İslam ve Müslümanlar üzerine oynanan oyunlar
Hıristiyanlığa hiçbir yararı olmayan Haçlı savaşları gibi Moğol hücumları plansız ve amaçsız başlatıldığı için onca yağma, yıkma ve tahribata rağmen İslam'ı yok edemedi
13.02.2025 00:10:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
"Hıristiyanlığa hiçbir yararı olmayan Haçlı savaşları gibi Moğol hücumları plansız ve amaçsız başlatıldığı için onca yağma, yıkma ve tahribata rağmen İslam'ı yok edemedi.
Ancak bizim İslam ile olan savaşımız Moğollar gibi sadece birtakım askeri harekatlar, yakıp yıkmalar, yağmalar değildir. Bu işte pek acelemiz yoktur.
Büyük Britanya Devleti çok ciddi bir mütalaa ve çok iyi bir planlama ile İslam'ı yok ediş için adım atacaktır. Ve düzenli dakik planların uygulanmasını sabırla izleyecektir. Sonunda amacına ulaşacaktır." Bunu kim diyor? İngilizler diyor. Adamların maksadı 'sen ne dersen de' budur…
İçimize yüzlerce yerli ajan yerleştirdiler
Doğrudan, cephe halinde saldırıldığında siz, tepkinizi koyuyorsunuz. Ama ajanı bizzat kendi içinizde tuttuğunda tepkinizi koyamıyorsunuz. Akrabası var, dayısı, amcası, hısımı, sülalesi var; onun yanında yer alıyor.
İşte bu adamcağızlar maalesef işi böyle yaptılar. İslam dünyasında kendilerine, ajanlar yetiştirdiler ve bunlara vazifeler verdiler. Onlar bu vazifelerini icra ediyorlar. Adam sadece adam tutmadı, mezhep bile kurdurdu.
Hampher bir zattan bahsederken bakın ne diyor: "Yüksekten uçan ve egoist bir kişiliği olan Muhammed b. Abdulvahab'ı yavaş yavaş etkilemeye başlamıştım. O da, benim güvenimi daha fazla kazanmak için kendisini olduğundan daha bağımsız ve kayıtsız göstermeye çalışıyordu.
Bir keresinde ona dedim ki, 'Acaba cihat vacip midir?' Dedi ki; 'Nasıl vacip olmaz! Allah şöyle buyuruyor: 'Kafirlerle savaşınız.'
Buna karşılık Allah, 'kafirlerle, münafıklarla savaşınız' buyuruyor. Oysa Peygamber, münafıklarla savaşmadı, dedim. O halde kafirler ile de söz ve davranışta cihat etmek vaciptir, dedim.
O, 'Hayır! Peygamber cihat meydanlarında kafirlerle cihat etmiştir' dedi. Ben de yine, Peygamber, kendini savunmak için kafirlerle savaşıyordu. Zira onu öldürmek istiyorlardı, deyince, Muhammed tasdikler mahiyette başını sallayarak susmayı tercih etti. Ben de işimde başarılı olduğumu hissettim."
Hampher devamla: "Bu adama, bu tarihten sonra amacım Vehhabi şahsiyetinin liderlik fikrini telkin etmekti. Onun ruhunu etkileyerek Müslümanların idaresi için Sünni ve Şiilikten başka üçüncü bir yolu ona önermeye başladım" diyor.
O zaman İslam dünyasında Sünnilik ve Şiilik vardı. İngiliz Sömürgecilik Bakanlığı diyor ki, "Orada yeni bir mezhep vücuda getireceksiniz ki bu ikisinin dışında üçüncü bir kaynak olsun ve bir fitne çıkartsın."
Devam ediyor; "Bu hedefime erişebilmek için onun fikrine saygı duydum. Ye onu körü körüne bağlı olduğu her şeyden temizlemeye çalıştım. Onu, yükseklerden uçan özgür düşünce duygusu güçlendiriyordu. Safiye de bu konuda bana yardımcı oluyordu. Zira Muhammed ona delice aşıktı.
Safiye denilen kadın da Yahudi asıllı bir kadındır. O bölgenin gençliğinin ahlakını bozmak için gönderilmiş bir misyonerdir. O da böyle bir faaliyet içerisindedir.
Devam ediyor: "Kısacası Safiye, sabır ve selahiyeti şeyhten almıştı. Onu evlendirdikten üç gün sonra evlerine gittim. Bu sefer ki konuşmamız şarabın haramlığı konusunda olacaktı."
Bu eseri biz bir adamı kötülemek maksadıyla yazmadık. Bir vakıayı ortaya koymak istedik. Suud yarımadasında Sünni bir akait vardı. Bu akaidin yer değiştirmesi lazımdı.
