Belki hâlâ o besteler çalınır, gemiler geçmeyen bir ummanda... Oğuz Köroğlu'nun kaleminden
Klasik Türk musıkisi denince ilk hatıra gelen bestekârımız O'dur... Eserleriyle üç asırdan bu yana devirler ve zevkler aşarak günümüze ulaşmıştır adını: Buhurîzade Mustafa Itri Efendi. Klasik Türk musikisi geleneklerine bağlı bütün bestekârların hemen hepsinin ilham kaynağı: Itri...Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyal yayılış ve dalgalanışlarına kulağını ve kalbini dayayarak büyük hükümdarlar, şairler ve bestekârlar devrini, derinden derine teneffüs etmiş olan büyük bestekarın; Yahya Kemal'in ifadesiyle, 'Belki hâlâ o besteler(i) çalınır, gemiler geçmeyen bir ummanda.'Bestekârımız 1640 yılında İstanbul'da Mevlanakapısı'nda doğmuştur. Babası buhurcu olduğu için "Buhuri" lâkabı ile anılır. Zengindir; ve görgü itibariyle de ileri bir aileye mensuptur. Zamanına göre mükemmel bir tahsil görmüş, şair, hattat ve bestekâr olarak tanınmıştır. Musıkide üstadı Nasrullah Vâkıf Halhali'dir; ama, devrin bir başka ustasının, Hafız Post'un da tezgâhından geçmiştir.
Çok insan anlayamaz eski musıkimizden, Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden. Açar bir altın anahtarla ruh ufuklarını, Hemen yayılmaya başlar sadâ ve ruh akını.Ve seslenir büyük Itri, semâyı örten ruh,Peşinden dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh.O mutlu devrede Itri'ye en yakın bir dost,Işıklı danteleler bestekârı Hafız Post...
Bu neslin ortada dahicedir başardığı iş,Vatan nasıl karışır musikiyle göstermiş.Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca'da,Baharda bir gece tamburu dinle Çamlıca'da.Bu sazların duyulur her telinde vatan,Sihirli bir rüzgar eser daima bu topraktan...Evet, bu eski nesil, şerefli bir âlem açar,Duyuşta ince zamanlardan inkıraza kadar.
Yüz elli yıl, sıra dağlar birer birer yükselirVe akıbet Dede'nin anlı şanlı devri gelir.Bu musikiyi O, son kudretiyle parlattı;Ölünce, ülkede bir muhteşem güneş battı.
Hattatlıkta "talik" üzerinde özellikle çalışmış ve Siyahi Ahmet Efendi'den meşk etmiştir. Şairliği ise, şuara tezkirelerine girecek derecededir. Gerek hattatlığı, gerekse şairliği; engin bestekârlığının yanında bir damladan öteye gitmez. Gök kubbemizi ölümsüz seslerle dolduran Itri, sayısız eserler vermiş, musıki dünyamızı beste, nakış, kâr gibi çeşitli kalıplarda ebedileştirmiştir. Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammâmîzade İsmail Dede Efendi'yle birlikte, Türk müziğinin gelişimini yönlendiren üç önemli besteciden biri olmuştur. "Allahü Ekber Allahü Ekber Lâilâhe İllallahü Vallahü EkberAllahü Ekber Velillahi'lhamd"
"Saltanatlı Tekbir" olarak bilinen Segah Kurban Bayramı tekbirinin yanısıra Cuma salası, Segah Salât-ı Ümmiye, Nühüft İlâhî ve Rast Naat'ı; büyük bestekârın Türk musıkisi içindeki yaşayan yerini tâyin eden eserlerinin başında gelmektedir; Itri'nin ilk şöhretine sebep olan eser ise, hüseyni makamından bestelediği:
"Dilber dile, dil dilbere fettane münasib, Gül bülbüle, bülbül güle handane münasib,"
mısralarıyla başlayan eseridir. Evliya Celebi, Itri'nin aynı zamanda hafız olduğunu kaydeder. Itrî, beş padişah dönemi görmüştür (4. Mehmet, 2. Süleyman, 2. Ahmet, 2. Mustafa ve 3. Ahmet ). Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve müzik sevgisiyle tanınan Kırım Hanı I. Selim Giray'dır. Itri, esasen, 16481687 yıllan arasında padişah bulunan Sultan 4. Mehmet zamanında tanınmış ve dikkatleri üzerinde toplamıştır. Huzurda düzenlenen fasıllara hanende olarak katılan Itri, uzun uzun fasıllar icra ederek padişahtan büyük ilgi ve himaye görmüştür. Tarz ve edasındaki yenilik, nağmelerindeki yüksek ruh ve derin mâna, herkesin kendisine hayran kalmasına yetmiştir. Çağımızda en çok okunan ve halk tarafından sevilen Segâh Yürük Semaîsini ilk kez, Dördüncü Mehmed'in huzurunda okuduğu zaman, Padişah hayranlıkla dinlemiş; eserdeki melodi zenginliğine, canlılığa, formdaki erişilmez ustalığa hayran olarak: "Bu nice iştir! Sen teganni etmez, pervaz edersin!" demekten kendisini alıkoyamamıştır. Sonra Itri'ye: "Dile benden ne dilersen" denilince, Itri: "Şan ü şerefle bekânızı" dedikten sonra, "Esirciler Kethüdalığını, Sultanım" diyerek padişahı da, orada bulunan vükelâyı da hayrete düşürür. Zira, Esirciler Kethüdalığı üçüncü; hatta, dördüncü derecede bir makam idi. Oysa Itri, o dönemde 120 akçe ile, Enderun'da musıki öğretmeni olarak görevliydi. Saray içi bir hizmetten, itibarı olmayan bir hizmete istekli olmak, elbette anlaşılır bir iş değildi. Böyle bir memuriyeti isteyişi, hayretle karşılanmakla beraber, arzusu derhal yerine getirildi... Çünkü onun maksadı, İstanbul'a gelen bütün esirleri görmek, onların folklorik anlayışları hakkında bilgi edinmek ve aralarında, varsa, güzel sesli ve musıkiye istidatlı bulunanları seçip yetiştirmekti.
