‘Haram işlerden kaçınmaya devam et’
Ey evlat! Ön safa geç. Kahramanlar ve bahadır kişiler orada bulunur. Geride kalma, orası korkak olanlara has bir yerdir
22.03.2025 00:18:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Ey evlat! Ön safa geç. Kahramanlar ve bahadır kişiler orada bulunur. Geride kalma, orası korkak olanlara has bir yerdir.
Nefsini hizmetçi eyle. Onu gayret gereken işlere sok. Ona yük vurmazsan, en ağır yükü o sana vurur. Onun başından sopayı kaldırma. Sopa kalktığı an uyur ve sırtındaki yükü yere vurur.
Ona dişlerin beyazlığını gösterme, gözlerini ona açarken heybet göster ki, bakıp içindeki beyazlığı görmeye.
O kötü bir köledir, yalnız sopa zoruyla iş tutar. Onu doyurma, ancak doyurmakla onu azdırmayacağına inanırsan doyur istediği kadar yesin. Yediği gibi iş görmesi de gereklidir.
Süfyân-ı Sevrî, çok yer ve ibadet ederdi. O, midesini doyurduğu zaman bir zenci gibi yerdi. Onu gören doymak bilmeyen bir yaratığa benzetirdi. Sonra ibadete kalkar, sonsuz hazzını ondan alırdı.
Bazı büyükler, Süfyân-ı Sevrî'nin yemek yiyişini gördükleri zaman kızdıklarını ve ibadet anındaki ağlamasını, sızlamasını gördükleri zaman da acıdıklarını söylerler.
Sen, ona yemek işlerinde uyma; ibadet bahsinde onu izle. Sen, Süfyân gibi olamazsın. O nefsini doyurduğu için sen de doyurma. O nefsine hâkim olurdu, ama sen belki olamazsın.
Haram işlerden kaçınmaya devam et, helâlin de oldukça azını al. İmanın kuvvet bulduğu an, her şeye karşı bir yeterlik duygusuna sahip olmaya bak.
Hele ikan derecesine gelince bu hâli daha çok taşı. Söylediklerimi yaparsan Allah'ın tam kullarından olursun. Zâhidlik hâlin iyi olursa Hak sana, dilerse vasıta ile, dilerse Tekvin sıfatı tecellisi yolu ile vereceğini verir. Bu durumda maddi bir gayret sarfı olmadan kalp elin alacağını alır.
Ne konuşursun, henüz Allah'ın has kullarından olmadın ki! Halkın değil, Hakk'ın has kulu oluncaya dek ses etme. Hele sebepler... Onların da bendeliğin den çıkmak gerek.
Bu yolda sana kolayca söz hakkı tanımaz; tâ ki, dünyaya kul olmayasın. Şehvetler ve şeytanlar çevreni sarmaya. Kulların yanında bir şöhret kapma hevesi seni yere sermeye.
Onların varışı ve terki sen bağlamaya. Övmeleri ve zem eylemeleri yolunu Hak'tan çevirmeye. Bu hâller, sâlih kullarda olmaz.
Kalbini Hakk'a bir adım bile attırmadan; nefsinle, değersiz arzunla oturmakta ve tabiî isteklerine uymaktasın.
Ömrün asra yakın. Bütün ömrü, halka bağlanmak, sebeplere güvenmekle geçirmektesin ki, bu hâlini görmekteyim. Onlara dayanmakla daha nice ömür tüketeceksin? Bana gel, onların kaydından halâs yolunu sana göstereyim, öğreteyim.
Ey cahil, kalbin Hakk'ı nasıl görebilir ki, halk onu doldurmuş. Cami kapısını nasıl görebilirsin ki, evinde oturmaktasın.
Evinden çıkarken yavrularını, ehlini bir yana atar, camiye doğru yol alırsan o caminin kapısını görürsün. Demek ki, bir grubu arkaya atmadıktan sonra ikincisini görmek kabil olmuyor.
Halkla olduktan sonra Hakk'ı görmen mümkün olmaz. Dünyayı gördükten sonra âhireti bilmen nasip olmaz. Bir yanında dünya bağı, öbür yanında âhiret sevgisi olursa, onları Yaratan'ını bulmayı nice umarsın? Her fâni varlıktan tamamen sıyrılırsan, sır âlemin Rabb'inle karşılaşır. Bu dıştan anlaşılmaz, iç âlemin hâlleridir.
Yapılan iyi işler kalbe yarar, mâna âlemini bulmak sırra hastır, Allah yolcuları, kendi yaptıkları iyi işi görmezler. Yaptıkları güzel işe onlar karşılık beklemez.
Şüphesiz bu hâlle onlar, en güzel makama erdiler; Hakk'ın fazlı yetişti, onları yüce makama götürdü.
O makamda ne bir yorgunluk ne de bir geçim derdi bulunur. İnsan orada ne kesiklik bilir ne de bir zayıflama... Orada kazanç derdi ve çalışma yoktur. "O makamda, bize nasab değmez." (Fâtır, 35)
Bu âyetteki "nasab" kelimesini, bazı tefsirci zâtlar: "Ekmek gailesi, onu kazanma derdi ve ayal geçindirme sıkıntısı..." olarak açıklarlar.
