Etkileşim hayatın bir parçası, bir anlamda da kendisidir. Canlı cansız bütün mahlukat bir etkileşim içerisindedir.
Değişim ise cansız varlıklar için geçerlidir. Ateşe giren kömürün kor olması, kumun cam olması gibi. Yani asli varlığını yitirip başka bir varlığa dönüşmesi diyebiliriz.
Canlı varlıklar madde olarak değişime uğramazlar. Bir köpek, köpek olarak doğar ve ölür. Bir kartal, kartal olarak yumurtadan çıkar ve kartal olarak ölür. İnsan da böyledir.
Mahlukat içerisinde canlıların ayrı bir yeri olduğu gibi canlılar içerisinde insanoğlunun daha ayrı bir yeri vardır. İnsanların içerisinde ise iman ehlinin yani Müslümanların yeri en yüksek ve en mükemmel yerdir.
Evet, insanoğlu madden etkileşim içerisindedir ama asla değişime uğramaz. Ama manen durum bunun tam tersidir. Bu değişim iki türlüdür; Ya aslına rucu ederek mükemmele ulaşır veya aslını, yaratılış gayesini terk ederek aşağıların aşağısına iner.
Bu iki hali yaşayan bütün insanların iki gözü, iki kulağı, iki ayağı vs. vardır. Yani şeklen birbirinden ayırt edilemez ama gel gör ki, biri zirvede diğeri aşağıların aşağısındadır.
Şeklen değişime uğramayan veya yaratılış şeklini muhafaza eden insan hangi yönüyle değişime uğramıştır? Tabi ki “kalp” boyutuyla.
Prof. Dr. Haydar Baş insanı tarif ederken; “İnsan gönüldür, gönül” der. İşte o gönül sahiplerinin kalpleri, gönülleri Yüce Yaratıcının tecelli ettiği asıl “Beytullah’tır.” Bu gönül sahipleri bütün mahlukata rahmet nazarı ile bakarlar. Sevinmeleri, üzülmeleri, kızmaları, yemeleri, içmeleri hep Rab içindir, Rabbin rızası içindir. Çünkü “kendini çıkarmıştır aradan, bütün varlığını kaplamıştır Yaradan.”
Gönlünü, kalbini sahibine açmayan insanların kalpleri ise İmam Gazali Hazretlerinin buyurduğu gibi; “Onların kalpleri surette kalp ise de sirette kelptir. (köpektir)” Şeytan ve nefsin aç bıraktığı köpek en tehlikeli mahluktan daha tehlikeli, acımasız ve vahşidir.
İnsandaki bu dönüşüm, etkileşim ile başlar. Bildiğiniz gibi bu etkileşimi iki yönlüdür. Biri mükemmele götürür insanı diğeri “esfele safiline” (aşağıların aşağısına).
Bu noktada Ehl-i Beyt nefesi ile Müslüman olan Türk Milleti tarih boyunca hep etkileyen olmuştur. Prof. Dr. Haydar Baş Beyin liderliğinde düzenlenen Ehl-i Beyt konferanslarından öğrendik ki, Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri binlerce müridi (öğrencisi) ile Anadolu’ya gelmiş ve öyle bir hayat yaşamışlar ki, insanlar bu hayat tarzına ve yaşayanlara hayran kalmışlar ve İslam olmuşlardır.
Yine hepimizin bildiği gibi Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Bizans halkı, İstanbul’da Katolik külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi arzu etmişlerdi.
Ama geldiğimiz noktada ise tüm İslam toplumu ve özellikle bu topluma yüzyıllarca liderlik, önderlik etmiş Türk Milleti başka kültür ve inançları “etkileyen” vasfını kaybetmiş ve bu kültür ve inançlardan “etkilenen” bir duruma düşmüştür.
İşte bu etkilenmenin sonuçları olarak itikadi zafiyetler yanında ahlaki, sosyal ve siyasi zafiyetleri de peşinden gelmiştir. Tahmin ettiğiniz gibi bu tür etkilenmenin sonucu da dönüşümdür. Neye dönüşüm? Aslını terk ederek, insanlık vasfını kaybederek, sinelerdeki kalplerin, kelp olmasıdır. Yani küfre kulaç atmaktır, küfre koşmaktır, diyebiliriz… (devam edecek)
Değişim ise cansız varlıklar için geçerlidir. Ateşe giren kömürün kor olması, kumun cam olması gibi. Yani asli varlığını yitirip başka bir varlığa dönüşmesi diyebiliriz.
Canlı varlıklar madde olarak değişime uğramazlar. Bir köpek, köpek olarak doğar ve ölür. Bir kartal, kartal olarak yumurtadan çıkar ve kartal olarak ölür. İnsan da böyledir.
Mahlukat içerisinde canlıların ayrı bir yeri olduğu gibi canlılar içerisinde insanoğlunun daha ayrı bir yeri vardır. İnsanların içerisinde ise iman ehlinin yani Müslümanların yeri en yüksek ve en mükemmel yerdir.