Bir taraftan İngilizler Hicaz bölgesinde Şerif Hüseyin'i, İstanbul merkez, iradesine karşı "Sen peygamber soyundan, asil bir sülaledensin. Hilafet senin hakkındır" sözleriyle hazırlarken, diğer taraftan da ola ki Şerif Hüseyin başlarına bela olur diye de Suud'da yeni bir mezhebin temelini atıyorlar. O mezhep sayesinde de Şerif Hüseyin'i hallediyorlar. Onun için bu mevzuyu konu aldım.
Dinler arası diyalog fikrinin mimarları buna, 'şartlara uygun misyonerliktir' diyor.
Diyalog mevzuu tamamen misyonerliğin bir uzantısıdır. Misyonerlikle netice alamayan Papalık yeni bir taktiğe başvurarak bu çalışmaların içine girmiştir. Kardeşlerimiz kesinlikle şunu iyi bilsinler ki diyalogdan maksat Hıristiyanlık dünyasındaki insanlarla konuşmak, sohbet etmek, geçinmek filan değildir.
Buradaki maksat, biz onlara, İslam'ı anlatmadan Hıristiyanların dinlerini bize anlatmalarıdır. Yani biz onlara, İslam'ı tebliğ etmeden onların bize, Hıristiyanlığı kabul ettirmelerinin adıdır.
Bunu ben demiyorum, Vatikan Sekretaryası şöyle diyor: "Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti kilise şartları çerçevesinde misyoner amaçla ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz".
Diyaloğu ortaya koyan bu adamlar, diyaloğu böyle tarif ediyorlar. Diyalog onların icadı ve adamlar bunu böyle anlıyorlar. Sen niye başka anlıyorsun. Senin bunu tevil etmen yanlıştır. Niye? Çünkü bu senin icadın değildir. Senin yolun İslam'da tebliğdir.
"Kilisenin bütün faaliyetleri Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog kilisenin İncil'i yayma misyonunun bir parçasıdır"
Kim söylüyor bunu? Vatikan söylüyor. Bu işi bina eden kurum söylüyor. Vatikan Konsilinin sonuç bildirgesin de aynen şu ifade var: "Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça diyalog görevi sona ermeyecektir."
Bunu da Vatikan söylüyor. Buna rağmen bazı arkadaşlarımız, "Efendim, ben diyalogdan şunu anladım" diyorlar.
Öğretmenlik yapan arkadaşlar çok iyi bilir. Bazı öğrenciler o kadar tembeldir ki hiç bir şeyden anlamaz. Öğretmen ister ki bir kelime söylesin de beş numara vererek sınıfını geçireyim. Her şeyi tarif eder. Ama öğrenci hiçbir şey demez. Öğretmen de "ben ne yapayım?" demekten başka bir şey bulamaz.
Şimdi sen; "diyalog, geçinmektir, komşuluktur, ticari münasebettir, oturup sohbet etmektir" diyorsun ama adamlar öyle değil diyor.
Peki, neymiş diyalog? "Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça diyalog görevi sona ermez."
Sen hala; "Ben bundan bunu anlamıyorum" diyorsan sen de o talebe gibi beş numara almak istemiyorsun demektir. "İlla sınıfta kalacağım" diyorsun.
Bakınız başpiskopos ne diyor?
Bakınız başpiskopos ne diyor: "Dinler arası Diyalog, Hıristiyanlık misyonunun vazgeçilmez bir parçasıdır." Yani Dinler arası Diyalog, herkesi Hıristiyan etme davasıdır.
Bir adam: "İman konusunda ben şakadan şunu söyledim" dese. Allah korusun, dinden çıkar. Şimdi sen nasıl olur da, "Ben bunu böyle demek istemedim " diyebilirsin. Bunu diyemezsin. Bu senin- benim hakkım değildir. Bu arkadaşlarıma bir kardeş olarak bu sevdadan vazgeçmelerini rica ediyorum. Aksi durumda, Allah muhafaza eylesin maddeten ve manen sonları hüsran olur.
Papa 2. Jean Paul, 1991 yılında. "Dinler arası Diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme misyonunun parçasıdır" diyor.
İnsanları kiliseye döndürme misyonu ise bu, Müslümanı da kiliseye döndürecek, Yahudi'sini de kiliseye döndürecek, Hristiyan'ı da kiliseye döndürecektir. Bunun manası budur.
Önceleri misyonerliği kendisi yapıyordu. Şimdi benim insanıma: "Bunu sen yap" diyor. Bu oyuna alet olan da: "Bunda hikmet var" diyor. Bunun hikmeti olur mu? Bu çok daha tehlikelidir.
