Ehl-i Beyt ilim merkezinin kurulması
Salih cemaatin kurulması faaliyeti İmam Muhammed Bakır zamanında başlamış bir şey değildir. Bu hareket esas itibariyle Resulûllah zamanında başlamıştır. İmam Ali tarafından sürdürülmüştür
17.04.2022 23:50:00





Salih cemaatin kurulması faaliyeti İmam Muhammed Bakır zamanında başlamış bir şey değildir. Bu hareket esas itibariyle Resulûllah zamanında başlamıştır. İmam Ali tarafından sürdürülmüştür.
Bu faaliyet Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin zamanında da aynı şeklide devam etmiştir. Hz. Hüseyin'in felaketinden sonra genişleme noktasında bir durgunluk geçiren bu hareket, İmam Zeynelabidin'in son zamanlarında yeniden başlamış, İmam Muhammed Bâkır döneminde devam etmiştir. İmam Cafer zamanında da artarak sürmüştür.
Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt'i seven salih cemaatin niteliklerini açıklamaya, derinlik kazandırmaya başladı ve ilk adım olarak onlara toplum içinde oynadıkları rolü izah etti.
Kendisi şöyle buyurmuştur:
"Bizi sevenler; bizim dostluğumuz uğruna birbirlerine karşı cömert davranan, bizim sevgimizden dolayı birbirlerini seven, bizim hakkımızın geri alınması için birbirlerine destek olan, öfkelendikleri zaman zulmetmeyen, memnun kaldıkları zaman aşırı gitmeyen, komşuları için bereket olan, aralarında yaşayan kimseler için barışın ve esenliğin güvencesi olan kimsedir."
İmam Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt'i seven ve onların yolundan giden insanların sabırlarını arttırmak, duyarlılıklarını keskinleştirmek, Allah yolunda azim ve mücadele güçlerini arttırmak için de çaba gösteriyordu.
Kendisine, "Vallahi ben Ehl-i Beyt'i seviyorum" diyen bir adama şunları söyledi:
"O halde başına gelecek belalara karşı bir koruyucu elbise edin, Allah'a yemin ederim ki belalar, selin vadiye akmasından daha hızlı bir şekilde bizim ve sevenlerimizin üzerine akar. Önce bizim başımıza bela gelir, sonra sizin. Önce biz rahata kavuşuruz, sonra siz."
Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt'i sevenleri şu şeklide uyarıyordu.
"Her beldede bizi sevenler öldürülecek, sırf bunlar Ehl-i Beyt'i sevebilirler zannı ile elleri ve ayakları kesilecektir. Bizi sevdiğinden söz eden veya bizim tarafımıza geçen kimse derhal zindana atılacak, malı talan edilecek ve evi yakılacaktır."
Ehl-i Beyt ilim merkezinin kurulması
Bu dönemde artık İslami ilimlerin öğretildiği bir mektebin kurulması zorunlu bir hale gelmişti. İnsanlar uzun bir zamandır Ehl-i Beyt'in fikirleri ve fetvaları doğrultusunda bilinçlenmekten mahrum bırakılmıştı.
Ehl-i Beyt'in fıkhının aktarımı belli kanallar ve kişiler aracılığı ile gizli olarak yapılıyordu.
Öte yandan genişleyen İslam toplumu, bir çok mesele ile karşılaşıyordu. Ancak Müslümanların elinde bunlara verecek cevaplar yoktu.
Yine bu dönemde ortaya çıkan aşırı fikir ekolleri de ayrı bir problemdi (Rey Ekolü vs.). Rey Ekolü özetle şu fikri içermekteydi: "Resülullah'tan nakledilen nasslar ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte değildir. Bunun sonucunda müçtehidin sübjektif yaklaşımı devreye girer ve insan kendi düşüncesi istikametinde hüküm beyan etmeye başlar."
Bu, Ehl-i Beyt Ekolü'nün dışında gelişen bir anlayıştır. Bu arada Rey Ekolü'ne karşılık Hadis Ekolü ortaya çıktı.
