Özellikle son on yıldır izlenen yanlış politikalara bir de son yıllardaki zayıf koalisyon ve beceriksiz siyasilerin maharetleri eklenince ülke krizden krize yuvarlanır oldu.
Washington ve Brüksel'in körüklediği kürselleşme rüzgarı Avrasya coğrafyasında kasırgaya dönüştü. Siyasi, ekonomik, kültürel hatta dini alanda Türkiye'yi savurup duruyor.
Ülke bir yangın yerine döndürüldü adeta...
Son yıllarda millet olarak sanki ateşlerde yürüyoruz. Her gün yeni bir kabusla uyanmamak için adeta dua eder olduk.
Siyasetçiler için "aman kriz çıkarmasınlar da hiç bir şey yapmasalar da olur" deme noktasına getirildik.
Başbakan dahi 'konuşunca krize sebebiyet veriyorlar' diye bakanları susturuyor. Ama Başbakanı kim susturacak.
Türkiye başsız yorgun bir gövde gibi savruluyor.
Ölmediğini ikide bir ispat etmeye çalışan bir başbakan, biri yolsuzluklarla, diğeri krizlerle hatırlanan iktidar ortakları ağızlarını açmış kerameti Amerika'dan menkul Derviş'in ağzına bakıyorlar.
Partisi kapanınca varlığını hissettiren bir ana muhalefet, yanar döner bir başka muhalefet.
Özetle Derviş'e emanet, yapısal krize dönüşen bir iktidar, Kamer Genç'e emanet eğlence konusu bir muhalefet...
Bu baş bu gövdeyi taşıyamazken bir de değişik partilerin ıskartaları ABD elçisinin mutfağında pişirilerek üzerine biraz muhafazakar sos eklenmiş Amerikan salatasını andıran yeni oluşumlar...
Kuşatılmış Türkiye, rehin alınmış siyasetin mengeneye alıp her gün daha bir öğüttüğü millet manzarası...
Öyle bir rehin alma ki, eskisinden en eskisine, yenisinden en yenisine hemen her siyasi figür ABD'ye daha iyi Derviş olma yarışında.
"Ben ABD ile daha iyi geçinirim, ben küresel rüzgara daha iyi kapılırım, ben ülkeyi AB'ye daha hızlı teslim ederim, ben Yahudi ile daha iyi dost olurum, ben Hıristiyan'ı daha iyi severim, ben IMF'ye daha uslu olurum, ben dinden daha hızlı uzaklaşırım" yarışına hapsedildi siyaset.
Bu uğurda, kimi 30 yıllık Milli Görüş söylemine ihanet etti, kimi mızrağını, miğferini atarak kilise ve sinagog bekçiliğine soyundu.
Bir de rüzgar lakırdısı var ki demeyin gitsin. Yok Tayyip rüzgarı, yok Derviş rüzgarı. Bu memleket ne çekti ise bu yaban rüzgarlardan, yalancı rüzgarlardan çekti.
Dikkat edin rüzgar hep aynı yerden esiyor: Batı'dan... Batı'nın batısı Atlantik ötesinden. Kimi Morisson Süleyman gibi, Demir Leydi gibi ABD'de yetiştirilip gönderiliyor, kimi ABD'ye götürülüp boyanıp bu ülkeye gönderiliyor. Rüzgar aynı, ama rüzgarın havalandırdığı isimler zamana ve zemine göre değişiyor.
Bu ABD rüzgarı kimi havalandırdı ise ülkeyi onlar yakmadı mı?
Öyleyse bizler yalan rüzgarına, yaban rüzgarına kanmayalım.
Milletin estirdiği ve Türk Bayraklarını dalgalandıran sahici rüzgara yelken açalım.
O rüzgar yerli rüzgardır, milli rüzgardır. Kuvayı Milliye rüzgarıdır. Evet bayrak şairi Arif Nihat Asya'nın "Bir bayrak dalgalanmak için rüzgar bekliyor" diye hayıflanmasına gerek yok. Türkiye'nin makus talihini yeneceğini sembolize eden al bayraklar dalgalanmaya durdu. Bu rüzgar Prof. Dr. Haydar Baş'ın estirdiği Kuvayı Milliye rüzgarıdır.
Anadolu anadolu bayraklar dalgalanıyor, yüzler gülüyor.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in mitinglerde yüzbinlere, il toplantılarında seçkin eşraf ve esnafa "var mısınız birlikte yürüyüşe" çağrısına, milletimizin tek yürek "varız" cevabı ile Anadolu yeniden ayağa kalkıyor.
Demek ki bu millet büyük bir millet. Çilemiz tamam oldu, büyük millet, büyük çözümler için beklenen liderini buldu.
