Dilin kemiği yok ama o dil kişiyi zelil de eder, baş tacı da. Ülkemizde çene siyaseti devam ediyor.
Çene siyaseti 1 Mayıs'ta da meydanlarda inletti. Hükümet hak verme konusunda, "Biz, işçinin alın teri kurumadan hakkını verin, diyen bir medeniyetin temsilcisiyiz" sözleriyle adeta kendini kutsallaştırırken, çözümsüz muhalefet sadece eleştiri yaptı. İşçi örgütleri ise slogan?
Oysa ülkemiz tablosu net. Açlık sınırı 1,850, fakirlik sınırı 5,400 TL. Hükümetin takdir ettiği asgari ücret Ramazan fitresinin altında? (1,600 TL)
Oysa Milli Ekonomi Modeli sahibi, BTP lideri Prof. Dr. Haydar Baş, "5,000 TL asgari ücret vereceğim" dedi ve bunu taahhütle önünüze koydu. Nasıl verileceğini formülüze etti.
Sen ne yaptın? Ne yaptığını, İmam Ali'nin cümlelerinden aktarayım: "HER KİM Kİ HAKSIZLIĞA UĞRAR DA HAKKINI ARAMAZSA HAKKI İLE BİRLİKTE ŞEREFİNİ DE KAYBEDER."
Hakkını aramadın, hakkını vereceğim, diyene de sırtını döndün. Şimdi lafı alkışlıyorsun veya eleştiriyorsun. Bundan dolayı başlığı 'işçi hak değil, laf hak ediyor' şeklinde attım. Allah düşürmesin?
Kaybettiniz. Artık hak da arayamazsınız. Çünkü güç sahipleri, hak aramaya kalkanları suçlu, hain ilan ediliyor. Anlatayım:
AKP iktidarı nasıl bir hali ruhiyet içindeyse hak talep edenleri ya hıyanetle suçluyor ya da bu hak taleplerini ideolojik olarak yaftalayıp adeta millete hedef gösteriyor.
Oysa haklıya hakkını teslim etmek, inancımızın en önemli gereklerinden biri olduğu gibi hakkını istemek ve bunun için mücadele etmek de aynı gerekliliklerdendir.
Ülkemizin yaşam koşulları, gelir dağılımındaki adaletsizlik, asgari ücret, enflasyon ve işsizlik verileri ortada.
İşçi hakkını istemek için sokağa çıkıyor. Ya Şubat soğuğunda TOMA'larla ıslatılıyor, ya biber gazına maruz kalıyor. OHAL bahanesiyle grev hakkının elinden alındığını bizzat Cumhurbaşkanı ifade ediyor.
Memur hak talebinde bulunmak istiyor; hemen hakkında soruşturma ve sürgün..
Memleketin herhangi bir yerinde HES'lere, maden çıkarma sahalarına karşı bölge halkı tepki göstermek istiyor; emir gereği polis zor kullanıyor.. İktidar, bu gösterilere ideolojik damgası vuruyor.
Bir başka yerde yaşam koşulları protesto edilmek isteniyor; hükümet bu protestoları iktidarı hazmedemeyenlerin, önlerini kesmek isteyenlerin provokasyonu olarak duyuruyor..
Hükümet imar kararları alıyor, yeşil alanlar, milli parklar vs. imara açılıyor; insanlar bu kararları protesto etmek istiyor ama hükümet hemen bu protestoları iç ve dış mihrakların oyunu olarak millete duyuruyor..
Şimdi Türkiye'nin en markalı üniversitelerini bölmek istiyorlar; öğrenciler, akademisyenler bu kararı protesto ediyor. En yetkili ağızlar bu protestoları ideolojik olarak damgalayıp, millete şikâyet olarak anlatıyor..
Yazık değil mi? Hak talep etmek insani bir haktır. İnsanlara bu hakkını kullandırmayanlar ya kraldır, ya padişahtır, ya sultandır, ya kabile reisidir ya da mafyadır.
Siyasette ne oldum dememeli günleri yaşıyoruz
Bir zamanlar gençtiler ve Milli Görüş'ün en önde isimleriydiler. Erbakan'ın etrafında hep bunlar vardı. Öyle bir dava adamıydılar ki, 'Erbakan bile bu davayı bırakıp gitse, biz davamızı bırakmayız' (B. Arınç, 1995) diyorlardı.