İşte Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt anlayışını ve fıkhını iyi bilen insanlar yetiştirmek suretiyle donanımlı bir kadro meydana getirdi. Maksadı İslam'ın hakikatine uymayan her türlü akımla mücadele etmekti.
Bu noktada Câbir el-Cufi, Zurare, Eban b. Tağlib gibi isimleri sayabiliriz.
İmam Muhammed Bâkır, Eban b. Tağlib'e şunları söylüyor:
"Medinelilerle birlikte otur, çünkü ben, sevenlerimin arasında senin gibi birinin görülmesini seviyorum."
Ahmed b. Ali en-Necaşi'nin er-Rical'inde, s. 10'da şöyle geçmektedir:
"Medine Mescidi'nde otur ve insanlara fetva ver. Çünkü ben bağlılarım arasında senin gibi birisinin olduğunun görülmesini seviyorum."
Muhammed Bâkır, bu kadroyu her türlü ilmî meselenin ve tartışmanın altından kalkabilecek donanımda yetiştirmekteydi.
Bunlar, gerek diyalog, gerekse münazara yoluyla başta İmam Ali olmak üzere Ehl-i Beyt'e yönelik her türlü şüpheyi ortadan kaldırma mücadelesi verdiler.
Abdurrahman b. Haccac şöyle anlatıyor:
"Eban b. Tağlib'in meclisindeydik. O sırada bir genç içeri girdi ve dedi ki, "Ey Ebu Said! Peygamberimizin sahabelerinden kaç kişinin Ali b. Ebu Tâlib ile birlikte olduklarını söyler misin?"
Eban onun maksadını anladı ve hemen cevap verdi: "Bana öyle geliyor ki sen, Ali'yi ona uyan sahabelerle tanımak istiyorsun?"
Adam, "evet" dedi. O zaman Eban ona şu cevabı verdi: Allah'a yemin ederim ki, biz onların -sahabenin- faziletini ancak Ali'ye tâbi olmaları ile bildik."
Ehl-i Beyt'in sevenlerinden bir diğeri olan Mü'min et-Tak'ın ise Haricilerin sapık fikirlerine ve uyandırdıkları şüphelere karşı müthiş cevaplar verdiğini görüyoruz:
"Mü'min et-Tak bir gün Kûfe'de Haricilerin liderlerinden birinin yanına gider ve ona şöyle der:
"Ben dinim hakkında basiret üzereyim. Duydum ki sen adaleti vasfediyorsun. Bu yüzden saflarınıza katılmak istedim."
Haricilerin lideri adamlarına dedi ki: "Eğer bu adam size katılırsa yararlı olacaktır."
Mümin et-Tak adama sordu: "Niçin Ali b. Ebi Tâlib'den ayrıldınız ve onun öldürülmesini ve onunla savaşılmasını helal saydınız?"
Haricilerin lideri, "Çünkü O, Allah'ın dininde insanları hakem etti" dedi.
O zaman Mü'min sordu: "Allah'ın dininde hakem tayin eden herkesin katlini helal mi sayıyorsunuz?"
Adam, "evet" dedi. Bunun üzerine Mü'min:
"O zaman seninle tartışma ve sonunda senin görüşüne katılmak üzere geldiğim dinini bana anlat. Eğer benim delilim senin delilinden üstün gelirse kim bizden yanlış yapanın yanlışını belirleyecek ve doğru söyleyenin doğru söylediğini tayin edecek?"
Bunun üzerine Haricilerin lideri ed-Dahhak arkadaşlarından birini gösterdi, "Bu, ikimiz arasında hakemlik yapacaktır" dedi.
Tam da bu noktada Mü'min et-Tak, orada bulunan Haricilere döndü ve şöyle dedi:
"Sizin şu lideriniz, Allah'ın dini ile ilgili olarak bir insanı hakem tayin etti (ve öldürülmesi gerekir)."
