'Ey Allah Resulü, bana hayır, kapısı öğret'
“Bir adam Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle dedi: ‘Ey Allah Resûlü! Hayır kapıları çok. Hepsini yapmama imkân yok. Bana bir şey söyle de onu yapayım, çok şey söyleyip de unutmayayım.’
06.12.2024 08:26:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Abdullah b. Büsr'den, "Bir adam Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle dedi: 'Ey Allah Resûlü! Hayır kapıları çok. Hepsini yapmama imkân yok. Bana bir şey söyle de onu yapayım, çok şey söyleyip de unutmayayım.'
Şöyle buyurdu: "Dilin daima Allah'ın zikriyle ıslak kalsın.'"
Üç farklı insan üçü de, Allah'ı istiyor, Peygamber Efendimiz, üçüne de ayrı cevap veriyor. Bir peygamber ki, İslam'ı anlatırken bu kadar farklı diller kullanıyor. Bu işi hiç bilmeyen bizlerin O'nu devre dışı bırakarak İslamiyet'i öğrenmemiz mümkün müdür?
Nasıl ki tıpta, hukukta ve hatta hayatın her sahasında bir hocaya, bir üstada, onu bizzat yaşayan bir öğreticiye ihtiyaç vardır, ki yanlışa düşülmesin; İslam'ı doğru anlamamız için de Allah, peygamber gönderiyor.
Kur'ân-ı Kerim'de âyetler aynı kelimelerle zikredilmiş olmasına rağmen, çeşitli mânâlara gelir. Bu farklı mânâları bilmeyen kişi, bir yol gösteren olmazsa, mealleri okuyarak işin içinden çıkamaz.
Mesela; "salât" kelimesini ele alırsak; "es-salât" namaz demektir. Bir başka âyette, selâm mânâsına geliyor. Üçüncü mânâsı da duadır.
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salât (rahmet ve senâ) ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.
Burada "salât" kelimesi Resûlullah'a (s.a.a.) selâm mânâsında kullanılıyor. Bir başka âyette aynı kelime, "namaz" mânâsına geliyor.
"Sen de Rabb'in için namaz kıl ve kurban kesiver!"
Bir başka âyette ise; "Dua ve sabırla Allah'tan isteyin…" buyuruluyor.
Burada da "salât" dua, sabır, oruç mânâsına geliyor.
Kısacası, İslam'ı bilen, İslam'ı yaşayan, Kur'ân'ı bilen, Kur'ân'ı yaşayan insanların bunları bize öğretmesine ihtiyacımız var. Bir defa şunu çok iyi bilmek lazım; hiçbir ilim muallimsiz öğrenilmez. Ama Allah'ın lutfettiği kullar müstesna, onlar seçilmiş ve sevilmiş kullardır.
Örnek insanın ameli, Kur'ân'ın tarif ettiği, Peygamber Efendimizin hayata geçirdiği özellikleri yaşamasıdır. Buradaki hassas nokta şudur; mücerred olarak âyetlerde ifade edilen hususları insanın hayatına hâl olarak geçirebilmesi için canlı bir örneğe mâlik olması lazımdır.
Sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, iz'an, iman gibi hâller, insanın şekil olarak, hâl olarak karşısında görmekle elde edeceği durumlardır. Bu görülmediği takdirde sonuç alınamaz.
Mesela, huşû diyoruz;âyet-i kerimede var: "Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler"
Acaba huşû nasıl olacak? Bizim mürebbinin hâlini görmemiz lazım. Onu görmezsek; biz riya yaparız ama adına huşû deriz.
Binaenaleyh, müşahhas Kur'ân örneklerine ihtiyacımız var; buda Hz. Peygamber'i taklit ederek başlar. Yani Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatını, hayatına geçirmesiyle başlar. Sonunda Allah da hakikatini ona ihsan eder. Ve ümmetin ikaz ve irşadında mânen vazife alarak bizleri temizler.
Cenâb-ı Hakk âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Ey imân edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz ve sâdıklar (doğrular) ile beraber olunuz."
Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerimede "herkesle olun" ya da "Müslümanlarla olun" demiyor, "sâdıklarla/doğrularla olun" diyor. Onun da sıfatı var; o seçilmiştir, sevilmiştir. Bu farklı bir insandır.
Kimlerdir bu doğrular? Bu yârenler kimlerdir? Onlar, Hak dostlarıdır. Onlar sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, zikir, hizmet ehlidirler.
