Gaybet’i inkar edenler ve cevaplar
Ehl-i Beyt takipçilerinden güvenilir bir grup İmam Hasan Askerî’nin (aleyhi’s-selâm) sırdaşı olup, O’nunla Ehl-i Beyt dostları arasında vasıta idiler
06.08.2024 08:04:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Ehl-i Beyt takipçilerinden güvenilir bir grup İmam Hasan Askerî'nin (aleyhi's-selâm) sırdaşı olup, O'nunla Ehl-i Beyt dostları arasında vasıta idiler.
Onlar, İmam Mehdî'yle (aleyhi's-selâm) görüşüp, O'ndan çeşitli hüküm ve meseleler nakletmişlerdir. Ehl-i Beyt dostlarından aldıkları malları İmam'a (aleyhi's-selâm) teslim ediyorlardı.
Osman b. Said Amrî, onun oğlu Muhammed b. Osman bu güvenilir vasıtalardandır. Yine Ben-i Said ve Ben-i Mehziyar Ahvazda, Ben-i Rukulî Kûfe'de, Ben-i Nevbaht Bağdat'ta ve bazıları da Kum, Kazvin vs. bölgelerdeki vasıtalardandırlar.
Onların hepsi İmamîyye ve Zeydîyye'nin içinde meşhur olup, Ehl-i Sünnet'in çoğunluğu tarafından da tanınmaktadırlar.
Onlar akıllı, emin, düşünen, bilgin, Ehl-i Beyt dostu olan ve olmayanla-rın itimat ettiği insanlardı. Hatta halifeler bile onlara saygı gösterirlerdi. Çünkü onlar toplum nezdinde fazilet ve adaletle tanınmış kimselerdi. Öyle ki halife, düşmanların onlara ettiği ithamları asla önemsemezdi.
Daha Hz. Mehdî (aleyhi's-selâm) dünyaya gelmeden yıllar önce Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve âlih) ve İmamlar, O'nun kıyam etmeden önce biri küçük biri de büyük olmak üzere iki Gaybet'inin olacağını haber vermişlerdi. Büyük Gaybet'i çok uzun olacaktır. Küçük Gaybet'te ise yalnız özel dostları O'nun haberlerini başkalarına bildireceklerdir.
Büyük Gaybet'te ise mü'min ve takvalı insanların dışında kimse O'nun yerini bilmeyecek, O'ndan kimse haber alamayacaktır.
Bu konudaki hadisler, babası İmam Askerî ve ceddi daha dünyaya gelmeden Ehl-i Beyt dostlarının hadis kitaplarında nakledilmiştir. İki Gaybet'in gerçekleşmesi, bu hadislerin ve İmamîyye'nin inancının doğru olduğunu ortaya koymuştur.
Dinî bir gereklilikten dolayı gözlere görünmeyen bir insanın, hangi delile dayanarak mutlaka yakınları veya güvendiği dostları tarafından yerinin bilinmesinin gerektiği iddia olunuyor? Birçok insan vardır ki gizlendikleri zaman kimsenin onlardan haberi olmadı.
Bu gibi insanların bazılarını örnek olarak aşağıda sunuyoruz:
Müslüman ve Müslüman olmayan tarihçilerin hepsi Hz. Mûsâ'dan (aleyhi's-selâm) çok daha önce gelen Hızır (aleyhi's- selâm) adında bir peygamberin gözlerden saklandığını ve bugüne kadar da yaşadığını naklediyorlar.
Kimse O'nun yerini keşfedememiş, onunla irtibatı olanlardan da O'nun hakkında haber alamamıştır. Kur'an-ı Kerim sadece O'nunla, Hz. Mûsâ (aleyhi's-selâm) arasında geçen bir olayı kısaca aktarmıştır.
Bazı tarihçiler de, O'nun takvalı insanlardan bazılarına tanınmayacak şekilde gözüktüğünü söylüyorlar. Halkın da bir kısmı şöyle diyor: Bazı takvalı insanlar O'nu görmüşlerdir ama tanıyamamışlardır. O'ndan ayrıldıktan sonra, o şahsın Hz. Hızır (aleyhi's-selâm) olduğunu anlamışlardır.