İşte İmam Bâkır, zamanında temeli atılmış olan Ehl-i Beyt'in bu ilim kadrosu daha sonra İmam Câfer'in etrafındaki cemaatin de temelini teşkil etmiştir." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Cafer eserinden)
Bu faaliyet Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin zamanında da aynı şeklide devam etmiştir. Hz. Hüseyin'in felaketinden sonra genişleme noktasında bir durgunluk geçiren bu hareket, İmam Zeynelabidin'in son zamanlarında yeniden başlamış, İmam Muhammed Bâkır döneminde devam etmiştir. İmam Cafer zamanında da artarak sürmüştür.
Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt'i seven salih cemaatin niteliklerini açıklamaya, derinlik kazandırmaya başladı ve ilk adım olarak onlara toplum içinde oynadıkları rolü izah etti.
Kendisi şöyle buyurmuştur:
"Bizi sevenler; bizim dostluğumuz uğruna birbirlerine karşı cömert davranan, bizim sevgimizden dolayı birbirlerini seven, bizim hakkımızın geri alınması için birbirlerine destek olan, öfkelendikleri zaman zulmetmeyen, memnun kaldıkları zaman aşırı gitmeyen, komşuları için bereket olan, aralarında yaşayan kimseler için barışın ve esenliğin güvencesi olan kimsedir."
İmam Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt'i seven ve onların yolundan giden insanların sabırlarını arttırmak, duyarlılıklarını keskinleştirmek, Allah yolunda azim ve mücadele güçlerini arttırmak için de çaba gösteriyordu.
Kendisine, "Vallahi ben Ehl-i Beyt'i seviyorum" diyen bir adama şunları söyledi:
"O halde başına gelecek belalara karşı bir koruyucu elbise edin, Allah'a yemin ederim ki belalar, selin vadiye akmasından daha hızlı bir şekilde bizim ve sevenlerimizin üzerine akar. Önce bizim başımıza bela gelir, sonra sizin. Önce biz rahata kavuşuruz, sonra siz."
Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt'i sevenleri şu şeklide uyarıyordu.
"Her beldede bizi sevenler öldürülecek, sırf bunlar Ehl-i Beyt'i sevebilirler zannı ile elleri ve ayakları kesilecektir. Bizi sevdiğinden söz eden veya bizim tarafımıza geçen kimse derhal zindana atılacak, malı talan edilecek ve evi yakılacaktır."
Ehl-i Beyt ilim merkezinin kurulması
Bu dönemde artık İslami ilimlerin öğretildiği bir mektebin kurulması zorunlu bir hale gelmişti. İnsanlar uzun bir zamandır Ehl-i Beyt'in fikirleri ve fetvaları doğrultusunda bilinçlenmekten mahrum bırakılmıştı.
Ehl-i Beyt'in fıkhının aktarımı belli kanallar ve kişiler aracılığı ile gizli olarak yapılıyordu.
Öte yandan genişleyen İslam toplumu, bir çok mesele ile karşılaşıyordu. Ancak Müslümanların elinde bunlara verecek cevaplar yoktu.
Yine bu dönemde ortaya çıkan aşırı fikir ekolleri de ayrı bir problemdi (Rey Ekolü vs.). Rey Ekolü özetle şu fikri içermekteydi: "Resülullah'tan nakledilen nasslar ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte değildir. Bunun sonucunda müçtehidin sübjektif yaklaşımı devreye girer ve insan kendi düşüncesi istikametinde hüküm beyan etmeye başlar."
Bu, Ehl-i Beyt Ekolü'nün dışında gelişen bir anlayıştır. Bu arada Rey Ekolü'ne karşılık Hadis Ekolü ortaya çıktı.
İşte Muhammed Bâkır, Ehl-i Beyt anlayışını ve fıkhını iyi bilen insanlar yetiştirmek suretiyle donanımlı bir kadro meydana getirdi. Maksadı İslam'ın hakikatine uymayan her türlü akımla mücadele etmekti.