Gün geldi gömlekler çıktı. Hep beraber yaklaşık 14 yıl yola devam ettiler. Dünyalık her yol bittiği gibi o yol da bitti.
Ez az polemikle ve zayiatla kapatılmak istenen gündemin ana aktörleri Gül, Arınç, Davutoğlu. Bu isimler, devletin en üst mevkilerine geldiler, koltuklarına oturdular yani zirveye çıktılar. Ama sokakta bir tabir vardır; Önemli olan zirveye çıkmak değil zirvede kalabilmektir.
Zirvede kalamadılar. Bizzat beraber yürüdükleri arkadaşları zirveden attılar, istenmeyen adam ilan ettiler. Allah düşürmesin?
Abdullah Gül; "Benimle ilgili zaman zaman saygısızlık boyutuna ulaşan sözleri söyleyenlere de şunu söylemek isterim: Başlarını iki ellerinin arasına alıp, bugün söylediklerini bir muhasebe etsinler." dedi.
Bülent Arınç; "Her ne kadar bazıları bizi üzse de ben AK Parti'nin bu ülkeye faydalarını biliyorum. (Gül hakkında Erdoğan ile görüştükten sonra) Çok özel konuşmalarımızı şimdilik mahrem tutuyoruz" dedi.
% 49 oy ile başbakanlık koltuğuna oturan ve bir gece ansızın koltuktan alınan Ahmet Davutoğlu ise son siyasi gelişmelerden, yapılan yorumlardan ve hedef gösterilmesinden şikâyetçi oldu.
Davutoğlu'nun neden hedef olduğunu ise MHP Başkanı Devlet Bahçeli açıkladı; "Sayın Gül ile Ahmet Davutoğlu arasındaki bahse konu görüşme iflas etmiştir."
Evet, bitti. Artık bu üç isim bir daha siyaset gündeminde olmayacak. Nasıl yad edileceklerini ise yukarıda yazdım.
Çene siyaseti 1 Mayıs'ta da meydanlarda inletti. Hükümet hak verme konusunda, "Biz, işçinin alın teri kurumadan hakkını verin, diyen bir medeniyetin temsilcisiyiz" sözleriyle adeta kendini kutsallaştırırken, çözümsüz muhalefet sadece eleştiri yaptı. İşçi örgütleri ise slogan?
Oysa ülkemiz tablosu net. Açlık sınırı 1,850, fakirlik sınırı 5,400 TL. Hükümetin takdir ettiği asgari ücret Ramazan fitresinin altında? (1,600 TL)
Oysa Milli Ekonomi Modeli sahibi, BTP lideri Prof. Dr. Haydar Baş, "5,000 TL asgari ücret vereceğim" dedi ve bunu taahhütle önünüze koydu. Nasıl verileceğini formülüze etti.
Sen ne yaptın? Ne yaptığını, İmam Ali'nin cümlelerinden aktarayım: "HER KİM Kİ HAKSIZLIĞA UĞRAR DA HAKKINI ARAMAZSA HAKKI İLE BİRLİKTE ŞEREFİNİ DE KAYBEDER."
Hakkını aramadın, hakkını vereceğim, diyene de sırtını döndün. Şimdi lafı alkışlıyorsun veya eleştiriyorsun. Bundan dolayı başlığı 'işçi hak değil, laf hak ediyor' şeklinde attım. Allah düşürmesin?
Kaybettiniz. Artık hak da arayamazsınız. Çünkü güç sahipleri, hak aramaya kalkanları suçlu, hain ilan ediliyor. Anlatayım:
AKP iktidarı nasıl bir hali ruhiyet içindeyse hak talep edenleri ya hıyanetle suçluyor ya da bu hak taleplerini ideolojik olarak yaftalayıp adeta millete hedef gösteriyor.
Oysa haklıya hakkını teslim etmek, inancımızın en önemli gereklerinden biri olduğu gibi hakkını istemek ve bunun için mücadele etmek de aynı gerekliliklerdendir.
