Meltem Televizyonunda 'Seçime Doğru' adlı programa konuk oldum, Belediye Başkan Adayı olduğum Bağcıları yine bir Bağcılar sakini ve sevdalısı olan Hakan Akkuş'la konuştuk.
Bağcılar'ın gerçekten 'Bağcılar' olduğu günleri hatırladık, aşağıdan Çiftlik'ten Bağcılara çıkana kadar saysız bahçeden, sayısız meyve ağacının altından geçerek Bağcılar meydanına çıktığımız zamanları yâd ettik.
Özellikle son yarım asırda bir el, sinsi bir el bütün bir Anadolu'yu boşalttı ve birkaç şehire boca etti ki elbette bu şehirlerin başında İstanbul gelmektedir ve bugün İstanbul'un nüfusu on beş milyon olarak açıklanmıştır.
İstanbul'un son çeyrek asrında Belediye Başkanı olarak, ülkenin Başbakanı olarak ve ülkenin Cumhurbaşkanı olarak mührü olan, hissesi olan Sayın Erdoğan'ın; "Biz bu şehre ihanet ettik, etmeye de devam ediyoruz" şeklindeki itirafından en fazla pay sahibi olan ilçe her halde Bağcılar'dır dedim o programda.
Yeni oluşan, yeni gelişen bir ilçe olarak caddesi, sokağı planlı programlı, yeşil alanı bol, park ve bahçe noktasında dünyaya örnek olacak tarzda gelişebilirdi ama son yıllarda moda olan ve yine Sayın Erdoğan'ın sıkça şikâyet ettiği 'dikey mimari'nin ucube örnekleri ile dolu olan bir ilçe görünümünde ne yazık ki.
Doğanın insandan çektikleri bahsinde elbette 'İstanbul'un insandan çektikleri' ayrı bir başlık altında incelenmelidir.
Adı geçen programda Ahmed Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir" adlı eserinden bir hatırlatma yapmıştım, aynı bahsi sizlerle de paylaşalım ve hep beraber bir kez daha "nerden nereye" deyip derin bir ah çekelim.
Bilindiği gibi merhum Tanpınar, Ankara, Bursa, Erzurum, İstanbul ve Konya şehirlerimizi ele aldığı o eşsiz eserinde İstanbul bölümüne şöyle giriş yapar:
"Çocukluğumda bir Arabistan şehrinde ihtiyar bir kadın tanımıştık. Sık sık hastalanır, humma başlar başlamaz İstanbul sularını sayıklardı:
-Çırçır, Karakulak, Şifa Suyu, Hünkar Suyu, Taşdelen, Sırmakeş…
Adeta bir kurşun peltesi gibi ağırlaşan dilinin altında ve gergin, kuru dudaklarının arasında bu kelimeler ezildikçe fersiz gözleri canlanır, bütün yüzüne bizim duymadığımız bir şeyler dinliyormuş gibi bir dikkat gelir, yanaklarının çukuru sanki bu dikkatle dolardı. Bir gün damadı babama:
-Bu onun ilacı, tılsımı gibi bir şey… Onları sayıklayınca iyileşiyor, demişti.
Kaç defa komşuluk ziyaretimizde, döşeğinin yanıbaşında, onun sırf bu büyülü adları saymak için, bir mahzenin taş kapağını kaldırır gibi güçlükle en dalgın uykulardan sıyrıldığını görmüştüm.
Sıcaktan ve sam yelinden korunmak için pencereleri koyu yeşil dallarla iyiden iyiye örtülmüş olan odanın, berrak su ile doldurulmuş havuz gibi loşluğuna bu isimler teker teker düştükçe ben kendimi bir büyüde kaybolmuş sanırdım. Bu mücevher parıltılı adlar benim çocukluk muhayyilemde bin çeşit hayal uyandırdı."
Nereden nereye değil mi?
Kaynak sularının sadece isimleri anılarak şifaya kavuşulan İstanbul'dan 'apartman' adı altında binlerce, on binlerce tabutlukla doldurulmuş olan İstanbul'a…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025