Onun için bu arkadaşlarımız, her ne pahasına olursa olsun olaya sahip çıkmaları, bize de dua etmeleri lazım. Bu, sen-ben davası değil, hem milli, hem de manevi bir davadır." (Prof. Dr. Haydar Baş, Niçin Türkiye eseri 3. Bölümden)
Ancak bizim İslam ile olan savaşımız Moğollar gibi sadece birtakım askeri harekatlar, yakıp yıkmalar, yağmalar değildir. Bu işte pek acelemiz yoktur.
Büyük Britanya Devleti çok ciddi bir mütalaa ve çok iyi bir planlama ile İslam'ı yok ediş için adım atacaktır. Ve düzenli dakik planların uygulanmasını sabırla izleyecektir. Sonunda amacına ulaşacaktır." Bunu kim diyor? İngilizler diyor. Adamların maksadı 'sen ne dersen de' budur…
İçimize yüzlerce yerli ajan yerleştirdiler
Doğrudan, cephe halinde saldırıldığında siz, tepkinizi koyuyorsunuz. Ama ajanı bizzat kendi içinizde tuttuğunda tepkinizi koyamıyorsunuz. Akrabası var, dayısı, amcası, hısımı, sülalesi var; onun yanında yer alıyor.
İşte bu adamcağızlar maalesef işi böyle yaptılar. İslam dünyasında kendilerine, ajanlar yetiştirdiler ve bunlara vazifeler verdiler. Onlar bu vazifelerini icra ediyorlar. Adam sadece adam tutmadı, mezhep bile kurdurdu.
Hampher bir zattan bahsederken bakın ne diyor: "Yüksekten uçan ve egoist bir kişiliği olan Muhammed b. Abdulvahab'ı yavaş yavaş etkilemeye başlamıştım. O da, benim güvenimi daha fazla kazanmak için kendisini olduğundan daha bağımsız ve kayıtsız göstermeye çalışıyordu.
Bir keresinde ona dedim ki, 'Acaba cihat vacip midir?' Dedi ki; 'Nasıl vacip olmaz! Allah şöyle buyuruyor: 'Kafirlerle savaşınız.'
Buna karşılık Allah, 'kafirlerle, münafıklarla savaşınız' buyuruyor. Oysa Peygamber, münafıklarla savaşmadı, dedim. O halde kafirler ile de söz ve davranışta cihat etmek vaciptir, dedim.
O, 'Hayır! Peygamber cihat meydanlarında kafirlerle cihat etmiştir' dedi. Ben de yine, Peygamber, kendini savunmak için kafirlerle savaşıyordu. Zira onu öldürmek istiyorlardı, deyince, Muhammed tasdikler mahiyette başını sallayarak susmayı tercih etti. Ben de işimde başarılı olduğumu hissettim."
Hampher devamla: "Bu adama, bu tarihten sonra amacım Vehhabi şahsiyetinin liderlik fikrini telkin etmekti. Onun ruhunu etkileyerek Müslümanların idaresi için Sünni ve Şiilikten başka üçüncü bir yolu ona önermeye başladım" diyor.
O zaman İslam dünyasında Sünnilik ve Şiilik vardı. İngiliz Sömürgecilik Bakanlığı diyor ki, "Orada yeni bir mezhep vücuda getireceksiniz ki bu ikisinin dışında üçüncü bir kaynak olsun ve bir fitne çıkartsın."
Devam ediyor; "Bu hedefime erişebilmek için onun fikrine saygı duydum. Ye onu körü körüne bağlı olduğu her şeyden temizlemeye çalıştım. Onu, yükseklerden uçan özgür düşünce duygusu güçlendiriyordu. Safiye de bu konuda bana yardımcı oluyordu. Zira Muhammed ona delice aşıktı.
Safiye denilen kadın da Yahudi asıllı bir kadındır. O bölgenin gençliğinin ahlakını bozmak için gönderilmiş bir misyonerdir. O da böyle bir faaliyet içerisindedir.
Devam ediyor: "Kısacası Safiye, sabır ve selahiyeti şeyhten almıştı. Onu evlendirdikten üç gün sonra evlerine gittim. Bu sefer ki konuşmamız şarabın haramlığı konusunda olacaktı."
Bu eseri biz bir adamı kötülemek maksadıyla yazmadık. Bir vakıayı ortaya koymak istedik. Suud yarımadasında Sünni bir akait vardı. Bu akaidin yer değiştirmesi lazımdı.
Bir taraftan İngilizler Hicaz bölgesinde Şerif Hüseyin'i, İstanbul merkez, iradesine karşı "Sen peygamber soyundan, asil bir sülaledensin. Hilafet senin hakkındır" sözleriyle hazırlarken, diğer taraftan da ola ki Şerif Hüseyin başlarına bela olur diye de Suud'da yeni bir mezhebin temelini atıyorlar. O mezhep sayesinde de Şerif Hüseyin'i hallediyorlar. Onun için bu mevzuyu konu aldım.