Büyük Itrî'ye eskiler derler: Bizim öz mûsikîmizin piri;O kadar halkı sevkedip yer yer, O şafak vaktinin cihangiri, Nice bayramların sabah erken, Göğü, top sesleriyle gürlerken, Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.
Tâ Budin'den Irak'a, Mısır'a, kadar, Fethedilmiş uzak diyarlardan, Vatan üstünde hür esen rüzgâr, Ses götürmüş bütün baharlardan. O deha öyle toplamış ki bizi, Yedi yüz yıl süren hikâyemizi Dinlemiş ihtiyar çınarlardan Mûsikîsinde bir taraftan din, Bir taraftan bütün hayât akmış; Her taraftan, Boğaz o şehrâyîn, Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış. Nice seslerle, gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış.
Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı, Bir terennüm ki hem geniş, hem şuh: Dağılırken "Nevâ"nın esrarı, Başlıyor şark ufuklarında vüzuh; Mest olup sözlerinde her heceden, Yola düşmüş, birer birer, geceden Yürüyor fecre elli milyon ruh.
Kıskanıp gizlemiş kaza ve kaderBelki binden ziyade bestesini. Bize mîrâs kaldı yirmi eser. "Nât'dır en mehîbi, en derini. Vakıa ney, kudüm elince dile, Hızlanan mevlevî semaiyle Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.
O ki bir ihtişamlı dünyâya Ses ve tel kudretiyle hâkimdi; Adetâ benziyor muammaya; Ulemâmız da bilmiyor, kimdi? O eserler bugün define midir? Ebediyette bir hazine midir?Bir bilen var mı? Neredeler şimdi?
Öyle bir mûsikiyi örten ölüm, Bir teselli bırakmaz insanda. Muhtemel görmüyor henüz gönlüm. Çok saatler geçince hicranda, Düşülür bir hayâle zevk alınır. Belki hâlâ o besteler çalınır,Gemiler geçmeyen bir ummanda."
Itri, uzun yıllar, Esirciler Kethüdası olarak yaşadı. Saraya devam ediyor ve işinin dışındaki zamanlarını, İstanbul surları dışındaki bahçesinde geçiriyordu. Çiçek ve meyve konusundaki ustalığı da, İstanbul'da nam salmıştı. Günümüzde dahi, "Mustabey Armudu" diye bilinen meyve çeşidini, ilk kez kendi bahçesinde yetiştirmiş, bu sebeple de bu armuda kendi adı verilmiştir. Itri isminin de "ıtır çiçeği"nden mülhem olarak çiçek merakına bağlanır. Itri'nin divan ve âşık tarzlarında şiirleri de vardır. Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, tarih düşüren beytiler ve şarkılar dışında, hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır. Bestelediği yapıtlarda şiirlerinin pek azını güfte olarak kullanmış; Nâbî, Bakî, Nazîm, Nailî, Nefî gibi ustaların şiirlerini bestelemeyi yeğlemiştir. Çağdaşı Salim'in, varlığından söz ettiği Divan-ı Itri maalesef günümüze ulaşmamıştır. Dinî yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kurallar, Itrî tarafından konulmuştur. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Salâtı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar. Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrînin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Hz. Mevlânâ'nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın bestelenmesinden sonra mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması, bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayini ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir. Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda manevi bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde derin bir dindarlık duygusunu; mevlevi müziği yapıtlarında ise, tasavufi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir. Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş ya da kaybolmuştur; bugün ancak 40 dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtıyla bile, Itri'nin bugün Klasik Türk müziğinin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatındaki olağanüstü yeteneğin bir yansımasıdır.