Bu noktada Câbir el-Cufi, Zurare, Eban b. Tağlib gibi isimleri sayabiliriz.
İmam Muhammed Bâkır, Eban b. Tağlib'e şunları söylüyor:
"Medinelilerle birlikte otur, çünkü ben, sevenlerimin arasında senin gibi birinin görülmesini seviyorum."
Ahmed b. Ali en-Necaşi'nin er-Rical'inde, s. 10'da şöyle geçmektedir:
"Medine Mescidi'nde otur ve insanlara fetva ver. Çünkü ben bağlılarım arasında senin gibi birisinin olduğunun görülmesini seviyorum."
Muhammed Bâkır, bu kadroyu her türlü ilmî meselenin ve tartışmanın altından kalkabilecek donanımda yetiştirmekteydi.
Bunlar, gerek diyalog, gerekse münazara yoluyla başta İmam Ali olmak üzere Ehl-i Beyt'e yönelik her türlü şüpheyi ortadan kaldırma mücadelesi verdiler.
Abdurrahman b. Haccac şöyle anlatıyor:
"Eban b. Tağlib'in meclisindeydik. O sırada bir genç içeri girdi ve dedi ki, "Ey Ebu Said! Peygamberimizin sahabelerinden kaç kişinin Ali b. Ebu Tâlib ile birlikte olduklarını söyler misin?"
Eban onun maksadını anladı ve hemen cevap verdi: "Bana öyle geliyor ki sen, Ali'yi ona uyan sahabelerle tanımak istiyorsun?"
Adam, "evet" dedi. O zaman Eban ona şu cevabı verdi: Allah'a yemin ederim ki, biz onların -sahabenin- faziletini ancak Ali'ye tâbi olmaları ile bildik."
Ehl-i Beyt'in sevenlerinden bir diğeri olan Mü'min et-Tak'ın ise Haricilerin sapık fikirlerine ve uyandırdıkları şüphelere karşı müthiş cevaplar verdiğini görüyoruz:
"Mü'min et-Tak bir gün Kûfe'de Haricilerin liderlerinden birinin yanına gider ve ona şöyle der:
"Ben dinim hakkında basiret üzereyim. Duydum ki sen adaleti vasfediyorsun. Bu yüzden saflarınıza katılmak istedim."
Haricilerin lideri adamlarına dedi ki: "Eğer bu adam size katılırsa yararlı olacaktır."
Mümin et-Tak adama sordu: "Niçin Ali b. Ebi Tâlib'den ayrıldınız ve onun öldürülmesini ve onunla savaşılmasını helal saydınız?"
Haricilerin lideri, "Çünkü O, Allah'ın dininde insanları hakem etti" dedi.
O zaman Mü'min sordu: "Allah'ın dininde hakem tayin eden herkesin katlini helal mi sayıyorsunuz?"
Adam, "evet" dedi. Bunun üzerine Mü'min:
"O zaman seninle tartışma ve sonunda senin görüşüne katılmak üzere geldiğim dinini bana anlat. Eğer benim delilim senin delilinden üstün gelirse kim bizden yanlış yapanın yanlışını belirleyecek ve doğru söyleyenin doğru söylediğini tayin edecek?"
Bunun üzerine Haricilerin lideri ed-Dahhak arkadaşlarından birini gösterdi, "Bu, ikimiz arasında hakemlik yapacaktır" dedi.
Tam da bu noktada Mü'min et-Tak, orada bulunan Haricilere döndü ve şöyle dedi:
"Sizin şu lideriniz, Allah'ın dini ile ilgili olarak bir insanı hakem tayin etti (ve öldürülmesi gerekir)."
İşte İmam Bâkır, zamanında temeli atılmış olan Ehl-i Beyt'in bu ilim kadrosu daha sonra İmam Câfer'in etrafındaki cemaatin de temelini teşkil etmiştir." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Cafer eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.