Yani başkaları gibi tembel tembel yatıp uyumazlar. Gayretlidir, himmetlidir, çalışır, kazanır, dağıtırlar. Komşusuna, dostuna, akrabasına, milletine, devletine, vatanına her şeyine faydalı bir mü'mindirler. Hüda-i nabit gibi bir insan değildirler. İşte onlar bu âyette geçen "Allah'ın beraber olmayı emrettiği" sâdıklardır.
Peki, Allah'ın beraber olmamımızı istediği bu sâdıklar, nasıl insanlardır? Biz bunları nasıl seçeriz?
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: "Onların yüzlerinde secde eseri vardır…"
Peygamber Efendimiz de onları tarif ederken şöyle buyuruyor: "Dikkat edin! Sizin en hayırlı olanınızı size haber vereyim mi?"
Ashab, "Evet ey Allah'ın Resûlü bildir" dediler.
"Sizin en hayırlınız öyle kimselerdir, görüldüklerinde Allah hatırlanır."
Allah'ı hatırlatan kimdir? Allah dostlarıdır. Demek ki, Ahmet'e Mehmet'e sormaya gerek yok. Gözünü kapatıp onu hatırına getirdiğinde, o esnada kalbine Allah düşerse; o mü'min bir adamdır, müslim bir adamdır, vatanperverdir, devletini, bayrağını-sancağını; her şeyini sevendir. O zaman bilmek lazımdır ki, bu dürüst bir insandır. Ölçü budur. Hâkim unsur kişinin kalbidir.
Bunlar yapıldığında hatırlananlar kumar, servet, dünya menfeatleri gibi şeylerse, demek ki, bu kişi o sınıftan değildir. Bu konuda ölçü gâyet nettir.
Yine bu sâdık kullar, kulları Allah'a sevdirirler. Eşkıyayı, yalancıyı, dolandırıcıyı, üç kağıtçıyı, düzenbazı, o tipten insanları adam edip Allah'a sevdirirler.
Onları ikaz ve irşad ederek doğru yola; sırat-ı müstakime ulaştırırlar. Boş işlerle uğraşan, yanlış yolda olan insan, bu sayede Allah'ı seven biri hâline gelir. Ondan sonra Allah da o kullarını sever. Kulları Allah'a sevdirirler; Allah'da o kulları sever. Yani arada köprüdürler. Allah'ı kullara sevdiriyor, kullarıda Allah'a sevdiriyor.
Cenâb-ı Hakk bunlarla beraber olmayı istemeyi de âyet-i kerimesinde buyuruyor: "(Ey Rabb'imiz!) ...bizim için kendi tarafından bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katından bir yardımcı tâyin buyur..." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Şöyle buyurdu: "Dilin daima Allah'ın zikriyle ıslak kalsın.'"
Üç farklı insan üçü de, Allah'ı istiyor, Peygamber Efendimiz, üçüne de ayrı cevap veriyor. Bir peygamber ki, İslam'ı anlatırken bu kadar farklı diller kullanıyor. Bu işi hiç bilmeyen bizlerin O'nu devre dışı bırakarak İslamiyet'i öğrenmemiz mümkün müdür?
Nasıl ki tıpta, hukukta ve hatta hayatın her sahasında bir hocaya, bir üstada, onu bizzat yaşayan bir öğreticiye ihtiyaç vardır, ki yanlışa düşülmesin; İslam'ı doğru anlamamız için de Allah, peygamber gönderiyor.
Kur'ân-ı Kerim'de âyetler aynı kelimelerle zikredilmiş olmasına rağmen, çeşitli mânâlara gelir. Bu farklı mânâları bilmeyen kişi, bir yol gösteren olmazsa, mealleri okuyarak işin içinden çıkamaz.
Mesela; "salât" kelimesini ele alırsak; "es-salât" namaz demektir. Bir başka âyette, selâm mânâsına geliyor. Üçüncü mânâsı da duadır.
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salât (rahmet ve senâ) ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.
Burada "salât" kelimesi Resûlullah'a (s.a.a.) selâm mânâsında kullanılıyor. Bir başka âyette aynı kelime, "namaz" mânâsına geliyor.
"Sen de Rabb'in için namaz kıl ve kurban kesiver!"
Bir başka âyette ise; "Dua ve sabırla Allah'tan isteyin…" buyuruluyor.
Burada da "salât" dua, sabır, oruç mânâsına geliyor.
Kısacası, İslam'ı bilen, İslam'ı yaşayan, Kur'ân'ı bilen, Kur'ân'ı yaşayan insanların bunları bize öğretmesine ihtiyacımız var. Bir defa şunu çok iyi bilmek lazım; hiçbir ilim muallimsiz öğrenilmez. Ama Allah'ın lutfettiği kullar müstesna, onlar seçilmiş ve sevilmiş kullardır.