Cennet, faziletle, hayırla doludur. Rahat, oranın ayrılmaz vasfı sayılır. Orada hesapsız ihsan yapılır." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Nefsini hizmetçi eyle. Onu gayret gereken işlere sok. Ona yük vurmazsan, en ağır yükü o sana vurur. Onun başından sopayı kaldırma. Sopa kalktığı an uyur ve sırtındaki yükü yere vurur.
Ona dişlerin beyazlığını gösterme, gözlerini ona açarken heybet göster ki, bakıp içindeki beyazlığı görmeye.
O kötü bir köledir, yalnız sopa zoruyla iş tutar. Onu doyurma, ancak doyurmakla onu azdırmayacağına inanırsan doyur istediği kadar yesin. Yediği gibi iş görmesi de gereklidir.
Süfyân-ı Sevrî, çok yer ve ibadet ederdi. O, midesini doyurduğu zaman bir zenci gibi yerdi. Onu gören doymak bilmeyen bir yaratığa benzetirdi. Sonra ibadete kalkar, sonsuz hazzını ondan alırdı.
Bazı büyükler, Süfyân-ı Sevrî'nin yemek yiyişini gördükleri zaman kızdıklarını ve ibadet anındaki ağlamasını, sızlamasını gördükleri zaman da acıdıklarını söylerler.
Sen, ona yemek işlerinde uyma; ibadet bahsinde onu izle. Sen, Süfyân gibi olamazsın. O nefsini doyurduğu için sen de doyurma. O nefsine hâkim olurdu, ama sen belki olamazsın.
Haram işlerden kaçınmaya devam et, helâlin de oldukça azını al. İmanın kuvvet bulduğu an, her şeye karşı bir yeterlik duygusuna sahip olmaya bak.
Hele ikan derecesine gelince bu hâli daha çok taşı. Söylediklerimi yaparsan Allah'ın tam kullarından olursun. Zâhidlik hâlin iyi olursa Hak sana, dilerse vasıta ile, dilerse Tekvin sıfatı tecellisi yolu ile vereceğini verir. Bu durumda maddi bir gayret sarfı olmadan kalp elin alacağını alır.
Ne konuşursun, henüz Allah'ın has kullarından olmadın ki! Halkın değil, Hakk'ın has kulu oluncaya dek ses etme. Hele sebepler... Onların da bendeliğin den çıkmak gerek.
Bu yolda sana kolayca söz hakkı tanımaz; tâ ki, dünyaya kul olmayasın. Şehvetler ve şeytanlar çevreni sarmaya. Kulların yanında bir şöhret kapma hevesi seni yere sermeye.
Onların varışı ve terki sen bağlamaya. Övmeleri ve zem eylemeleri yolunu Hak'tan çevirmeye. Bu hâller, sâlih kullarda olmaz.
Kalbini Hakk'a bir adım bile attırmadan; nefsinle, değersiz arzunla oturmakta ve tabiî isteklerine uymaktasın.
Ömrün asra yakın. Bütün ömrü, halka bağlanmak, sebeplere güvenmekle geçirmektesin ki, bu hâlini görmekteyim. Onlara dayanmakla daha nice ömür tüketeceksin? Bana gel, onların kaydından halâs yolunu sana göstereyim, öğreteyim.
Ey cahil, kalbin Hakk'ı nasıl görebilir ki, halk onu doldurmuş. Cami kapısını nasıl görebilirsin ki, evinde oturmaktasın.
Evinden çıkarken yavrularını, ehlini bir yana atar, camiye doğru yol alırsan o caminin kapısını görürsün. Demek ki, bir grubu arkaya atmadıktan sonra ikincisini görmek kabil olmuyor.
Halkla olduktan sonra Hakk'ı görmen mümkün olmaz. Dünyayı gördükten sonra âhireti bilmen nasip olmaz. Bir yanında dünya bağı, öbür yanında âhiret sevgisi olursa, onları Yaratan'ını bulmayı nice umarsın? Her fâni varlıktan tamamen sıyrılırsan, sır âlemin Rabb'inle karşılaşır. Bu dıştan anlaşılmaz, iç âlemin hâlleridir.
Yapılan iyi işler kalbe yarar, mâna âlemini bulmak sırra hastır, Allah yolcuları, kendi yaptıkları iyi işi görmezler. Yaptıkları güzel işe onlar karşılık beklemez.
Şüphesiz bu hâlle onlar, en güzel makama erdiler; Hakk'ın fazlı yetişti, onları yüce makama götürdü.
O makamda ne bir yorgunluk ne de bir geçim derdi bulunur. İnsan orada ne kesiklik bilir ne de bir zayıflama... Orada kazanç derdi ve çalışma yoktur. "O makamda, bize nasab değmez." (Fâtır, 35)
Bu âyetteki "nasab" kelimesini, bazı tefsirci zâtlar: "Ekmek gailesi, onu kazanma derdi ve ayal geçindirme sıkıntısı..." olarak açıklarlar.
Cennet, faziletle, hayırla doludur. Rahat, oranın ayrılmaz vasfı sayılır. Orada hesapsız ihsan yapılır." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.