Kur' an, Hz. Mûsâ'nın (aleyhi's-selâm) Firavun rejiminden dolayı vatanından kaçıp gizlendiğini, uzun bir süre kimsenin O'ndan ve yerinden haberi olmadığını ve sadece peygamberliğe seçildikten sonra kavmini davet için Mısır'a geri döndüğü açıklamaktadır.
Kur'an-ı Kerim, Yûsuf Sûresi'nde Hz. Yûsuf'un (aleyhi's- selâm) hikâyesini ve O'nun kayboluşunu beyan etmektedir. Bu olay, babası Hz. Yâkub'un (aleyhi's-selâm) peygamber olduğu ve kendisine vahiy nâzil olduğu zaman gerçekleşmiştir.
Kur'an, Hz. Yûsuf'un (aleyhi's-selâm) kayboluşunu, baba ve kardeşlerinin hiçbir şekilde O'ndan haberleri olmadığını, kaybolduğu dönemde Mısıra padişah olduğunu açıklamaktadır.
Kardeşleri defalarca O'nu görmüş, O'ndan eşya almış ve O'nunla sohbet etmelerine rağmen, kaybolan kardeşleri olduğunu anlayamamışlardır.
Hz. Yâkub, oğlu Hz. Yûsuf için yıllarca ağlamış ve bu ayrılık Hz. Yâkub'un belini bükmüş, gözlerini kör etmişti. Ama sonunda Allah'ın iradesiyle birbirlerine kavuşmuşlardır.
Hz. Yûnus'un (aleyhi's-selâm) hikâyesi de şaşırtıcı hikayelerden biridir.
Hz. Yûnus (aleyhi's-selâm) bir müddet kavmine tebliğ etti. Kavmi O'nu dinlemedi ve O'nunla alay etti. O da onları terk etti. Onların arasından ayrıldığı süre içinde, Allah'tan başka kimse O'nun yerini bilemedi. Çünkü Allah O'nu bir balığın karnında saklamıştı.
Hz. Yûnus burada uzun bir süre kaldı. Daha sonra O'nu balığın karnından çıkarıp, sahilde bir ağacın altına attı. Hz. Yûnus (aleyhi's-selâm) ağacı ve o yeri tanımıyordu. Görüldüğü gibi, bu tür Gaybet'ler normalin dışında olan bir şey olmasıyla birlikte Kur'an-ı Kerim tarafından teyid edilmiş ve bunlar tarih kitaplarında nakledilmişlerdir.
Bundan daha şaşırtıcı şey Ashab-ı Kehf'in hikâyesidir. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan bu olayın özeti şöyledir:
Onlar, köpekleriyle beraber mağaraya gittiler. Köpekleri mağaranın girişinde başını ön ayaklarının üstüne koyup yattı. Onlar 309 yıl mağarada kaldılar.
Normal olarak uyuyan bir insan gibi, o tarafa bu tarafa dönüyorlardı. Bu süre içinde güneşin onlara yansıması ve rüzgârın üzerlerine esmesi hiç zarar vermemiş ve sâlim kalmışlardı. Bedenlerinde hiçbir zayıflık ve kokuşma olmamıştı. Sonra Allah Teâlâ onları uyandırdı. İçlerinden birini üzerlerinde eskiden kalmış olan parayla yiyecek alması için şehre gönderdiler."
Kur'an'ın buyurduğu gibi, bu süre içinde kimsenin onlardan haberi yoktu.
Böyle bir olay normal olarak imkânsız bir şeydir. Ama eğer Kur'an'da açıkça gelmeseydi bu olayı maddecilerin inkâr ettiği gibi, bizim muhaliflerimiz de mutlaka inkâr ederlerdi.
Şaşırtıcı kıssalardan bir başkası Üzeyir'in (veya başka bir rivayete göre Urumiya) hikâyesidir. Kur'an bu olaydan, "yıkılan şehre uğrayan kimse" diye bahsediyor. O'nun adının ne olduğuna dâir ihtilaflar var. Bazıları O'nun Üzeyir bazıları da Urumiya olduğunu söylüyorlar. Her iki isim de hadislerde geçmiştir.
O'nun hikâyesi Kur'an'da ve diğer kitaplarda geçmiştir. Yahudiler ve Hıristiyanlar O'nun peygamber olduğuna inanıyorlar. Olayın özeti şöyledir:
O bir şehirden geçiyordu. O şehrin yıkılıp, virâneye döndüğünü gördü. Kendi kendisine şöyle dedi:
"Allah, yıllar öncesinden ölen ve hiçbir eseri kalmayan insanları nasıl diriltmektedir?"