Örnek insanın ameli, Kur'ân'ın tarif ettiği, Peygamber Efendimizin hayata geçirdiği özellikleri yaşamasıdır. Buradaki hassas nokta şudur; mücerred olarak âyetlerde ifade edilen hususları insanın hayatına hâl olarak geçirebilmesi için canlı bir örneğe mâlik olması lazımdır.
Sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, iz'an, iman gibi hâller, insanın şekil olarak, hâl olarak karşısında görmekle elde edeceği durumlardır. Bu görülmediği takdirde sonuç alınamaz.
Mesela, huşû diyoruz;âyet-i kerimede var: "Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler"
Acaba huşû nasıl olacak? Bizim mürebbinin hâlini görmemiz lazım. Onu görmezsek; biz riya yaparız ama adına huşû deriz.
Binaenaleyh, müşahhas Kur'ân örneklerine ihtiyacımız var; buda Hz. Peygamber'i taklit ederek başlar. Yani Resûlullah'ın (s.a.a.) hayatını, hayatına geçirmesiyle başlar. Sonunda Allah da hakikatini ona ihsan eder. Ve ümmetin ikaz ve irşadında mânen vazife alarak bizleri temizler.
Cenâb-ı Hakk âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Ey imân edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz ve sâdıklar (doğrular) ile beraber olunuz."
Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerimede "herkesle olun" ya da "Müslümanlarla olun" demiyor, "sâdıklarla/doğrularla olun" diyor. Onun da sıfatı var; o seçilmiştir, sevilmiştir. Bu farklı bir insandır.
Kimlerdir bu doğrular? Bu yârenler kimlerdir? Onlar, Hak dostlarıdır. Onlar sabır, kanaat, tevekkül, tefekkür, zikir, hizmet ehlidirler.
Yani başkaları gibi tembel tembel yatıp uyumazlar. Gayretlidir, himmetlidir, çalışır, kazanır, dağıtırlar. Komşusuna, dostuna, akrabasına, milletine, devletine, vatanına her şeyine faydalı bir mü'mindirler. Hüda-i nabit gibi bir insan değildirler. İşte onlar bu âyette geçen "Allah'ın beraber olmayı emrettiği" sâdıklardır.
Peki, Allah'ın beraber olmamımızı istediği bu sâdıklar, nasıl insanlardır? Biz bunları nasıl seçeriz?
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: "Onların yüzlerinde secde eseri vardır…"
Peygamber Efendimiz de onları tarif ederken şöyle buyuruyor: "Dikkat edin! Sizin en hayırlı olanınızı size haber vereyim mi?"
Ashab, "Evet ey Allah'ın Resûlü bildir" dediler.
"Sizin en hayırlınız öyle kimselerdir, görüldüklerinde Allah hatırlanır."
Allah'ı hatırlatan kimdir? Allah dostlarıdır. Demek ki, Ahmet'e Mehmet'e sormaya gerek yok. Gözünü kapatıp onu hatırına getirdiğinde, o esnada kalbine Allah düşerse; o mü'min bir adamdır, müslim bir adamdır, vatanperverdir, devletini, bayrağını-sancağını; her şeyini sevendir. O zaman bilmek lazımdır ki, bu dürüst bir insandır. Ölçü budur. Hâkim unsur kişinin kalbidir.
Bunlar yapıldığında hatırlananlar kumar, servet, dünya menfeatleri gibi şeylerse, demek ki, bu kişi o sınıftan değildir. Bu konuda ölçü gâyet nettir.
Yine bu sâdık kullar, kulları Allah'a sevdirirler. Eşkıyayı, yalancıyı, dolandırıcıyı, üç kağıtçıyı, düzenbazı, o tipten insanları adam edip Allah'a sevdirirler.
Onları ikaz ve irşad ederek doğru yola; sırat-ı müstakime ulaştırırlar. Boş işlerle uğraşan, yanlış yolda olan insan, bu sayede Allah'ı seven biri hâline gelir. Ondan sonra Allah da o kullarını sever. Kulları Allah'a sevdirirler; Allah'da o kulları sever. Yani arada köprüdürler. Allah'ı kullara sevdiriyor, kullarıda Allah'a sevdiriyor.
Cenâb-ı Hakk bunlarla beraber olmayı istemeyi de âyet-i kerimesinde buyuruyor: "(Ey Rabb'imiz!) ...bizim için kendi tarafından bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katından bir yardımcı tâyin buyur..." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)