"Musıkisinde bir taraftan din, Bir taraftan bütün hayat akmış. Her taraftan Boğaz, o şehrayîn, Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış. Nice seslerle gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış."
Önemli Eserleri: Segâh Kurban Bayramı Tekbiri; Segâh Salât-ı Ümmiye; Dilkeşhâveran Gece Salâtı; Mâye Cuma Salâtı; Segâh Mevlevi Ayini; Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih; Nühüft Durak; Nühüft İlahî; Nühüft Tevşih; Nevâ Kâr; 2 Pençgâh Beste; Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai; Mâhûr Ağır Aksak Semai; Rehavî Berefşan Beste; Buselik Hafif Beste ve Yürük Semai; Segâh Ağır Semai; Segâh Yürük Semai; Bayatî Çember Beste; Bestenigâr Darb-ı Fetih Beste; Dügâh Hafif Beste; Isfahan Zencir Beste ve Ağır Aksak Semai; Nikriz Muhammes Beste; Râhatul Ervah Zencir Beste; Irak Aksak Semai; Rast Aksak Semai; Nühüft Aksak Semai; Acemaşiran Yürük Semai; Rehavî Peşrev; Nühüft Peşrev ve Saz Semaisi.
Divan şairlerinden Şeyhî'nin yazdığına göre, ölümünden sonra "Mevlevihane Yenikapusu haricine" gömülmüştür. Mezar taşı kayıptır. Musıkide hayranı olduğu Hafız Post (İmamzade Hacı Hafız Mehmet Efendi), öldüğü zaman, çok duygulanmış ve ölümüne tarih düşüren şairlerden biri olmuştur. Şu kıta Itri için yazılmıştır:
"Hafız Elhac İmamzade Mehmet hak bu kim Mûsıkî ilminde mahirdir ol üstad-ı zaman. Harf-i menkutiyle tarih oldu anın fevtine Dedi Itri, Hafız'a me'va ola Yârâb cinan." Oğuz Köroğlu'nun kaleminden
Klasik Türk musıkisi denince ilk hatıra gelen bestekârımız O'dur... Eserleriyle üç asırdan bu yana devirler ve zevkler aşarak günümüze ulaşmıştır adını: Buhurîzade Mustafa Itri Efendi. Klasik Türk musikisi geleneklerine bağlı bütün bestekârların hemen hepsinin ilham kaynağı: Itri...Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyal yayılış ve dalgalanışlarına kulağını ve kalbini dayayarak büyük hükümdarlar, şairler ve bestekârlar devrini, derinden derine teneffüs etmiş olan büyük bestekarın; Yahya Kemal'in ifadesiyle, 'Belki hâlâ o besteler(i) çalınır, gemiler geçmeyen bir ummanda.'Bestekârımız 1640 yılında İstanbul'da Mevlanakapısı'nda doğmuştur. Babası buhurcu olduğu için "Buhuri" lâkabı ile anılır. Zengindir; ve görgü itibariyle de ileri bir aileye mensuptur. Zamanına göre mükemmel bir tahsil görmüş, şair, hattat ve bestekâr olarak tanınmıştır. Musıkide üstadı Nasrullah Vâkıf Halhali'dir; ama, devrin bir başka ustasının, Hafız Post'un da tezgâhından geçmiştir.
Çok insan anlayamaz eski musıkimizden, Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden. Açar bir altın anahtarla ruh ufuklarını, Hemen yayılmaya başlar sadâ ve ruh akını.Ve seslenir büyük Itri, semâyı örten ruh,Peşinden dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh.O mutlu devrede Itri'ye en yakın bir dost,Işıklı danteleler bestekârı Hafız Post...
Bu neslin ortada dahicedir başardığı iş,Vatan nasıl karışır musikiyle göstermiş.Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca'da,Baharda bir gece tamburu dinle Çamlıca'da.Bu sazların duyulur her telinde vatan,Sihirli bir rüzgar eser daima bu topraktan...Evet, bu eski nesil, şerefli bir âlem açar,Duyuşta ince zamanlardan inkıraza kadar.
