14.03.2002 günü Bursa'da tertip edilen BTP'nin katılım toplantısına davetliydik.
Bir grup arkadaşımızla beraber yola çıktık. Hava kararmış olmasına rağmen Bursa'ya varışımız esnasında gece ışıkları, tarihi dokusuyla kendini hissettiriyordu. Kapalı Spor Salonu'na geldiğimizde bütün salon dolmuş, davetliler yerlerine oturmuştu. Kalabalık sebebiyle nihayet bir iki boş yer bulabilmiştik.
Program coşkuyla başladı. Konuşmacılar kısa hitaplarıyla hep bir sonraya, bir sonraya bakarcasına elden ele dolaşan meşaleyi sahibine teslim edercesine sözlerinin sonlarında canlı bir bakış bırakıyorlardı.
Nihayet beklenen an geldi. Konuşmacının: "İşin sahibi, mimarı" dediği "Prof. Dr. Haydar Baş Bey" kürsüye çıkmıştı. Evet kameralar yakın çekime koşuyor, fotoğraflar net bir görüntü için çaba sarfediyor, basın mensupları harfleri iğne ile toplarcasına titizlikle not alma hazırlığı içerisindeler.
Prof. Dr. Haydar Baş konuştukça adeta matbaada harflerini bir bir dizen mürettiplerin inceliğinde kelimeler ve cümleler yüreklere, zihinlere yerleşiyordu.
Dikkatle takip edildiğinde görülecektir ki, yıllarını adım adım ilmi koferanslarla, araştırmalarla her konuda gayret ve fikri ısrarla geçirmiş vatan bağrından çıkan çalışkan insanı dinledikçe akıl, düşünce ve his dünyanıza ışıklar düşüyor...
Prof. Dr. Haydar Baş Bey konuşurken önündeki yazılı notlarını bir kenara bırakmış, Osmanlı'nın payitaht şehri, Evliya'nın bağrı başı, gözü yaşı, Hızır A.S'ın konaklama mekânı bu tarihi ve manevi mekânda konuşurken kürsünün kenarlarına kadar gelirken aşağıda oynayan çocuklar canlandı gözümde...
Salona girdiğimde gördüğüm kalabalık Prof. Dr. Haydar Baş Bey konuşmaya başlayınca gözümün önünde birden küçülmeye başlamıştı.
Halbuki beş saat hiç durmadan bayraklar sallanıyor, sesler koro halinde devam ediyordu.
Kürsü de gözümün önünde küçüldü, küçüldü...
Tarihi mesuliyetimiz, kişiliğimiz, saygımız, manevi değerlerimiz, birliğimiz, vatanımız... hakkında öylesine canlı, umutlu, cesur bir portre görüyorsunuz ki bunu fotoğrafla göstermeniz mümkün değildir.
Mutlaka çoluk-çocuk, eş-dost katılımını sağlayanların çabasından şunu anladım.
Bu tarihi fırsattan bırakın herkes faydalansın, yaşasın, hissetsin.
Bu, "parti" sözcüğüne sığmayacak kadar anlamlı katılımlardır. Tarihe her biri yıldız gibi kayıt düşülecek anları yaşamak için Türk bayraklarıyla koşsunlar: Bu milli heyecanı görsünler.
Bugünkü yalnış politikaları, bakış açılarını, korkaklığı, kendinden kaçışı, tembelliği bir bir açıklayan Prof. Dr. Haydar Baş Bey Türk Milleti'nin bugün bunu hak etmediğini tek tek anlattı.
Çalışmak, üretmek, adil olarak dağıtmak mutluluk içerisinde insanımızın yaşaması söz konusuyken şaşı olmanın, sağır olmanın, AB peşinde heder olmanın anlamsız olduğunu gayet anlaşılır bir dilde anlattı.
Bir parantez cümlesi olarak okuduğum gazetelerden size iki alıntı aktarıyım:
Bir köşe yazarı İtalyan gazetecilerin pervasızca "işte siz bunun yüzünden AB'ye giremezsiniz" sözüne şu cevabı veriyor:
"Demek ki AB'ye girebilmemiz için maçı da vermemiz gerekiyordu" (L. Akbay)
Yunanlı da " Sopa Roma'dan çıktı" diye yazıyor.
Daha bir gün sonra Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in ne kadar haklı konuştuğunu ispat ile anlıyorsunuz.
Daha sonra kürsüde heybetle, kendine güvenle konuşan ve: "Bu bayraklar, saatler süren bu heyecanı, iç gözlerinin parlaklığını "bayram yerine" benzeten, ülkemiz üzerinde oynanmak isteyen etnik oyunlar karşısında birlik ve beraberliğin şeklini yumruğuyla gösteren Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in adımlarına, bakışlarına bakıp, düşündüğüm sorunun cevabını buluyordum.
Kürsü, kürsü... Evet küçülmüştü bir sonrakilerin müjdesini vererek...
Salon da hep aynı yöne bakıp küçülüyordu... Bir sonraki topluluğa bakarak...
