Eko-anksiyete hızla yayılıyor
Son yıllarda çevresel sorunların artmasıyla birlikte, eko-anksiyete terimi daha sık duyulmaya başlandı
27.08.2024 15:05:00
Fahri Fatih Özcan
Fahri Fatih Özcan
Son yıllarda çevresel sorunların artmasıyla birlikte, eko-anksiyete terimi daha sık duyulmaya başlandı. Eko-anksiyete, bireylerin doğal afetler ve iklim değişikliği gibi durumların yaratabileceği olumsuz etkilerle ilgili duyduğu yoğun kaygı olarak tanımlanıyor. Bu durum, bireylerde çaresizlik, umutsuzluk, uyku bozuklukları, öfke kontrol sorunları ve depresyon gibi belirtilere yol açabiliyor.
Eko-anksiyete, bireylerin günlük yaşamını etkileyerek, karar alma süreçlerinde zorlanmalara ve sosyal ilişkilerde sorunlara neden olabiliyor. Doğal afetler ve yangınlar gibi olaylar, bireylerin yaşamlarını doğrudan tehdit eden ciddi stresörler olarak öne çıkıyor ve eko-anksiyeteyi tetikleyen en önemli unsurlar arasında yer alıyor. Bu tür olaylar sonrasında, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), akut stres bozukluğu ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar yaygın olarak görülüyor.
Yangınların ve diğer afetlerin yıkıcı etkileri, sadece fiziksel kayıplarla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda toplumsal bağların zedelenmesine, güvenlik duygusunun sarsılmasına ve gelecekle ilgili ciddi kaygılara da yol açabiliyor. Özellikle yaz aylarında hava sıcaklıklarının artması ve kuraklık nedeniyle yangın riskinin yükselmesi, kişilerin sürekli olarak tetikte olmasına, huzursuz hissetmesine ve hatta yangın haberlerine karşı aşırı duyarlı hale gelmesine neden olabiliyor.
Çevresel felaketlerin kaçınılmaz olduğu düşüncesi, bireylerin kendini sürekli bir tehdit altında hissetmesine ve genel yaşam kalitesinin düşmesine yol açabiliyor. Bu durum, kişilerin gelecekle ilgili planlar yapmaktan kaçınmasına veya çocuk sahibi olmamayı tercih etmesine kadar varabiliyor. Örneğin, büyük bir deprem yaşamış bir kişi, bu olay sonrasında sürekli olarak başka depremlerin olacağı korkusuna kapılabiliyor. Bu kişi, gelecekte daha büyük depremler olacağı endişesiyle sürekli tetikte olabiliyor ve her an bir deprem olacakmış gibi bir kaygı içinde yaşayabiliyor.
Deprem sonrası yaşanan bu tür eko-anksiyete, bireyin günlük yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyerek uyku sorunları, sosyal izolasyon ve sürekli bir güvensizlik hissi yaratıyor. Kişinin evinde ya da iş yerinde güvenlik önlemlerini aşırı derecede artırmasına neden olabilecek bu kaygı, sürekli olarak deprem çantası hazırlamak, kaçış planları oluşturmak veya depremle ilgili haberleri obsesif bir şekilde takip etmek gibi davranışlar doğurabiliyor.
Eko-anksiyete, bireylerin günlük yaşamını etkileyerek, karar alma süreçlerinde zorlanmalara ve sosyal ilişkilerde sorunlara neden olabiliyor. Doğal afetler ve yangınlar gibi olaylar, bireylerin yaşamlarını doğrudan tehdit eden ciddi stresörler olarak öne çıkıyor ve eko-anksiyeteyi tetikleyen en önemli unsurlar arasında yer alıyor. Bu tür olaylar sonrasında, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), akut stres bozukluğu ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar yaygın olarak görülüyor.
Yangınların ve diğer afetlerin yıkıcı etkileri, sadece fiziksel kayıplarla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda toplumsal bağların zedelenmesine, güvenlik duygusunun sarsılmasına ve gelecekle ilgili ciddi kaygılara da yol açabiliyor. Özellikle yaz aylarında hava sıcaklıklarının artması ve kuraklık nedeniyle yangın riskinin yükselmesi, kişilerin sürekli olarak tetikte olmasına, huzursuz hissetmesine ve hatta yangın haberlerine karşı aşırı duyarlı hale gelmesine neden olabiliyor.
Çevresel felaketlerin kaçınılmaz olduğu düşüncesi, bireylerin kendini sürekli bir tehdit altında hissetmesine ve genel yaşam kalitesinin düşmesine yol açabiliyor. Bu durum, kişilerin gelecekle ilgili planlar yapmaktan kaçınmasına veya çocuk sahibi olmamayı tercih etmesine kadar varabiliyor. Örneğin, büyük bir deprem yaşamış bir kişi, bu olay sonrasında sürekli olarak başka depremlerin olacağı korkusuna kapılabiliyor. Bu kişi, gelecekte daha büyük depremler olacağı endişesiyle sürekli tetikte olabiliyor ve her an bir deprem olacakmış gibi bir kaygı içinde yaşayabiliyor.
Deprem sonrası yaşanan bu tür eko-anksiyete, bireyin günlük yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyerek uyku sorunları, sosyal izolasyon ve sürekli bir güvensizlik hissi yaratıyor. Kişinin evinde ya da iş yerinde güvenlik önlemlerini aşırı derecede artırmasına neden olabilecek bu kaygı, sürekli olarak deprem çantası hazırlamak, kaçış planları oluşturmak veya depremle ilgili haberleri obsesif bir şekilde takip etmek gibi davranışlar doğurabiliyor.