İslâm devletlerinden hiçbiri tek başına büyük devlet olamaz ve büyüyemez. Ancak birlik olurlarsa, birlikte büyüyebilirler. Birlik oluşturamazlarsa, küçüklüklerini dahi koruyamazlar. Müslümanları geçmişte İngilizler küçük devletçiklere ayırmıştı. Günümüzde aynı rolü ABD oynuyor. ABD yetkilileri, İslâm devletçiklerinin biraz olsun büyüdüklerini ve İsrail için tehdit olmaya başladıklarını, o nedenle yeniden bölünmeleri gerektiğini açık açık ifade ediyorlar. Görülen o ki, Batılı güçler, Müslümanların devlet gibi devlet sahibi olmasını istemiyorlar. Osmanlı Devleti’ni yıkmak için seferber olmalarının sebebi de bu idi. Amaçları, Müslümanları güçsüz ve bağımlı devletlerin idaresinde sömürüden kurtulmadan yaşatmaktır.
Esasen İslâm devletlerinin çoğu tam devlet değil, yarı devlettirler. Birleşip büyük bir güç olmaları gerekirken, eğer yeniden bölünürlerse, ne zaman biteceği belli olmayan bir esarete birlikte düşmeleri kaçınılmazdır. Ay büyümezse küçülür. Devletler ve milletler de böyledir. Büyümezlerse veya büyüme emelleri yoksa mutlaka küçülürler. Nihad Sami Banarlı der ki: “Şu nokta bir hakikattir ki, büyümek emelinde olmayan milletler küçülmeye mahkûmdurlar. Fakat milletlerin büyüme emelleri hiçbir zaman mevsimsiz ve olmayacak hayallerle birleştirilemez. Hele böyle hayaller, devlet siyaseti haline getirilemez. Nitekim 1914-1918 yıllarında Türkiye’yi idare edenler devlet siyasetini Turancılık ideali ile birleştirdikleri için, biz, Birinci Dünya Harbi sonunda, vatanımıza yeni topraklar ilâve etmek şöyle dursun, vatanımızın dokuzda sekizini kaybettik.”
Demek ki, büyüme emeli olmalı, fakat sosyal gerçeklere dayanmalıdır. Aksi hâlde “büyüyeyim” derken, küçülmek ve yok olmak söz konusudur. Müslümanların büyüme emellerinin sosyal zemini her zaman vardır ve sağlamdır. O sağlam zemin İslâm’dır. Bunu deyince birileri hemen gocunur, sözü başka tarafa çekerler. Bu kişilere şu gerçeği hatırlatmak gerekir. İslâm’ı bir devlet düzeni olarak kabul etmek başkadır, sosyolojik önemini bilmek ve ona göre politika üretmek başkadır. Müslüman için mühim olan devletin, adaletle hükmetmesi, müşavereye başvurması ve halkın refahını temin etmeye çalışmasıdır. Bunu sağlayan bir devletin idaresinde, Müslümanlar çok rahat yaşar ve hiçbir şikâyette bulunmazlar.
Maalesef, Atatürk’ten sonra iktidara gelenler, İslâm’ın sosyolojik gerçekliliğini hiç dikkate almadılar. Hâlbuki Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu gerçek üzerine kurdu ve Anadolu’da birliği bununla sağladı. En bariz örnek, onun yaptığı nüfus mübadelesidir. Nüfus mübadelesinde, Türkiye’ye göçmek isteyen Gagavuz Türklerinin göçüne, Hıristiyan oldukları için izin vermedi. Fakat Türk olmayan ve Türkçe bilmeyen Balkanlı Müslümanların hepsini kabul etti. Dahası, Anadolu’da yaşayıp Hıristiyan olan Türkleri de Rumlarla birlikte göç ettirdi. Bu uygulama, Müslümanların nasıl birlik olacaklarını ve nasıl büyüyeceklerini göstermesi bakımından çok önemlidir.
Tarih boyunca kurulmuş büyük devletlerin hepsi, bir inanç temelinde bir araya gelmiş ve çeşitli ırklardan oluşmuştur. Irkı, esas alan devletlerin hiçbiri büyük olamaz ve büyümezler. Bu gerçeği unutan Araplar, İngilizlerin “Büyük Arabistan” yalanına aldandılar. Bugün de Kürtlerden bazıları ABD’nin “Büyük Kürdistan” tuzağına koşuyorlar. Büyük devlet olmanın yolu birlikten geçer. Bölünerek, parçalanarak büyük olunmaz.