Cemreler düşüyor
Bahar için
Damlalar düşüyor
Bir umman için...
Bir grup arkadaşımızla beraber yola çıktık. Hava kararmış olmasına rağmen Bursa'ya varışımız esnasında gece ışıkları, tarihi dokusuyla kendini hissettiriyordu. Kapalı Spor Salonu'na geldiğimizde bütün salon dolmuş, davetliler yerlerine oturmuştu. Kalabalık sebebiyle nihayet bir iki boş yer bulabilmiştik.
Program coşkuyla başladı. Konuşmacılar kısa hitaplarıyla hep bir sonraya, bir sonraya bakarcasına elden ele dolaşan meşaleyi sahibine teslim edercesine sözlerinin sonlarında canlı bir bakış bırakıyorlardı.
Nihayet beklenen an geldi. Konuşmacının: "İşin sahibi, mimarı" dediği "Prof. Dr. Haydar Baş Bey" kürsüye çıkmıştı. Evet kameralar yakın çekime koşuyor, fotoğraflar net bir görüntü için çaba sarfediyor, basın mensupları harfleri iğne ile toplarcasına titizlikle not alma hazırlığı içerisindeler.
Prof. Dr. Haydar Baş konuştukça adeta matbaada harflerini bir bir dizen mürettiplerin inceliğinde kelimeler ve cümleler yüreklere, zihinlere yerleşiyordu.
Dikkatle takip edildiğinde görülecektir ki, yıllarını adım adım ilmi koferanslarla, araştırmalarla her konuda gayret ve fikri ısrarla geçirmiş vatan bağrından çıkan çalışkan insanı dinledikçe akıl, düşünce ve his dünyanıza ışıklar düşüyor...
Prof. Dr. Haydar Baş Bey konuşurken önündeki yazılı notlarını bir kenara bırakmış, Osmanlı'nın payitaht şehri, Evliya'nın bağrı başı, gözü yaşı, Hızır A.S'ın konaklama mekânı bu tarihi ve manevi mekânda konuşurken kürsünün kenarlarına kadar gelirken aşağıda oynayan çocuklar canlandı gözümde...
Salona girdiğimde gördüğüm kalabalık Prof. Dr. Haydar Baş Bey konuşmaya başlayınca gözümün önünde birden küçülmeye başlamıştı.
Halbuki beş saat hiç durmadan bayraklar sallanıyor, sesler koro halinde devam ediyordu.
Kürsü de gözümün önünde küçüldü, küçüldü...
Tarihi mesuliyetimiz, kişiliğimiz, saygımız, manevi değerlerimiz, birliğimiz, vatanımız... hakkında öylesine canlı, umutlu, cesur bir portre görüyorsunuz ki bunu fotoğrafla göstermeniz mümkün değildir.
Mutlaka çoluk-çocuk, eş-dost katılımını sağlayanların çabasından şunu anladım.
Bu tarihi fırsattan bırakın herkes faydalansın, yaşasın, hissetsin.
Bu, "parti" sözcüğüne sığmayacak kadar anlamlı katılımlardır. Tarihe her biri yıldız gibi kayıt düşülecek anları yaşamak için Türk bayraklarıyla koşsunlar: Bu milli heyecanı görsünler.
Bugünkü yalnış politikaları, bakış açılarını, korkaklığı, kendinden kaçışı, tembelliği bir bir açıklayan Prof. Dr. Haydar Baş Bey Türk Milleti'nin bugün bunu hak etmediğini tek tek anlattı.
Çalışmak, üretmek, adil olarak dağıtmak mutluluk içerisinde insanımızın yaşaması söz konusuyken şaşı olmanın, sağır olmanın, AB peşinde heder olmanın anlamsız olduğunu gayet anlaşılır bir dilde anlattı.
Bir parantez cümlesi olarak okuduğum gazetelerden size iki alıntı aktarıyım:
Bir köşe yazarı İtalyan gazetecilerin pervasızca "işte siz bunun yüzünden AB'ye giremezsiniz" sözüne şu cevabı veriyor:
"Demek ki AB'ye girebilmemiz için maçı da vermemiz gerekiyordu" (L. Akbay)
Yunanlı da " Sopa Roma'dan çıktı" diye yazıyor.
Daha bir gün sonra Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in ne kadar haklı konuştuğunu ispat ile anlıyorsunuz.
Daha sonra kürsüde heybetle, kendine güvenle konuşan ve: "Bu bayraklar, saatler süren bu heyecanı, iç gözlerinin parlaklığını "bayram yerine" benzeten, ülkemiz üzerinde oynanmak isteyen etnik oyunlar karşısında birlik ve beraberliğin şeklini yumruğuyla gösteren Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in adımlarına, bakışlarına bakıp, düşündüğüm sorunun cevabını buluyordum.
Kürsü, kürsü... Evet küçülmüştü bir sonrakilerin müjdesini vererek...
Salon da hep aynı yöne bakıp küçülüyordu... Bir sonraki topluluğa bakarak...
Cemreler düşüyor
Bahar için
Damlalar düşüyor
Bir umman için...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021