Evet, insanoğlu madden etkileşim içerisindedir ama asla değişime uğramaz. Ama manen durum bunun tam tersidir. Bu değişim iki türlüdür; Ya aslına rucu ederek mükemmele ulaşır veya aslını, yaratılış gayesini terk ederek aşağıların aşağısına iner.
Bu iki hali yaşayan bütün insanların iki gözü, iki kulağı, iki ayağı vs. vardır. Yani şeklen birbirinden ayırt edilemez ama gel gör ki, biri zirvede diğeri aşağıların aşağısındadır.
Şeklen değişime uğramayan veya yaratılış şeklini muhafaza eden insan hangi yönüyle değişime uğramıştır? Tabi ki “kalp” boyutuyla.
Prof. Dr. Haydar Baş insanı tarif ederken; “İnsan gönüldür, gönül” der. İşte o gönül sahiplerinin kalpleri, gönülleri Yüce Yaratıcının tecelli ettiği asıl “Beytullah’tır.” Bu gönül sahipleri bütün mahlukata rahmet nazarı ile bakarlar. Sevinmeleri, üzülmeleri, kızmaları, yemeleri, içmeleri hep Rab içindir, Rabbin rızası içindir. Çünkü “kendini çıkarmıştır aradan, bütün varlığını kaplamıştır Yaradan.”
Gönlünü, kalbini sahibine açmayan insanların kalpleri ise İmam Gazali Hazretlerinin buyurduğu gibi; “Onların kalpleri surette kalp ise de sirette kelptir. (köpektir)” Şeytan ve nefsin aç bıraktığı köpek en tehlikeli mahluktan daha tehlikeli, acımasız ve vahşidir.
İnsandaki bu dönüşüm, etkileşim ile başlar. Bildiğiniz gibi bu etkileşimi iki yönlüdür. Biri mükemmele götürür insanı diğeri “esfele safiline” (aşağıların aşağısına).
Bu noktada Ehl-i Beyt nefesi ile Müslüman olan Türk Milleti tarih boyunca hep etkileyen olmuştur. Prof. Dr. Haydar Baş Beyin liderliğinde düzenlenen Ehl-i Beyt konferanslarından öğrendik ki, Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri binlerce müridi (öğrencisi) ile Anadolu’ya gelmiş ve öyle bir hayat yaşamışlar ki, insanlar bu hayat tarzına ve yaşayanlara hayran kalmışlar ve İslam olmuşlardır.
Yine hepimizin bildiği gibi Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Bizans halkı, İstanbul’da Katolik külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi arzu etmişlerdi.
Ama geldiğimiz noktada ise tüm İslam toplumu ve özellikle bu topluma yüzyıllarca liderlik, önderlik etmiş Türk Milleti başka kültür ve inançları “etkileyen” vasfını kaybetmiş ve bu kültür ve inançlardan “etkilenen” bir duruma düşmüştür.
İşte bu etkilenmenin sonuçları olarak itikadi zafiyetler yanında ahlaki, sosyal ve siyasi zafiyetleri de peşinden gelmiştir. Tahmin ettiğiniz gibi bu tür etkilenmenin sonucu da dönüşümdür. Neye dönüşüm? Aslını terk ederek, insanlık vasfını kaybederek, sinelerdeki kalplerin, kelp olmasıdır. Yani küfre kulaç atmaktır, küfre koşmaktır, diyebiliriz… (devam edecek)
Akın Aydın / diğer yazıları
- Keşke Filistin’i unutsaydınız Bilal Bey! / 03.01.2025
- Bu devlet ‘bebek katilinin’ himmetine muhtaç değildir / 02.01.2025
- Yeni yıla ve rahmet aylarına Ehl-i Beyt ile girmek / 01.01.2025
- Türkiye’deki cinayetlerden kim sorumlu? / 30.12.2024
- Peygamberimiz hayattayken de adına yalan söylenmişti / 29.12.2024
- Emekliler de Saray sofrasında çarpıldı / 28.12.2024
- Hüseyin Baş tabuları yıkıyor, ezberleri bozuyor / 27.12.2024
- Hüseyin Baş’tan Atatürk duruşu / 26.12.2024
- Türkiye’yi batırdı ama Suriye’yi ayağı kaldıracak! / 25.12.2024
- Bu sorumluluğu tarih değil ABD yükledi / 23.12.2024
- Bu devlet ‘bebek katilinin’ himmetine muhtaç değildir / 02.01.2025
- Yeni yıla ve rahmet aylarına Ehl-i Beyt ile girmek / 01.01.2025
- Türkiye’deki cinayetlerden kim sorumlu? / 30.12.2024
- Peygamberimiz hayattayken de adına yalan söylenmişti / 29.12.2024
- Emekliler de Saray sofrasında çarpıldı / 28.12.2024
- Hüseyin Baş tabuları yıkıyor, ezberleri bozuyor / 27.12.2024
- Hüseyin Baş’tan Atatürk duruşu / 26.12.2024
- Türkiye’yi batırdı ama Suriye’yi ayağı kaldıracak! / 25.12.2024
- Bu sorumluluğu tarih değil ABD yükledi / 23.12.2024