Başbakan Erdoğan, zaman zaman merhum İsmet İnönü’yü eleştirir, bilerek ve isteyerek CHP’lilerin saldırılarını üzerine çeker. Böylece halka şu mesajı verir: “Bakın CHP’liler merhum İnönü’nün uygulamalarını nasıl savunuyorlar? Demek ki, iktidara gelseler, tek parti döneminde yaptıklarının aynısı yine yaparlar.” CHP’liler sürekli bu oyuna gelir ve AKP’ye sürekli puan kazandırırlar. Hâlbuki olaylara yüzeysel bakılmadığında, Başbakan Erdoğan ile İnönü’nün dış politikasının aynı olduğu görülür. Dış politika ki, devlet yönetimi için çok önemlidir. Devletin varlığını koruma ve yaşatma ile yakından ilgilidir. İşte, böylesine önemli olan dış politikada Başbakan Erdoğan da, İnönü’nün izinden yürümektedir.
Söz konusu dış politikanın temeli Tanzimatçılar tarafından atılmış, bir denge politikasıdır. Denge politikası, tam bağımsız, kendi başına buyruk dış politika yerine, emperyalist devletler arasında dengeleri kollayarak politika yapmaktır. Merhum Atatürk, bu politikayı rafa kaldırmıştı. Bağımsızlık için savaşmış ve bağımsız bir dış politikayı hayata geçirmişti. Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olan Tanzimatçı İnönü, denge politikasına yeniden işlerlik kazandırmıştır. Falih Rıfkı Atay, ‘Çankaya’ adlı kitabında bu konunun altını ısrarla
çizmektedir.
Tarihte ‘Johson Mektubu’ diye isimlendirilen ABD Başkanı Lydon B. Johnson tarafından İnönü’ye yazılan ültimatom özelliği taşıyan bir mektup vardır. İnönü, o mektuba “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini alır” diyerek cevap vermişti. Bazıları bu cevabı bir cesaret örneği olarak sunarlar. Gerçekte ise İnönü’nün cevabı, denge politikasının bir tezahürü idi. İnönü, o meşhur sözünü etmeden önce şöyle demişti: “Müttefikler tutumlarını değiştirmezse, Batı ittifakı yıkılabilir.” İnönü’nün sözleri açıktı. Demek istiyordu ki, “Siz, bize böyle davranırsanız, biz de Sovyetler Birliği ile ittifak kurarız.”
Peki, Başbakan Erdoğan, aynısını yapmıyor mu? AB’yi “medeniyet projesi” olarak tanımlayan ve ona üye olmazsak “medeniyet varoşlarında kalacağımızı” söyleyen Başbakan Erdoğan değil miydi? AB’ye uyum maksadıyla, medeniyetimize ters düşen yasaların çıkmasını sağlayan başka biri miydi? Şimdi ne oldu, ne değişti de Başbakan Erdoğan, “AB’ye üye olmazsak, Şanghay Beşlisi’ne katılırız” diyor. Başbakan Erdoğan’ın bu sözü ile İnönü’nün, ABD Başkanı Johson’a verdiği cevap arasında bir fark var mı? Söz aynı söz, tavır aynı tavırdır. Her iki tavır da emperyalist devletler arasında denge politikasının dışa vurumudur.
Bu politika, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının tayin ettiği ve uyguladığı bağımsız dış politikaya tamamen terstir. Cumhuriyetin ilk yıllarında dış politika, emperyalist hiçbir devletle ittifaka girmemek, daima mazlum milletlerin yanında yer alma şeklinde yürütülüyordu. Atatürk döneminde Türkiye, bütün milli kurtuluş hareketlerine destek vermişti. Aynı politika sürdürülseydi, Türkiye, mazlum milletlerin cazibe merkezi ve lideri olurdu. Maalesef, bugün ise tam aksi bir konumdayız.
