12 Eylül öncesi terör mağdurlarından biri de benim. Şöyle ki; Gaziantep'te Eğitim Enstitüsünde gece bölümünde Matematik öğretmenliğinde okuyorduk. Hemen her gün her gece olaylar meydana geliyor onlarca genç birbirini öldürüyordu. Bir gecede eğitim enstitüsü yakınlarında birkaç kişi öldürülmüş haberi geldi okula.
Bunu duyan ailem hayati tehlike sezdikleri için okuldan kaydımı sildirerek vatani görevimi yapmak üzere beni Kilis Askerlik Şubesine teslim ettiler. Askeri celp tarihi geçince bakaya kalmış askerleri er olarak (devre kaybı) silah altına alırlardı. Ben de celp dönemi dışında okulla ilişkimi kestiğim için otomatik olarak devre kaybı statüsüne düştüm.
Vatani Hizmet için görev yerim Denizli oldu. Devre kaybı olarak askere alınanlar daha çok geri hizmet işlerine verilirdi. Neredeyse Tugay'ın bütün yükü devre kayıplarının üzerine kalırdı. Günlerimizin neredeyse yarısından çoğu eğitim alanında diğer yarısı da geri hizmet işlerinde geçerdi.
O zaman askerlikte üst devre meselesi vardı. Üst devre olanlar alttakilere pek de iyi davranmazdı. Bu bir gelenek olarak süre gelirdi. Gerçi şimdi bunlar kalmadı. 1980 yılından bahsediyorum.
Lafı fazla uzatmadan asıl meselemize gelelim. Eğitim alanında bir gün Eğitim Çavuşumuz değişik bir uygulama yaptı. Er olarak görev yapanların her birine 5 dakikalık çavuşluk görevi verdi.
Eğitim Çavuşumuz: "Sizi yetkili kılıyoruz. İsteyen istediği komutları verebilir istediği uygulamayı yapabilir" dedi.
Rol icabı çavuşluk sırası gelen adeta canavar kesiliyordu. Öyle manzaralarla karşılaştık ki er arkadaşına tokat atanı mı desem, yat-sürün, otur-kalk şuraya koş buraya koş diyerek samimi arkadaşlarına bile kötü muamelede bulunanlar oldu. Bu uygulama çok uzun sürmedi.
Eğitim Çavuşumuz uygulamayı sonlandırarak şu sohbeti yaptı:
"Bu uygulamayla size kendinizi gösterdik. Elinizde yetki olmadığı zaman etkisiz elaman olduğunuzdan sadece mecburi itaat ediyorsunuz. Gerçek kişiliğinizi gizliyorsunuz. Bakınız 5 dakikalık bir yetki verdik; melek zannettiğiniz, 'en yakın arkadaşım' dediğiniz bazı dostlarınıza bile olmaz türlü eziyeti ettiniz. Biraz daha zaman ve imkân versek daha neler yapardınız neler."
Bu bir basit uygulama gibi görünse de insan psikolojini anlamak adına güzel bir örnektir. İnsanın içinde gizlediği iyi ya da kötü huyları ancak uygun ortam oluşunca meydana çıkar.
Bunu izah sadedinde atalarımız "Köyden indim şehire, şaşırdım birdenbire" derler. İnsanoğlunun gerçek halinin meydana çıkması için uygun ortamlarda sınava tabi tutulmasıyla gerçekler meydana çıkıyor.
Bu sebeple güzel ahlak, liyakat ve ehliyet sahibi olmadığı halde kimsenin önemli görevlere getirilmemesi gerekmektedir. Bugün ülkemizde yaşanan sorunların kaynağı, güzel ahlaktan mahrum kişilerin çoğunlukta olmasıdır. Güzel ahlak, ehliyet ve liyakat sahiplerine selam olsun.
Bu sebeple Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız 'önce insan' diyerek öncelikle insanın kendi yararına kazanılmasını esas almıştır. Aksi halde insanların ele geçirdikleri para, makam, şöhret gücü sayesinde kötü emellerini hayata geçirmek için çalışacağına dikkat çekmiş hem kendinin hem de toplumun zarar göreceğini söylemiştir. Rabbim bizi kendi nefsimizin ve şeytanın şerrinden korusun. Âmin.
- Ehliyet, liyakat ve güzel ahlak ilişkisi / 06.01.2025
- Dayanmalısın, sen milletimizin umudusun Hüseyin! / 04.01.2025
- Recep ayında okunacak dua ve kılınacak namaz / 03.01.2025
- Regâib Gecesi ve kılınacak namaz / 02.01.2025
- Receb ayı, Regaib gecesi ve çeşitli tevafuklar / 01.01.2025
- Nefisle mücadele en büyük cihattır / 31.12.2024
- Yetmez mi bu kadar hırs? / 30.12.2024
- Neredeler; ‘Haram lokmalar yiyip dünya benim diyenler?’ / 28.12.2024
- Yalancıların akıbeti! / 27.12.2024