Oğuzhan ATILGAN
İnsanoğlunun his ve fikirlerini yazı suretinde tesbîti, beşerî tekâmülde son derecede ehemmiyetli bir hâdisedir.
Yazı tarihinin ideografik safhasındaki en eski şekil, Mezopotamya havâlisinde meydana gelmiş bulunan çivi yazısı olarak bilinir. Ancak yazının, Hazreti Âdem ve onu takip eden nesiller arasında da mevcûd olduğuna dâir birkısım dînî hakîkatler bulunmaktadır. Hazreti Ömer radıyallâhü anh'ın rivâyetine göre Âdem aleyhisselâm, cennetten çıkarılmasına sebep olan zellesi dolayısıyla afvı için Hazreti Muhammed Mustafâ'yı vesîle ederek Cenâbı Hakk'a şöyle yalvardı:"Yâ Rabb! Muhammed hakkı için senden beni bağışlamanı istiyorum!" Allâh Teâlâ: "Ey Âdem! Henüz yaratmadığım halde Muhammed'i sen nasıl tanıdın?" diye sordu. Âdem aleyhisselâm: "Yâ Rabb! Sen beni yedi kudretinle yaratıp bana rûhundan üfürdüğünde başımı kaldırdım. Arşın sütunları üzerinde: " cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, ismine ancak mahlûkâtın en sevimlisini izâfe edersin!.." dedi. Bunun üzerine Cenâbı Hakk: "Doğru söyledin ey Âdem! Hakîkaten O, bana mahlûkâtın en sevgili olanıdır. (Duâ edeceğin zaman) O'nun hakkı için bana duâ et! (Çünkü şu ân O'nun hakkı için ettiğin duâ sebebiyle) ben seni bağışladım! (Bilesin ki), şâyet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım." buyurdu. (Hâkim, Müstedrek, II, 672; Beyhakî, Delâil, V, 488489) Bu mâlumat, Hazreti Âdem'in kelimei tevhîdi yazı olarak tanıdığını ve okuduğunu gösterir.
Ayrıca O'nun peygamberlikle vazîfelendirilip kendisine "on suhuf" gönderilmesi, yazının insanlıkla beraber başladığının diğer bir nişânesidir. Bir başka dînî gerçek de şudur: Hazreti Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem, vahiy kâtiplerine sûrelerin başına dâimâ bir besmelei şerîfe koymalarını ve besmeledeki "sin" harfini keşîde etmelerini, yâni güzel bir âhenkle uzatmalarını emir buyururdu. Birgün vahiy kâtiplerinden birisi Hazreti Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem'e sordu: " Yâ Rasûlallâh! Niçin besmelei şerîfede başka harfi değil de hep "sin" harfini keşîde etmemizi emir buyuruyorsunuz?" Allâh Rasûlü sallâllâhü aleyhi ve sellem de cevaben: " Ben besmelei şerîfeyi levhi mahfûzda o şekilde görüyorum." buyurdular. Bu ifâdelerden anlaşılıyor ki, İslâm yazısının menşeinin ilâhî olduğunu kabul zarûreti âşikârdır. İslâm yazısı, Himyerî alfabesinden başlayarak şekil ve onun arz ettiği güzellik itibarıyla belli safhalardan geçerek bir gelişme seyrine tâbîdir. Bu gelişme seyri de, mîmârî ve mûsikîde olduğu gibi Osmanlı'da kemâle ermiştir. Şu kadar ki, Kur'ân harflerini güzel yazabilmek, müstakil bir san'at dalı hâline gelmiş ve buna "hüsni hat" (güzel yazı) ismi verilmiştir.
Buna göre hüsni hat, Kur'ânı Kerîm harflerini estetik ölçülerine bağlı kalarak en güzel bir şekilde ve san'atlı olarak yazmak demektir. Yâni hüsni hat, Kur'ânı Kerîm'i ona lâyık bir güzellikle yazmak gayret ve rikkatinden doğmuş müstesnâ bir san'attır.
