Kürşat'ın değirmenine gelen suyun kaynağını öğrenemedik. Kripto Fatih'in akıl hocasını öğrenemedik. Sezgin Baran Korkmaz'ın jetlerine binenleri, malum otellerinde kimlerin, kimlerle neler yaptığını da tam olarak öğrenemedik. Mafyadan maaşlı siyasetçi de ortalarda yok.
Ekşioğulları, tatlıoğulları, marinalar, yatlar, katlar, KİPTAŞ, PTT, Çay-kur, İBB'nin 13 milyarlık yolsuzluk dosyalarının akıbetini, Ankapark bataklığına düşen milyonlarca doları, 3, 5, 8, 10 maaşlı kişilerin çalışma azimlerinin kaynağını vs. hiçbir şeyi öğrenemeden gündem bir anda 8-10 yıl öncesine gitti.
Evet, 8-10 yaşında olanlar o meşhur dört bakanımızı pek hatırlamazlar. Ama şimdi hepsi 18-20 yaşlarında, seçme ve seçilme çağına geldiler. Onun için o dört bakanı ve gündemlerini şöyle kısaca bir hatırlayalım.
Birisi son İçişleri Bakanı Soylu'nun, 'benim yakınlarımın evinden para sayma makineleri çıkmadı' dediği eski bakan Muammer Güler ve oğlu idi.
Bir diğer bakan ise 2 yüz küsur bin dolarlık hediye saati ile gündeme gelmişti. 'Meclis kürsüsünden, 'ispat edin, istifa edeyim' çağrısında bulunmuştu. İspatta edilmişti. Ama istifa edilmemişti.
Üçüncü bakanımızı, dini mübin insanlarımız, 'bakara-makaradan, (haşa) ayet sallamaktan ve büyükelçi olarak ödüllendirilmesinden' hatırlar. Gerçi 'Z' kulağı da 32 bin liralık şampanya ile tanıdı.
Dördüncü bakanımız ise 'ne yaptımsa başbakanın talimatıyla yaptım' diye Erdoğan Bayraktar idi.
O günlerin en çok merak edileni ise 'Türkiye'de 800 milyon dolar rüşvet dağıttım' diyen Zarrab'ın değirmenine kimlerin su taşıdığı sorusuydu?
Neticede komplo denildi, gizli operasyon denildi, paralel yapı denildi ve mecliste, 'Yüce Divan'a' gitsinler mi, gitmesinler mi' oylaması yapıldı. Sayı çoğunluğu ile 'Yüce Divan'a' hayır, denildi.
Böylece ayakkabı kutularındaki milyonlarca dolar, para sayma makinelerinin ne kadar sayma rekoru kırdığı, 2 yüz bin dolarlık saatin, neyin karşılığında hediye edildiği, hesaplanamayan imar rantları, bu dört bakanın yargı önünde aklanması havada kaldı.
Peki, bu dört bakan neden Yüce Divana gönderilmedi, gönderilemedi?
Dönemin tanıkları, bu isimlerin Yüce Divana gidip, aklanmaları gerektiğini vurgulamış ama karşılarına, 'eğer Yüce Divan'a gidersek, üstümüzde kimin olduğunu söyleriz' restini çekmişlerdi.
Sosyal-hukuk devletinde böyle bir şey olabilir mi? Adaletin hakim olduğu bir ülkede bu mafya tehditlerine, yöneticiler pabuç bırakır mı? Bıraktılar.
İşte o isimlerden Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bugünlerde gündemi sarsmayan açıklamalarda bulundu.
Başka ülkelerde, hükümetlerin istifasına kadar gidebilecek açıklamalar ülkemizde gündemi hiç sarsmadı. Sarssaydı şimdi savcılar fazla mesaide olurdu!
Ne dedi Erdoğan Bayraktar?
"Dosyam var, dosyada ne varsa kabul ediyorum, benim suçum. Telefondaki konuşmalar bana aittir, tapeler bana aittir, renkli çekilen kameralar, teknik takiptekilerin hepsi bana aittir."
Yani o dönem ki bütün suçlamaları kabul etti.
Başka?
AKP'de yağcılık devri de bitti, şebeklik devri başladı. AKP'de şebekler var… Şu anda bakıyoruz, berberden kasap, kasaptan terzi, terziden kuyumcu, tüccardan ormancı var… Şu andaki durumun iyi olmadığı açık. Bunu sen de görüyorsun, ben de görüyorum".
Yani AKP'de liyakat ve ehliyet söylemlerinin boş laf olduğu şu cümlelerle itiraf etti!
Başka?
Zarrab'ı tanımam… Cumhurbaşkanı, beni harcadı, FETÖ bile bana, hırsız, yolsuz ya da rüşvetçi diyememişken beni de aynı çuvala koydu. Dört tane bakan ile beni de hırsız diye tasvir edildim… Benim dosyamda hırsızlık yok, görevi kötüye kullanma var…
Ben, kendimi ayırmak istedim orada, ama gücüm yetmedi. Benim gücüm yetmez, döverler beni öldürürler beni bilmem ne yaparlar. O kadar gücüm yok benim" dedi.
Bu açıklamalardan sonra ne oldu, kim aradıysa ertesi gün; "Tapeleri ve teknik takip tutanaklarını tarafsız gözle okuyan herkes, dosyanın ne kadar boş olduğunu ve ne kadar zalimce hazırlandığını anlayacaktır" dedi.
Herkes anlayacağını anladı Sayın Bayraktar. Keşke ölümden değil de, ölümden sonrası için korksaydınız!
Cemil Çiçek
Erdoğan Bayraktar, o yıllarda Meclis Başkanlığı yapan Cemil Çiçek'in, kendisini Erdoğan'ın adamı olduğu için hiç sevmemesine rağmen 'Erdoğan dosyasını, onların arasına sokmayın' diye için yalvardığını söyledi. Kime yalvardığını söylemedi?
Barış Pehlivan bu açıklamalardan sonra Cemil Çiçek ile görüşüyor.
Cemil Çiçek o dönem gerekenleri söylediği ifade edip şöyle diyor; "Bu dosyalar Yüce Divan'a gitmeliydi. Gitseydi ve bir karar çıksaydı, bugün bunlar konuşulmazdı. Yüce Divan'da müspet ya da menfi bir karar çıkacaktı ve daha sağlıklı sonuçlanacaktı.
Burada bir nokta daha tartışılmalı. O da şu ki: Muhalefetin bile neden aylar sonra, ancak Mart 2014'te soruşturma önergesi verdiğidir."
Artık yoruma gerek yok.
İlgilenenler için Hz. Peygamberin (s.a.a.v) şu hadisini hatırlatayım; "Kim devlet-millet malından aşıran bir kimseyi saklar, himaye ederse; o da, onun gibidir" (Ebu Davud, Cihad, 15-135/2716).
- ‘Erdoğan Amca adım Danya Ebu Muhsin’ / 20.04.2025
- 2 bin değil 2 bin 600 yıldır yapılanamayanı yaptılar? / 19.04.2025
- Gazze’den tehciri, ‘hicret’ olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar / 18.04.2025
- Sahada yaşananlar Erdoğan’ı teyit etmiyor / 17.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025