Allah onları nasıl dirilteceğini ispatlamak için onu 100 yıl ölü bırakmıştı. Sonra diriltti. Yanında getirdiği yiyecekleri bozulmamış ve hiçbir değişiklik olmamıştı.
Allah şöyle buyurdu: "Yiyeceğine bak hiç bozulmamış. Ölü insanların bedenlerine de bak, onun zerrelerini topraktan çıkarıyor, birbirlerine ekliyor ve onlara et giydirerek ilk haline getiriyoruz." Üzeyir, ölülerin dirilme olayını görünce şöyle dedi: "Allah'ın gücünün her şeye yettiğini anladım."
Daha önce de belirtildiği gibi, bu kıssa Kur'an'da anlatılmıştır.
Bu kıssa da alışılan normal şartlarla değerlendirilemez. Bu yüzden maddeciler onu şiddetle inkâr etmişlerdir.
Bu kıssalara nazaran İmam Mehdî'nin (aleyhi's-selâm) Gaybet'i tabii şartlara daha uygundur. Bu gibi kıssalara dinler tarihiyle ilgili kitaplarda çokça rastlanmaktadır.
Yine tarih yazarları naklediyorlar ki:
Fars padişahları ülkelerinin durumunu göz önüne alarak uzun bir süre halklarından gizleniyor ve bu Gaybet süresi içinde kimse onların yerini ve durumunu bilmiyordu. Uzun bir süre sonra ülkelerine dönüyorlardı. Bu olayların benzeri Hint ve Rum padişahlar tarafından da uygulanıyordu.
Bunlar tarih kitaplarında nakle-dilmiştir. Bunların hepsi normalin dışında olan şeylerdir. Biz bu kıssaları burada aktarmayacağız. Çünkü cahil eleştiriciler, bunları sırf normalin dışında olduğu için inkâr edebilirler.
Bu yüzden sadece Kur'an'daki kıssaları naklettik. Bu kıssalarda kimsenin şüphesi yoktur. Çünkü Müslümanların hepsi onu Allah'tan bilmiş ve doğruluğunda da ittifak etmişlerdir.
Özellikle İmamîyye'nin iddiasına göre, zuhûr edeceği zaman tamamen genç, aklı kâmil ve güçlü olacaktır. Bu normalin dışında olan bir şeydir." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Mehdi eserinden)
Onlar, İmam Mehdî'yle (aleyhi's-selâm) görüşüp, O'ndan çeşitli hüküm ve meseleler nakletmişlerdir. Ehl-i Beyt dostlarından aldıkları malları İmam'a (aleyhi's-selâm) teslim ediyorlardı.
Osman b. Said Amrî, onun oğlu Muhammed b. Osman bu güvenilir vasıtalardandır. Yine Ben-i Said ve Ben-i Mehziyar Ahvazda, Ben-i Rukulî Kûfe'de, Ben-i Nevbaht Bağdat'ta ve bazıları da Kum, Kazvin vs. bölgelerdeki vasıtalardandırlar.
Onların hepsi İmamîyye ve Zeydîyye'nin içinde meşhur olup, Ehl-i Sünnet'in çoğunluğu tarafından da tanınmaktadırlar.
Onlar akıllı, emin, düşünen, bilgin, Ehl-i Beyt dostu olan ve olmayanla-rın itimat ettiği insanlardı. Hatta halifeler bile onlara saygı gösterirlerdi. Çünkü onlar toplum nezdinde fazilet ve adaletle tanınmış kimselerdi. Öyle ki halife, düşmanların onlara ettiği ithamları asla önemsemezdi.
Daha Hz. Mehdî (aleyhi's-selâm) dünyaya gelmeden yıllar önce Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve âlih) ve İmamlar, O'nun kıyam etmeden önce biri küçük biri de büyük olmak üzere iki Gaybet'inin olacağını haber vermişlerdi. Büyük Gaybet'i çok uzun olacaktır. Küçük Gaybet'te ise yalnız özel dostları O'nun haberlerini başkalarına bildireceklerdir.
Büyük Gaybet'te ise mü'min ve takvalı insanların dışında kimse O'nun yerini bilmeyecek, O'ndan kimse haber alamayacaktır.