Esasen, mazlum milletlerin yanında olmak, inancımızın ve medeniyetimizin milletimize yüklediği şerefli bir görevdi. Dahası, bu politika tarihi tecrübelerden alınan dersler sonucu oluşturulmuştu. Zira Osmanlı Devleti’nin başına ne gelmişse, emperyalist devletlerle kurduğu ittifaklar yüzünden gelmiştir. Parvus, Osmanlı Devleti’nin o dönemdeki aydınlarının halini şöyle anlatır: “Ne yazık ki, emperyalist devletleri tanımamakta, kendi cellâtlarına canlarını teslim etmeyi düşünebilmektedirler.” Başbakan Erdoğan ve hükümeti, Parvus’un sözünü ettiği hatayı, ziyadesiyle işlemektedir. Bu sebepten milletimiz, hem Başbakan Erdoğan’ın, hem de kendi geleceğinden endişe etmektedir.
Söz konusu dış politikanın temeli Tanzimatçılar tarafından atılmış, bir denge politikasıdır. Denge politikası, tam bağımsız, kendi başına buyruk dış politika yerine, emperyalist devletler arasında dengeleri kollayarak politika yapmaktır. Merhum Atatürk, bu politikayı rafa kaldırmıştı. Bağımsızlık için savaşmış ve bağımsız bir dış politikayı hayata geçirmişti. Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olan Tanzimatçı İnönü, denge politikasına yeniden işlerlik kazandırmıştır. Falih Rıfkı Atay, ‘Çankaya’ adlı kitabında bu konunun altını ısrarla
çizmektedir.
Tarihte ‘Johson Mektubu’ diye isimlendirilen ABD Başkanı Lydon B. Johnson tarafından İnönü’ye yazılan ültimatom özelliği taşıyan bir mektup vardır. İnönü, o mektuba “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini alır” diyerek cevap vermişti. Bazıları bu cevabı bir cesaret örneği olarak sunarlar. Gerçekte ise İnönü’nün cevabı, denge politikasının bir tezahürü idi. İnönü, o meşhur sözünü etmeden önce şöyle demişti: “Müttefikler tutumlarını değiştirmezse, Batı ittifakı yıkılabilir.” İnönü’nün sözleri açıktı. Demek istiyordu ki, “Siz, bize böyle davranırsanız, biz de Sovyetler Birliği ile ittifak kurarız.”
Peki, Başbakan Erdoğan, aynısını yapmıyor mu? AB’yi “medeniyet projesi” olarak tanımlayan ve ona üye olmazsak “medeniyet varoşlarında kalacağımızı” söyleyen Başbakan Erdoğan değil miydi? AB’ye uyum maksadıyla, medeniyetimize ters düşen yasaların çıkmasını sağlayan başka biri miydi? Şimdi ne oldu, ne değişti de Başbakan Erdoğan, “AB’ye üye olmazsak, Şanghay Beşlisi’ne katılırız” diyor. Başbakan Erdoğan’ın bu sözü ile İnönü’nün, ABD Başkanı Johson’a verdiği cevap arasında bir fark var mı? Söz aynı söz, tavır aynı tavırdır. Her iki tavır da emperyalist devletler arasında denge politikasının dışa vurumudur.
Bu politika, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının tayin ettiği ve uyguladığı bağımsız dış politikaya tamamen terstir. Cumhuriyetin ilk yıllarında dış politika, emperyalist hiçbir devletle ittifaka girmemek, daima mazlum milletlerin yanında yer alma şeklinde yürütülüyordu. Atatürk döneminde Türkiye, bütün milli kurtuluş hareketlerine destek vermişti. Aynı politika sürdürülseydi, Türkiye, mazlum milletlerin cazibe merkezi ve lideri olurdu. Maalesef, bugün ise tam aksi bir konumdayız.
Esasen, mazlum milletlerin yanında olmak, inancımızın ve medeniyetimizin milletimize yüklediği şerefli bir görevdi. Dahası, bu politika tarihi tecrübelerden alınan dersler sonucu oluşturulmuştu. Zira Osmanlı Devleti’nin başına ne gelmişse, emperyalist devletlerle kurduğu ittifaklar yüzünden gelmiştir. Parvus, Osmanlı Devleti’nin o dönemdeki aydınlarının halini şöyle anlatır: “Ne yazık ki, emperyalist devletleri tanımamakta, kendi cellâtlarına canlarını teslim etmeyi düşünebilmektedirler.” Başbakan Erdoğan ve hükümeti, Parvus’un sözünü ettiği hatayı, ziyadesiyle işlemektedir. Bu sebepten milletimiz, hem Başbakan Erdoğan’ın, hem de kendi geleceğinden endişe etmektedir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018