Gün sevinme günüdür. Milletimiz için hayırlı olsun.
Washington ve Brüksel'in körüklediği kürselleşme rüzgarı Avrasya coğrafyasında kasırgaya dönüştü. Siyasi, ekonomik, kültürel hatta dini alanda Türkiye'yi savurup duruyor.
Ülke bir yangın yerine döndürüldü adeta...
Son yıllarda millet olarak sanki ateşlerde yürüyoruz. Her gün yeni bir kabusla uyanmamak için adeta dua eder olduk.
Siyasetçiler için "aman kriz çıkarmasınlar da hiç bir şey yapmasalar da olur" deme noktasına getirildik.
Başbakan dahi 'konuşunca krize sebebiyet veriyorlar' diye bakanları susturuyor. Ama Başbakanı kim susturacak.
Türkiye başsız yorgun bir gövde gibi savruluyor.
Ölmediğini ikide bir ispat etmeye çalışan bir başbakan, biri yolsuzluklarla, diğeri krizlerle hatırlanan iktidar ortakları ağızlarını açmış kerameti Amerika'dan menkul Derviş'in ağzına bakıyorlar.
Partisi kapanınca varlığını hissettiren bir ana muhalefet, yanar döner bir başka muhalefet.
Özetle Derviş'e emanet, yapısal krize dönüşen bir iktidar, Kamer Genç'e emanet eğlence konusu bir muhalefet...
Bu baş bu gövdeyi taşıyamazken bir de değişik partilerin ıskartaları ABD elçisinin mutfağında pişirilerek üzerine biraz muhafazakar sos eklenmiş Amerikan salatasını andıran yeni oluşumlar...
Kuşatılmış Türkiye, rehin alınmış siyasetin mengeneye alıp her gün daha bir öğüttüğü millet manzarası...
Öyle bir rehin alma ki, eskisinden en eskisine, yenisinden en yenisine hemen her siyasi figür ABD'ye daha iyi Derviş olma yarışında.
"Ben ABD ile daha iyi geçinirim, ben küresel rüzgara daha iyi kapılırım, ben ülkeyi AB'ye daha hızlı teslim ederim, ben Yahudi ile daha iyi dost olurum, ben Hıristiyan'ı daha iyi severim, ben IMF'ye daha uslu olurum, ben dinden daha hızlı uzaklaşırım" yarışına hapsedildi siyaset.
Bu uğurda, kimi 30 yıllık Milli Görüş söylemine ihanet etti, kimi mızrağını, miğferini atarak kilise ve sinagog bekçiliğine soyundu.
Bir de rüzgar lakırdısı var ki demeyin gitsin. Yok Tayyip rüzgarı, yok Derviş rüzgarı. Bu memleket ne çekti ise bu yaban rüzgarlardan, yalancı rüzgarlardan çekti.
Dikkat edin rüzgar hep aynı yerden esiyor: Batı'dan... Batı'nın batısı Atlantik ötesinden. Kimi Morisson Süleyman gibi, Demir Leydi gibi ABD'de yetiştirilip gönderiliyor, kimi ABD'ye götürülüp boyanıp bu ülkeye gönderiliyor. Rüzgar aynı, ama rüzgarın havalandırdığı isimler zamana ve zemine göre değişiyor.
Bu ABD rüzgarı kimi havalandırdı ise ülkeyi onlar yakmadı mı?
Öyleyse bizler yalan rüzgarına, yaban rüzgarına kanmayalım.
Milletin estirdiği ve Türk Bayraklarını dalgalandıran sahici rüzgara yelken açalım.
O rüzgar yerli rüzgardır, milli rüzgardır. Kuvayı Milliye rüzgarıdır. Evet bayrak şairi Arif Nihat Asya'nın "Bir bayrak dalgalanmak için rüzgar bekliyor" diye hayıflanmasına gerek yok. Türkiye'nin makus talihini yeneceğini sembolize eden al bayraklar dalgalanmaya durdu. Bu rüzgar Prof. Dr. Haydar Baş'ın estirdiği Kuvayı Milliye rüzgarıdır.
Anadolu anadolu bayraklar dalgalanıyor, yüzler gülüyor.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in mitinglerde yüzbinlere, il toplantılarında seçkin eşraf ve esnafa "var mısınız birlikte yürüyüşe" çağrısına, milletimizin tek yürek "varız" cevabı ile Anadolu yeniden ayağa kalkıyor.
Demek ki bu millet büyük bir millet. Çilemiz tamam oldu, büyük millet, büyük çözümler için beklenen liderini buldu.
Gün sevinme günüdür. Milletimiz için hayırlı olsun.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
İbrahim Berk / diğer yazıları
- Cübbe düştü haç göründü / 07.01.2020
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014