Dün ne demiştik?
"AB, Rum Kesimini Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak birliğe almak ve bu şekilde AB'nin Doğu Akdeniz'deki etkinliğini güçlendirmek niyetindedir."
Ancak; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın imzaladığı Londra ve Zürih Anlaşmalarına göre, ada üzerinde garantörlük hakkı elde eden bu üç ülkeden birinin izni olmadan Kıbrıs'ın hiçbir uluslararası kuruma dahil olması mümkün değildir. Anlaşmanın ilk maddesi şöyle diyor:
"Kıbrıs Cumhuriyeti, tümünün ya da bir parçasının, herhangi bir devletle, herhangi bir siyasal ya da ekonomik birliğe katılmayacağı yükümlülüğü üstlenmiştir. Bu çerçevede dolaysız bir birliğe katılanın yolunu açabilecek olan her etkinliği de yasakladığını açıklar.
Madde gayet açık olmasına rağmen, sanki bu anlaşma hiç imzalanmamış gibi Kıbrıs Rum Kesimi'nin hem de adanın tümünü temsil ederek AB'ye dahil olmasından söz ediliyor. Türkiye'ye bu konuda hiçbir söz hakkı tanınmadığı gibi bu konuda yapacağı herhangi bir itiraz "politik ve manevi açıdan geçersiz sayılacaktır."
Bu yaklaşım açıkça uluslararası anlaşmaların yok sayılmasından başka bir şey değildir. Batı'nın geleneksel yaklaşım tarzıdır bu. Batı için esas olan doğrular değil, çıkarlardır. Hatırlanacağı gibi 1974 Kıbrıs çıkarmasında, yüzde yüz değil, yüzde beş yüz haklı olduğumuz bu meselede top yekun Avrupa karşımızda yer almıştı.
28 yıl sonra bugün aynı mantık, aynı yaklaşım tarzıyla "Türkiye Kıbrıs'ın kuzeyini işgal etmiştir" diyor.
Yine aynı mantık Ege'yi bir Yunan denizi olarak görme isteğini diplomatik bir dille ifade ediyor.
Avrupa Parlamentosu'nun 15 Şubat 1996 tarihli kararı:
"Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin AB'nin bir üye devleti olan Yunanistan'ın egemenlik haklarını tehlikeli bir biçimde ihlal etmesinden ve Ege'deki gerginliğin artmasından ciddi biçimde kaygı duymaktadır... Avrupa Parlamentosu Yunanistan'ın sınırlarının aynı zamanda AB'nin sınırları olduğunu vurgular."
AB'ye endekslenmiş politikaların milli çıkarlarımıza ve ulusal bağımsızlığımıza ne derece ters düştüğü ortada olduğuna göre BTP hariç bütün siyasi partilerin "AB olmadan olmaz" anlayışına dayalı politikalarına akıl erdirmek mümkün değildir.
Bağımsız Türkiye Partisi ise milletimize pek çok zararı dokunan, birliğimizi ve bağımsızlığımızı tehlikeye sokan AB'ye endekslenmiş anlayışlara karşıdır. Her alanda tam bağımsız bir siyaseti ve tam manasıyla milli bir duruşu savunmaktadır.
Dikkat edilirse dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Bir parçası olmak için uğraşıp durduğumuz Avrupa, haklının, doğrunun değil, çıkarlarının peşindedir. Ve bu "çıkarlar" her zaman ve zeminde bizim ulusal çıkarlarımızla çatışmaktadır.
"AB, Rum Kesimini Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak birliğe almak ve bu şekilde AB'nin Doğu Akdeniz'deki etkinliğini güçlendirmek niyetindedir."
Ancak; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın imzaladığı Londra ve Zürih Anlaşmalarına göre, ada üzerinde garantörlük hakkı elde eden bu üç ülkeden birinin izni olmadan Kıbrıs'ın hiçbir uluslararası kuruma dahil olması mümkün değildir. Anlaşmanın ilk maddesi şöyle diyor:
"Kıbrıs Cumhuriyeti, tümünün ya da bir parçasının, herhangi bir devletle, herhangi bir siyasal ya da ekonomik birliğe katılmayacağı yükümlülüğü üstlenmiştir. Bu çerçevede dolaysız bir birliğe katılanın yolunu açabilecek olan her etkinliği de yasakladığını açıklar.
Madde gayet açık olmasına rağmen, sanki bu anlaşma hiç imzalanmamış gibi Kıbrıs Rum Kesimi'nin hem de adanın tümünü temsil ederek AB'ye dahil olmasından söz ediliyor. Türkiye'ye bu konuda hiçbir söz hakkı tanınmadığı gibi bu konuda yapacağı herhangi bir itiraz "politik ve manevi açıdan geçersiz sayılacaktır."
Bu yaklaşım açıkça uluslararası anlaşmaların yok sayılmasından başka bir şey değildir. Batı'nın geleneksel yaklaşım tarzıdır bu. Batı için esas olan doğrular değil, çıkarlardır. Hatırlanacağı gibi 1974 Kıbrıs çıkarmasında, yüzde yüz değil, yüzde beş yüz haklı olduğumuz bu meselede top yekun Avrupa karşımızda yer almıştı.
28 yıl sonra bugün aynı mantık, aynı yaklaşım tarzıyla "Türkiye Kıbrıs'ın kuzeyini işgal etmiştir" diyor.
Yine aynı mantık Ege'yi bir Yunan denizi olarak görme isteğini diplomatik bir dille ifade ediyor.
Avrupa Parlamentosu'nun 15 Şubat 1996 tarihli kararı:
"Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin AB'nin bir üye devleti olan Yunanistan'ın egemenlik haklarını tehlikeli bir biçimde ihlal etmesinden ve Ege'deki gerginliğin artmasından ciddi biçimde kaygı duymaktadır... Avrupa Parlamentosu Yunanistan'ın sınırlarının aynı zamanda AB'nin sınırları olduğunu vurgular."
AB'ye endekslenmiş politikaların milli çıkarlarımıza ve ulusal bağımsızlığımıza ne derece ters düştüğü ortada olduğuna göre BTP hariç bütün siyasi partilerin "AB olmadan olmaz" anlayışına dayalı politikalarına akıl erdirmek mümkün değildir.
Bağımsız Türkiye Partisi ise milletimize pek çok zararı dokunan, birliğimizi ve bağımsızlığımızı tehlikeye sokan AB'ye endekslenmiş anlayışlara karşıdır. Her alanda tam bağımsız bir siyaseti ve tam manasıyla milli bir duruşu savunmaktadır.
Dikkat edilirse dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Bir parçası olmak için uğraşıp durduğumuz Avrupa, haklının, doğrunun değil, çıkarlarının peşindedir. Ve bu "çıkarlar" her zaman ve zeminde bizim ulusal çıkarlarımızla çatışmaktadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011