Bu konudaki hadisler, babası İmam Askerî ve ceddi daha dünyaya gelmeden Ehl-i Beyt dostlarının hadis kitaplarında nakledilmiştir. İki Gaybet'in gerçekleşmesi, bu hadislerin ve İmamîyye'nin inancının doğru olduğunu ortaya koymuştur.
Dinî bir gereklilikten dolayı gözlere görünmeyen bir insanın, hangi delile dayanarak mutlaka yakınları veya güvendiği dostları tarafından yerinin bilinmesinin gerektiği iddia olunuyor? Birçok insan vardır ki gizlendikleri zaman kimsenin onlardan haberi olmadı.
Bu gibi insanların bazılarını örnek olarak aşağıda sunuyoruz:
Müslüman ve Müslüman olmayan tarihçilerin hepsi Hz. Mûsâ'dan (aleyhi's-selâm) çok daha önce gelen Hızır (aleyhi's- selâm) adında bir peygamberin gözlerden saklandığını ve bugüne kadar da yaşadığını naklediyorlar.
Kimse O'nun yerini keşfedememiş, onunla irtibatı olanlardan da O'nun hakkında haber alamamıştır. Kur'an-ı Kerim sadece O'nunla, Hz. Mûsâ (aleyhi's-selâm) arasında geçen bir olayı kısaca aktarmıştır.
Bazı tarihçiler de, O'nun takvalı insanlardan bazılarına tanınmayacak şekilde gözüktüğünü söylüyorlar. Halkın da bir kısmı şöyle diyor: Bazı takvalı insanlar O'nu görmüşlerdir ama tanıyamamışlardır. O'ndan ayrıldıktan sonra, o şahsın Hz. Hızır (aleyhi's-selâm) olduğunu anlamışlardır.
Kur' an, Hz. Mûsâ'nın (aleyhi's-selâm) Firavun rejiminden dolayı vatanından kaçıp gizlendiğini, uzun bir süre kimsenin O'ndan ve yerinden haberi olmadığını ve sadece peygamberliğe seçildikten sonra kavmini davet için Mısır'a geri döndüğü açıklamaktadır.
Kur'an-ı Kerim, Yûsuf Sûresi'nde Hz. Yûsuf'un (aleyhi's- selâm) hikâyesini ve O'nun kayboluşunu beyan etmektedir. Bu olay, babası Hz. Yâkub'un (aleyhi's-selâm) peygamber olduğu ve kendisine vahiy nâzil olduğu zaman gerçekleşmiştir.
Kur'an, Hz. Yûsuf'un (aleyhi's-selâm) kayboluşunu, baba ve kardeşlerinin hiçbir şekilde O'ndan haberleri olmadığını, kaybolduğu dönemde Mısıra padişah olduğunu açıklamaktadır.
Kardeşleri defalarca O'nu görmüş, O'ndan eşya almış ve O'nunla sohbet etmelerine rağmen, kaybolan kardeşleri olduğunu anlayamamışlardır.
Hz. Yâkub, oğlu Hz. Yûsuf için yıllarca ağlamış ve bu ayrılık Hz. Yâkub'un belini bükmüş, gözlerini kör etmişti. Ama sonunda Allah'ın iradesiyle birbirlerine kavuşmuşlardır.
Hz. Yûnus'un (aleyhi's-selâm) hikâyesi de şaşırtıcı hikayelerden biridir.
Hz. Yûnus (aleyhi's-selâm) bir müddet kavmine tebliğ etti. Kavmi O'nu dinlemedi ve O'nunla alay etti. O da onları terk etti. Onların arasından ayrıldığı süre içinde, Allah'tan başka kimse O'nun yerini bilemedi. Çünkü Allah O'nu bir balığın karnında saklamıştı.
Hz. Yûnus burada uzun bir süre kaldı. Daha sonra O'nu balığın karnından çıkarıp, sahilde bir ağacın altına attı. Hz. Yûnus (aleyhi's-selâm) ağacı ve o yeri tanımıyordu. Görüldüğü gibi, bu tür Gaybet'ler normalin dışında olan bir şey olmasıyla birlikte Kur'an-ı Kerim tarafından teyid edilmiş ve bunlar tarih kitaplarında nakledilmişlerdir.