Bir devletin büyük olarak tanımlanabilmesi için dünyadaki büyük devletlerle mukayese edilmesi gerekir. Böyle bir mukayese yaptığımızda İslâm devletlerinin hiçbiri büyük sayılmaz. Müslümanlar, büyük ve adaletli bir devletinin vatandaşı olmayı, yarı ve bağımlı bir devletin başkanı olmaya tercih etmeden büyük devlet kuramazlar. Ne yazık ki, ayrılığın ve işbirlikçiliğin bir sebebi de içimizden iktidar hırsı taşıyanların makam-mevki, mal-mülk rüşvetiyle satın alınmasıdır. Bunu önlersek ve birlik olursak, işte o zaman büyük devlet kurarız, sömürü ve zilletten kurtuluruz.
Esasen İslâm devletlerinin çoğu tam devlet değil, yarı devlettirler. Birleşip büyük bir güç olmaları gerekirken, eğer yeniden bölünürlerse, ne zaman biteceği belli olmayan bir esarete birlikte düşmeleri kaçınılmazdır. Ay büyümezse küçülür. Devletler ve milletler de böyledir. Büyümezlerse veya büyüme emelleri yoksa mutlaka küçülürler. Nihad Sami Banarlı der ki: “Şu nokta bir hakikattir ki, büyümek emelinde olmayan milletler küçülmeye mahkûmdurlar. Fakat milletlerin büyüme emelleri hiçbir zaman mevsimsiz ve olmayacak hayallerle birleştirilemez. Hele böyle hayaller, devlet siyaseti haline getirilemez. Nitekim 1914-1918 yıllarında Türkiye’yi idare edenler devlet siyasetini Turancılık ideali ile birleştirdikleri için, biz, Birinci Dünya Harbi sonunda, vatanımıza yeni topraklar ilâve etmek şöyle dursun, vatanımızın dokuzda sekizini kaybettik.”
Demek ki, büyüme emeli olmalı, fakat sosyal gerçeklere dayanmalıdır. Aksi hâlde “büyüyeyim” derken, küçülmek ve yok olmak söz konusudur. Müslümanların büyüme emellerinin sosyal zemini her zaman vardır ve sağlamdır. O sağlam zemin İslâm’dır. Bunu deyince birileri hemen gocunur, sözü başka tarafa çekerler. Bu kişilere şu gerçeği hatırlatmak gerekir. İslâm’ı bir devlet düzeni olarak kabul etmek başkadır, sosyolojik önemini bilmek ve ona göre politika üretmek başkadır. Müslüman için mühim olan devletin, adaletle hükmetmesi, müşavereye başvurması ve halkın refahını temin etmeye çalışmasıdır. Bunu sağlayan bir devletin idaresinde, Müslümanlar çok rahat yaşar ve hiçbir şikâyette bulunmazlar.
Maalesef, Atatürk’ten sonra iktidara gelenler, İslâm’ın sosyolojik gerçekliliğini hiç dikkate almadılar. Hâlbuki Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu gerçek üzerine kurdu ve Anadolu’da birliği bununla sağladı. En bariz örnek, onun yaptığı nüfus mübadelesidir. Nüfus mübadelesinde, Türkiye’ye göçmek isteyen Gagavuz Türklerinin göçüne, Hıristiyan oldukları için izin vermedi. Fakat Türk olmayan ve Türkçe bilmeyen Balkanlı Müslümanların hepsini kabul etti. Dahası, Anadolu’da yaşayıp Hıristiyan olan Türkleri de Rumlarla birlikte göç ettirdi. Bu uygulama, Müslümanların nasıl birlik olacaklarını ve nasıl büyüyeceklerini göstermesi bakımından çok önemlidir.
Tarih boyunca kurulmuş büyük devletlerin hepsi, bir inanç temelinde bir araya gelmiş ve çeşitli ırklardan oluşmuştur. Irkı, esas alan devletlerin hiçbiri büyük olamaz ve büyümezler. Bu gerçeği unutan Araplar, İngilizlerin “Büyük Arabistan” yalanına aldandılar. Bugün de Kürtlerden bazıları ABD’nin “Büyük Kürdistan” tuzağına koşuyorlar. Büyük devlet olmanın yolu birlikten geçer. Bölünerek, parçalanarak büyük olunmaz.
Bir devletin büyük olarak tanımlanabilmesi için dünyadaki büyük devletlerle mukayese edilmesi gerekir. Böyle bir mukayese yaptığımızda İslâm devletlerinin hiçbiri büyük sayılmaz. Müslümanlar, büyük ve adaletli bir devletinin vatandaşı olmayı, yarı ve bağımlı bir devletin başkanı olmaya tercih etmeden büyük devlet kuramazlar. Ne yazık ki, ayrılığın ve işbirlikçiliğin bir sebebi de içimizden iktidar hırsı taşıyanların makam-mevki, mal-mülk rüşvetiyle satın alınmasıdır. Bunu önlersek ve birlik olursak, işte o zaman büyük devlet kurarız, sömürü ve zilletten kurtuluruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018