Ülkemizin yaşam koşulları, gelir dağılımındaki adaletsizlik, asgari ücret, enflasyon ve işsizlik verileri ortada.
İşçi hakkını istemek için sokağa çıkıyor. Ya Şubat soğuğunda TOMA'larla ıslatılıyor, ya biber gazına maruz kalıyor. OHAL bahanesiyle grev hakkının elinden alındığını bizzat Cumhurbaşkanı ifade ediyor.
Memur hak talebinde bulunmak istiyor; hemen hakkında soruşturma ve sürgün..
Memleketin herhangi bir yerinde HES'lere, maden çıkarma sahalarına karşı bölge halkı tepki göstermek istiyor; emir gereği polis zor kullanıyor.. İktidar, bu gösterilere ideolojik damgası vuruyor.
Bir başka yerde yaşam koşulları protesto edilmek isteniyor; hükümet bu protestoları iktidarı hazmedemeyenlerin, önlerini kesmek isteyenlerin provokasyonu olarak duyuruyor..
Hükümet imar kararları alıyor, yeşil alanlar, milli parklar vs. imara açılıyor; insanlar bu kararları protesto etmek istiyor ama hükümet hemen bu protestoları iç ve dış mihrakların oyunu olarak millete duyuruyor..
Şimdi Türkiye'nin en markalı üniversitelerini bölmek istiyorlar; öğrenciler, akademisyenler bu kararı protesto ediyor. En yetkili ağızlar bu protestoları ideolojik olarak damgalayıp, millete şikâyet olarak anlatıyor..
Yazık değil mi? Hak talep etmek insani bir haktır. İnsanlara bu hakkını kullandırmayanlar ya kraldır, ya padişahtır, ya sultandır, ya kabile reisidir ya da mafyadır.
Siyasette ne oldum dememeli günleri yaşıyoruz
Bir zamanlar gençtiler ve Milli Görüş'ün en önde isimleriydiler. Erbakan'ın etrafında hep bunlar vardı. Öyle bir dava adamıydılar ki, 'Erbakan bile bu davayı bırakıp gitse, biz davamızı bırakmayız' (B. Arınç, 1995) diyorlardı.
Gün geldi gömlekler çıktı. Hep beraber yaklaşık 14 yıl yola devam ettiler. Dünyalık her yol bittiği gibi o yol da bitti.
Ez az polemikle ve zayiatla kapatılmak istenen gündemin ana aktörleri Gül, Arınç, Davutoğlu. Bu isimler, devletin en üst mevkilerine geldiler, koltuklarına oturdular yani zirveye çıktılar. Ama sokakta bir tabir vardır; Önemli olan zirveye çıkmak değil zirvede kalabilmektir.
Zirvede kalamadılar. Bizzat beraber yürüdükleri arkadaşları zirveden attılar, istenmeyen adam ilan ettiler. Allah düşürmesin?
Abdullah Gül; "Benimle ilgili zaman zaman saygısızlık boyutuna ulaşan sözleri söyleyenlere de şunu söylemek isterim: Başlarını iki ellerinin arasına alıp, bugün söylediklerini bir muhasebe etsinler." dedi.
Bülent Arınç; "Her ne kadar bazıları bizi üzse de ben AK Parti'nin bu ülkeye faydalarını biliyorum. (Gül hakkında Erdoğan ile görüştükten sonra) Çok özel konuşmalarımızı şimdilik mahrem tutuyoruz" dedi.
% 49 oy ile başbakanlık koltuğuna oturan ve bir gece ansızın koltuktan alınan Ahmet Davutoğlu ise son siyasi gelişmelerden, yapılan yorumlardan ve hedef gösterilmesinden şikâyetçi oldu.
Davutoğlu'nun neden hedef olduğunu ise MHP Başkanı Devlet Bahçeli açıkladı; "Sayın Gül ile Ahmet Davutoğlu arasındaki bahse konu görüşme iflas etmiştir."
Evet, bitti. Artık bu üç isim bir daha siyaset gündeminde olmayacak. Nasıl yad edileceklerini ise yukarıda yazdım.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Sahada yaşananlar Erdoğan’ı teyit etmiyor / 17.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025