İnsanoğlunun his ve fikirlerini yazı suretinde tesbîti, beşerî tekâmülde son derecede ehemmiyetli bir hâdisedir.
Yazı tarihinin ideografik safhasındaki en eski şekil, Mezopotamya havâlisinde meydana gelmiş bulunan çivi yazısı olarak bilinir. Ancak yazının, Hazreti Âdem ve onu takip eden nesiller arasında da mevcûd olduğuna dâir birkısım dînî hakîkatler bulunmaktadır. Hazreti Ömer radıyallâhü anh'ın rivâyetine göre Âdem aleyhisselâm, cennetten çıkarılmasına sebep olan zellesi dolayısıyla afvı için Hazreti Muhammed Mustafâ'yı vesîle ederek Cenâbı Hakk'a şöyle yalvardı:"Yâ Rabb! Muhammed hakkı için senden beni bağışlamanı istiyorum!" Allâh Teâlâ: "Ey Âdem! Henüz yaratmadığım halde Muhammed'i sen nasıl tanıdın?" diye sordu. Âdem aleyhisselâm: "Yâ Rabb! Sen beni yedi kudretinle yaratıp bana rûhundan üfürdüğünde başımı kaldırdım. Arşın sütunları üzerinde: " cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, ismine ancak mahlûkâtın en sevimlisini izâfe edersin!.." dedi. Bunun üzerine Cenâbı Hakk: "Doğru söyledin ey Âdem! Hakîkaten O, bana mahlûkâtın en sevgili olanıdır. (Duâ edeceğin zaman) O'nun hakkı için bana duâ et! (Çünkü şu ân O'nun hakkı için ettiğin duâ sebebiyle) ben seni bağışladım! (Bilesin ki), şâyet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım." buyurdu. (Hâkim, Müstedrek, II, 672; Beyhakî, Delâil, V, 488489) Bu mâlumat, Hazreti Âdem'in kelimei tevhîdi yazı olarak tanıdığını ve okuduğunu gösterir.
Ayrıca O'nun peygamberlikle vazîfelendirilip kendisine "on suhuf" gönderilmesi, yazının insanlıkla beraber başladığının diğer bir nişânesidir. Bir başka dînî gerçek de şudur: Hazreti Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem, vahiy kâtiplerine sûrelerin başına dâimâ bir besmelei şerîfe koymalarını ve besmeledeki "sin" harfini keşîde etmelerini, yâni güzel bir âhenkle uzatmalarını emir buyururdu. Birgün vahiy kâtiplerinden birisi Hazreti Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem'e sordu: " Yâ Rasûlallâh! Niçin besmelei şerîfede başka harfi değil de hep "sin" harfini keşîde etmemizi emir buyuruyorsunuz?" Allâh Rasûlü sallâllâhü aleyhi ve sellem de cevaben: " Ben besmelei şerîfeyi levhi mahfûzda o şekilde görüyorum." buyurdular. Bu ifâdelerden anlaşılıyor ki, İslâm yazısının menşeinin ilâhî olduğunu kabul zarûreti âşikârdır. İslâm yazısı, Himyerî alfabesinden başlayarak şekil ve onun arz ettiği güzellik itibarıyla belli safhalardan geçerek bir gelişme seyrine tâbîdir. Bu gelişme seyri de, mîmârî ve mûsikîde olduğu gibi Osmanlı'da kemâle ermiştir. Şu kadar ki, Kur'ân harflerini güzel yazabilmek, müstakil bir san'at dalı hâline gelmiş ve buna "hüsni hat" (güzel yazı) ismi verilmiştir.
Buna göre hüsni hat, Kur'ânı Kerîm harflerini estetik ölçülerine bağlı kalarak en güzel bir şekilde ve san'atlı olarak yazmak demektir. Yâni hüsni hat, Kur'ânı Kerîm'i ona lâyık bir güzellikle yazmak gayret ve rikkatinden doğmuş müstesnâ bir san'attır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.