Marmara iç denizini saymazsak, komşularla sorun yaşamadığımız bir denizimiz var, o da Karadeniz… Onu da gerilime açmanın arifesindeyiz.
1595 sayfalık Çevresel Etki Değerlendirme Raporu'nun (ÇED) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca onaylanmasının adından Kanal İstanbul tartışmaları daha ciddi boyutlara taşındı.
Gerek ÇED Raporu'nda gerekse uzmanların değerlendirmelerinde Kanal İstanbul'un oluşturacağı birçok riskten bahsediliyor.
Bunları etraflıca diğer yazılarımızda değerlendirebiliriz ama en önemli riskin Montrö ile alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sadece İstanbul'u değil, tüm Türkiye'nin ulusal güvenliğini ilgilendiriyor.
Kanal İstanbul için hazırlanan ÇED Raporu'nda, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne yönelik uyarılara yer verildi.
Raporda, "Kanal İstanbul geçişleri Karadeniz'in hukuki statüsünde değişiklik meydana getirmemeli. Aksi bir uygulama, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin ihlali olacak" denildi.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalandı ve "Atatürk'ün güçlü Türkiye'si"nin büyük bir başarısıdır.
Sözleşmeye imza atan ülkeler; Türkiye, Fransa, Rusya, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya idi.
İtalya sözleşmeye 1938 yılında dâhil oldu.
Bu sözleşmeyle, Türkiye Boğazların kontrolünü tamamen eline aldı.
Daha önce, yabancı devletlerin uzmanlarından oluşan "Milletlerarası Boğazlar Komisyonu" yetkiliydi ve Türkiye'nin Boğazlar'da siyasî ve askerî bir hâkimiyeti yoktu.
Montrö Sözleşmesi, ticaret gemilerine herhangi bir kısıtlama getirmezken, savaş gemilerine değişik koşullar getirilmişti.
Sözleşmeye göre Boğazlardan, Karadeniz'de kıyısı olmayan ülkelerin bir kerede en çok 9 gemisi geçebilir ve bunların toplam ağırlığı 15 bin tonu aşmamalıdır. Denizaltı, uçak gemileri ve 10 bin tonu geçen savaş gemileri geçemez.
Savaş gemileri Karadeniz'de 21 günden fazla kalamazlar. Karadenize kıyısı olan ülkelerin savaş gemileri için 45 bin tona kadar filolarını güçlendirme yetkisi verilmiştir.
Savaş zamanı ise Türkiye Boğazları tamamen kapatma hakkına sahiptir.
Bu maddeler 1936 yılından bu yana, hatta 2'inci Dünya Savaşında bile Karadeniz'in bir "barış denizi" olmasını sağlamıştır, ülkemizin kuzeyinin güvende kalmasını temin etmiştir.
Montrö'nün bu şartları elbette ki ABD'nin işine gelmemektedir. Romanya'da deniz üssü çalışmaları yapan ABD, Montrö'nün şartları sebebiyle Karadeniz'de bir hâkimiyet elde edememektedir.
Kanal İstanbul'un devreye girmesi, Montrö'yü direkt olarak delmez ama Çanakkale Boğazı'nı, İstanbul Boğazı'nı, Marmara Denizi'ni ve Karadeniz'i bir bütün olarak ele alan Montrö'yü tartışmaya açar.
Çünkü Sözleşme'de tanımlanmayan yeni bir durum sözkonusudur.
Tartışmaya açılan ve güncellenmesi için yeniden masaya oturulan yeni bir Montrö Sözleşmesi asla Türkiye'nin hayrına olmaz. Çünkü bugün Atatürk'ün Türkiye'si gibi tam bağımsız değiliz ve anlaşmaya taraf olan ülkelerin Rusya hariç tamamı ABD'nin yanında yer alır. Türkiye ise ABD'ye olan ekonomik ve siyasi bağımlılığı sebebiyle 1936'da elde ettiği kazanımları bir bir kendi elleriyle teslim eder.
Böyle bir durumda, Karadeniz bir barış denizi olmaktan çıkar, ABD ve Rusya'nın bilek güreşine sahne olur. Bu, gerilim demektir, hatta savaş demektir.
Bugün Doğu Akdeniz'de yaşadığımız gerilimin kat kat fazlasını Karadeniz'de yaşarız.
En güvenli denizimiz en tehlikeli denizimiz haline dönüşür.
ÇED Raporu'nda, eski Danıştay Üyesi, Deniz Ulaştırması Genel Müdürü ve Deniz Hukukçusu olan Ali Kurumahmut ile Avukat Enes Sefa Sar'ın görüş ve değerlendirmelerine yer veriliyor ve şu uyarılar yapılıyor:
"Kanal İstanbul geçişleri Karadeniz'in hukuki statüsünde değişiklik meydana getirmemeli. Aksi bir uygulama, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin ihlali olacak; Sözleşme ile birlikte yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan Türkiye'yi tartışma platformlarına taşıyacaktır. Bu tartışmalar, Montrö'nün feshi veya değiştirilmesi ile sonuçlanabilecek istikrarsızlık ve belirsizliklerin de başlangıcı olabilecektir. Karadeniz'e kıyıdaş altı devlet arasında, bu denizde en uzun kıyı şeridine sahip olan devlet Türkiye'dir... Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Karadeniz'de de öncelikle Türkiye'nin güvenliğine hizmet etmekte."
Bugün ABD Dolarına muhtaç bir Türkiye var; Anayasa'sının 90'ıncı maddesinde Batılı mahkemelerin kararlarını kendi mahkemelerinden üstün kabul eden bir Türkiye var; NATO Zirvesi'nde gördüğümüz gibi şartlarını uluslar arası örgütlere kabul ettiremeyen bir Türkiye var…
Bu şartlarda attığımız bir adım Montrö'yü tartışmaya götürürse kaybeden Türkiye olur.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ni uygulamadan ve tam bağımsız olmadan atacağımız her adım, maalesef hep aleyhimize olacaktır.
Ufak menfaatler peşinde koşarken, büyük kayıplarla karşılaşacağız.
- Silah bırakması beklenen PKK, 'özerklik kongresi' yaptı / 29.04.2025
- BTP'nin Karaman Kongresi engellendi: Demokrasiye darbe / 28.04.2025
- Conkbayır'ında "Haka Dansı", anma etkinliği mi, tehdit mi? / 27.04.2025
- İstanbul'daki tüm riskli binalar yeniden inşa edilebilir! / 26.04.2025
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025