Dinler arası diyalog fikrinin mimarları buna, 'şartlara uygun misyonerliktir' diyor.
Diyalog mevzuu tamamen misyonerliğin bir uzantısıdır. Misyonerlikle netice alamayan Papalık yeni bir taktiğe başvurarak bu çalışmaların içine girmiştir. Kardeşlerimiz kesinlikle şunu iyi bilsinler ki diyalogdan maksat Hıristiyanlık dünyasındaki insanlarla konuşmak, sohbet etmek, geçinmek filan değildir.
Buradaki maksat, biz onlara, İslam'ı anlatmadan Hıristiyanların dinlerini bize anlatmalarıdır. Yani biz onlara, İslam'ı tebliğ etmeden onların bize, Hıristiyanlığı kabul ettirmelerinin adıdır.
Bunu ben demiyorum, Vatikan Sekretaryası şöyle diyor: "Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti kilise şartları çerçevesinde misyoner amaçla ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz".
Diyaloğu ortaya koyan bu adamlar, diyaloğu böyle tarif ediyorlar. Diyalog onların icadı ve adamlar bunu böyle anlıyorlar. Sen niye başka anlıyorsun. Senin bunu tevil etmen yanlıştır. Niye? Çünkü bu senin icadın değildir. Senin yolun İslam'da tebliğdir.
"Kilisenin bütün faaliyetleri Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog kilisenin İncil'i yayma misyonunun bir parçasıdır"
Kim söylüyor bunu? Vatikan söylüyor. Bu işi bina eden kurum söylüyor. Vatikan Konsilinin sonuç bildirgesin de aynen şu ifade var: "Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça diyalog görevi sona ermeyecektir."
Bunu da Vatikan söylüyor. Buna rağmen bazı arkadaşlarımız, "Efendim, ben diyalogdan şunu anladım" diyorlar.
Öğretmenlik yapan arkadaşlar çok iyi bilir. Bazı öğrenciler o kadar tembeldir ki hiç bir şeyden anlamaz. Öğretmen ister ki bir kelime söylesin de beş numara vererek sınıfını geçireyim. Her şeyi tarif eder. Ama öğrenci hiçbir şey demez. Öğretmen de "ben ne yapayım?" demekten başka bir şey bulamaz.
Şimdi sen; "diyalog, geçinmektir, komşuluktur, ticari münasebettir, oturup sohbet etmektir" diyorsun ama adamlar öyle değil diyor.
Peki, neymiş diyalog? "Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça diyalog görevi sona ermez."
Sen hala; "Ben bundan bunu anlamıyorum" diyorsan sen de o talebe gibi beş numara almak istemiyorsun demektir. "İlla sınıfta kalacağım" diyorsun.
Bakınız başpiskopos ne diyor?
Bakınız başpiskopos ne diyor: "Dinler arası Diyalog, Hıristiyanlık misyonunun vazgeçilmez bir parçasıdır." Yani Dinler arası Diyalog, herkesi Hıristiyan etme davasıdır.
Bir adam: "İman konusunda ben şakadan şunu söyledim" dese. Allah korusun, dinden çıkar. Şimdi sen nasıl olur da, "Ben bunu böyle demek istemedim " diyebilirsin. Bunu diyemezsin. Bu senin- benim hakkım değildir. Bu arkadaşlarıma bir kardeş olarak bu sevdadan vazgeçmelerini rica ediyorum. Aksi durumda, Allah muhafaza eylesin maddeten ve manen sonları hüsran olur.
Papa 2. Jean Paul, 1991 yılında. "Dinler arası Diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme misyonunun parçasıdır" diyor.
İnsanları kiliseye döndürme misyonu ise bu, Müslümanı da kiliseye döndürecek, Yahudi'sini de kiliseye döndürecek, Hristiyan'ı da kiliseye döndürecektir. Bunun manası budur.
Önceleri misyonerliği kendisi yapıyordu. Şimdi benim insanıma: "Bunu sen yap" diyor. Bu oyuna alet olan da: "Bunda hikmet var" diyor. Bunun hikmeti olur mu? Bu çok daha tehlikelidir.
Onun için bu arkadaşlarımız, her ne pahasına olursa olsun olaya sahip çıkmaları, bize de dua etmeleri lazım. Bu, sen-ben davası değil, hem milli, hem de manevi bir davadır." (Prof. Dr. Haydar Baş, Niçin Türkiye eseri 3. Bölümden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.