Bundan daha şaşırtıcı şey Ashab-ı Kehf'in hikâyesidir. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan bu olayın özeti şöyledir:
Onlar, köpekleriyle beraber mağaraya gittiler. Köpekleri mağaranın girişinde başını ön ayaklarının üstüne koyup yattı. Onlar 309 yıl mağarada kaldılar.
Normal olarak uyuyan bir insan gibi, o tarafa bu tarafa dönüyorlardı. Bu süre içinde güneşin onlara yansıması ve rüzgârın üzerlerine esmesi hiç zarar vermemiş ve sâlim kalmışlardı. Bedenlerinde hiçbir zayıflık ve kokuşma olmamıştı. Sonra Allah Teâlâ onları uyandırdı. İçlerinden birini üzerlerinde eskiden kalmış olan parayla yiyecek alması için şehre gönderdiler."
Kur'an'ın buyurduğu gibi, bu süre içinde kimsenin onlardan haberi yoktu.
Böyle bir olay normal olarak imkânsız bir şeydir. Ama eğer Kur'an'da açıkça gelmeseydi bu olayı maddecilerin inkâr ettiği gibi, bizim muhaliflerimiz de mutlaka inkâr ederlerdi.
Şaşırtıcı kıssalardan bir başkası Üzeyir'in (veya başka bir rivayete göre Urumiya) hikâyesidir. Kur'an bu olaydan, "yıkılan şehre uğrayan kimse" diye bahsediyor. O'nun adının ne olduğuna dâir ihtilaflar var. Bazıları O'nun Üzeyir bazıları da Urumiya olduğunu söylüyorlar. Her iki isim de hadislerde geçmiştir.
O'nun hikâyesi Kur'an'da ve diğer kitaplarda geçmiştir. Yahudiler ve Hıristiyanlar O'nun peygamber olduğuna inanıyorlar. Olayın özeti şöyledir:
O bir şehirden geçiyordu. O şehrin yıkılıp, virâneye döndüğünü gördü. Kendi kendisine şöyle dedi:
"Allah, yıllar öncesinden ölen ve hiçbir eseri kalmayan insanları nasıl diriltmektedir?"
Allah onları nasıl dirilteceğini ispatlamak için onu 100 yıl ölü bırakmıştı. Sonra diriltti. Yanında getirdiği yiyecekleri bozulmamış ve hiçbir değişiklik olmamıştı.
Allah şöyle buyurdu: "Yiyeceğine bak hiç bozulmamış. Ölü insanların bedenlerine de bak, onun zerrelerini topraktan çıkarıyor, birbirlerine ekliyor ve onlara et giydirerek ilk haline getiriyoruz." Üzeyir, ölülerin dirilme olayını görünce şöyle dedi: "Allah'ın gücünün her şeye yettiğini anladım."
Daha önce de belirtildiği gibi, bu kıssa Kur'an'da anlatılmıştır.
Bu kıssa da alışılan normal şartlarla değerlendirilemez. Bu yüzden maddeciler onu şiddetle inkâr etmişlerdir.
Bu kıssalara nazaran İmam Mehdî'nin (aleyhi's-selâm) Gaybet'i tabii şartlara daha uygundur. Bu gibi kıssalara dinler tarihiyle ilgili kitaplarda çokça rastlanmaktadır.
Yine tarih yazarları naklediyorlar ki:
Fars padişahları ülkelerinin durumunu göz önüne alarak uzun bir süre halklarından gizleniyor ve bu Gaybet süresi içinde kimse onların yerini ve durumunu bilmiyordu. Uzun bir süre sonra ülkelerine dönüyorlardı. Bu olayların benzeri Hint ve Rum padişahlar tarafından da uygulanıyordu.
Bunlar tarih kitaplarında nakle-dilmiştir. Bunların hepsi normalin dışında olan şeylerdir. Biz bu kıssaları burada aktarmayacağız. Çünkü cahil eleştiriciler, bunları sırf normalin dışında olduğu için inkâr edebilirler.
Bu yüzden sadece Kur'an'daki kıssaları naklettik. Bu kıssalarda kimsenin şüphesi yoktur. Çünkü Müslümanların hepsi onu Allah'tan bilmiş ve doğruluğunda da ittifak etmişlerdir.
Özellikle İmamîyye'nin iddiasına göre, zuhûr edeceği zaman tamamen genç, aklı kâmil ve güçlü olacaktır. Bu normalin dışında olan bir şeydir." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Mehdi eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.