına alan ifadelerle dolu bir cevap gönderdi.
Muaviye, debdebeyi, tantanayı seven biriydi. Hatta Şam'da kendisine mükellef bir saray yaptırmıştı. Kapısına silahlı kapıcılar dikmişti. Evvelce halifelerin yanına herkes, serbestçe girebilirken onun huzuruna izin almadan girilemezdi. Bu yüzden Şam'da kadılık eden Ebu'd-Derdâ bile kendisine itirazda bulunmuş, sahabeden Ebû Şemmâh el-Ezdi'nin amcası, yüzüne karşı, "Halkın işlerinden herhangi bir işe memur olan, sonra da yoksula, zulüm görene, ihtiyacı bulunana kapısını kapayan kişiye Allah, onun en yoksul zamanında rahmet kapılarını kapar" mealindeki hadisi okumuştu. (Usdü'l-Ğabe, Mürûcü'z-Zeheb).
Haremde, Müslümanlıkta yasaklanmış olduğu hâlde harem ağaları kullanan da odur. (Sûyûti, Evail). Hz. Ömer, onun debdebeye düşkünlüğünü görünce, "Bu adam Arapların Kis- rasıdır" demişti. Amr b. As da onu bu lakap ile anardı. Hz. Osman'ın ölümünden sonra Hz. Ali'nin halifeliği, Muâviye'nin ve Ümeyyeoğullarının hiç işine gelmedi. Hz. halifeliği, artık Ümeyyeoğullarının bir daha o makama gelememesi demekti.
Bu nedenle Muaviye, Hz. Osman öldürülünce onun kanını bahane etmiş, Hz. Ali'den kan dâvasına kalkışmıştı. Hâlbuki Hz. Osman'ın oğulları vardı ve bu davada bulunmak, onlar varken Muaviye'ye düşmezdi. Hz. Osman'ı kimin öldürdüğü hakkında rivayetler de birbirini tutmuyordu. Şahit, yalnız zevcesiydi. O da filan öldürdü dedikten sonra bu şahitliğinden de vazgeçmiş, bir başkası öldürdü demişti. Kaldı ki Muaviye de Hz. Osman'ın kanında Hz. Ali'nin hiç dahli olmadığını biliyordu. Fakat bu dava, elindeki tek silâhtı. Muaviye, uyandırdığı heyecanı, sahabeden olup Hz. Ali tarafını gütmeyenleri yanına alarak büsbütün kuvvetlendirmek için onlara mektup yazmak, hatta Hz. Ali taraftarlarını da mektuplarla, vaatlerle kandırmak fikrine düşmüştü.
Muaviye, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a bir mektup yazdı. Abdullah, bu mektuba şu cevabı verdi: "Ey Muâviye ve Amr, siz neredesiniz, halifelik nerde? Sen, ey Muaviye, âzâd edilenlerden birisin. Sana gelince ey Amr, iyi bil ki pek şüpheli bir adamsın. Beni, size uymaya, Muhacirlerle Ensâra karşı savaşmaya teşvik ediyorsun. Adamakıllı anladım ki Osman'ın kanını istemekteki kastın, mevki istemekten, halifeliği elde etmekten başka bir şey değil. Ali'nin hükmünden çıkarım da senin hükmüne girerim mi sanıyorsun? Bu, yanlış mı, yanlış.
Sanıyorsun ki Ali'yi beğenmiyorum da o yüzden halktan çekilmişim, bu zan da başka bir hata. Ali'ye karşı gelmekten Allah'a sığınırım. Ben, Müslümanlarla savaşmak istemiyorsam bu fikrimde Ali ile birim. İki taraftan birini benimsersem mutlaka Ali'ye uyarım. Onun Müslümanlıktaki derecesi üstündür, halifeliğe lâyıktır, Allah katında da büyük bir derecesi vardır, sahabenin üstünüdür, Hz. Peygamber'in en yakınıdır.
Yalnız ben, Müslümanlara kılıç çekmeyi hoş görmüyorum, bu yüzden bir yana çekilmişim. Sana nasıl uyabilirim ki ben senden üstünüm, babamla anam, senin babanla anandan üstündür. Evimi ibadet yurdu hâline soktum, Allah'a kulluk etmedeyim. Ne olurdu bu zamanda yaşayanlarla büsbütün konuşup görüşmeseydim." (Kısas-ı Enbiyâ, c.7, s.70- 71; A'yânü'ş-Şia).