Yüz elli yıl, sıra dağlar birer birer yükselirVe akıbet Dede'nin anlı şanlı devri gelir.Bu musikiyi O, son kudretiyle parlattı;Ölünce, ülkede bir muhteşem güneş battı.
Hattatlıkta "talik" üzerinde özellikle çalışmış ve Siyahi Ahmet Efendi'den meşk etmiştir. Şairliği ise, şuara tezkirelerine girecek derecededir. Gerek hattatlığı, gerekse şairliği; engin bestekârlığının yanında bir damladan öteye gitmez. Gök kubbemizi ölümsüz seslerle dolduran Itri, sayısız eserler vermiş, musıki dünyamızı beste, nakış, kâr gibi çeşitli kalıplarda ebedileştirmiştir. Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammâmîzade İsmail Dede Efendi'yle birlikte, Türk müziğinin gelişimini yönlendiren üç önemli besteciden biri olmuştur. "Allahü Ekber Allahü Ekber Lâilâhe İllallahü Vallahü EkberAllahü Ekber Velillahi'lhamd"
"Saltanatlı Tekbir" olarak bilinen Segah Kurban Bayramı tekbirinin yanısıra Cuma salası, Segah Salât-ı Ümmiye, Nühüft İlâhî ve Rast Naat'ı; büyük bestekârın Türk musıkisi içindeki yaşayan yerini tâyin eden eserlerinin başında gelmektedir; Itri'nin ilk şöhretine sebep olan eser ise, hüseyni makamından bestelediği:
"Dilber dile, dil dilbere fettane münasib, Gül bülbüle, bülbül güle handane münasib,"
mısralarıyla başlayan eseridir. Evliya Celebi, Itri'nin aynı zamanda hafız olduğunu kaydeder. Itrî, beş padişah dönemi görmüştür (4. Mehmet, 2. Süleyman, 2. Ahmet, 2. Mustafa ve 3. Ahmet ). Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve müzik sevgisiyle tanınan Kırım Hanı I. Selim Giray'dır. Itri, esasen, 16481687 yıllan arasında padişah bulunan Sultan 4. Mehmet zamanında tanınmış ve dikkatleri üzerinde toplamıştır. Huzurda düzenlenen fasıllara hanende olarak katılan Itri, uzun uzun fasıllar icra ederek padişahtan büyük ilgi ve himaye görmüştür. Tarz ve edasındaki yenilik, nağmelerindeki yüksek ruh ve derin mâna, herkesin kendisine hayran kalmasına yetmiştir. Çağımızda en çok okunan ve halk tarafından sevilen Segâh Yürük Semaîsini ilk kez, Dördüncü Mehmed'in huzurunda okuduğu zaman, Padişah hayranlıkla dinlemiş; eserdeki melodi zenginliğine, canlılığa, formdaki erişilmez ustalığa hayran olarak: "Bu nice iştir! Sen teganni etmez, pervaz edersin!" demekten kendisini alıkoyamamıştır. Sonra Itri'ye: "Dile benden ne dilersen" denilince, Itri: "Şan ü şerefle bekânızı" dedikten sonra, "Esirciler Kethüdalığını, Sultanım" diyerek padişahı da, orada bulunan vükelâyı da hayrete düşürür. Zira, Esirciler Kethüdalığı üçüncü; hatta, dördüncü derecede bir makam idi. Oysa Itri, o dönemde 120 akçe ile, Enderun'da musıki öğretmeni olarak görevliydi. Saray içi bir hizmetten, itibarı olmayan bir hizmete istekli olmak, elbette anlaşılır bir iş değildi. Böyle bir memuriyeti isteyişi, hayretle karşılanmakla beraber, arzusu derhal yerine getirildi... Çünkü onun maksadı, İstanbul'a gelen bütün esirleri görmek, onların folklorik anlayışları hakkında bilgi edinmek ve aralarında, varsa, güzel sesli ve musıkiye istidatlı bulunanları seçip yetiştirmekti.
Büyük Itrî'ye eskiler derler: Bizim öz mûsikîmizin piri;O kadar halkı sevkedip yer yer, O şafak vaktinin cihangiri, Nice bayramların sabah erken, Göğü, top sesleriyle gürlerken, Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.
Tâ Budin'den Irak'a, Mısır'a, kadar, Fethedilmiş uzak diyarlardan, Vatan üstünde hür esen rüzgâr, Ses götürmüş bütün baharlardan. O deha öyle toplamış ki bizi, Yedi yüz yıl süren hikâyemizi Dinlemiş ihtiyar çınarlardan Mûsikîsinde bir taraftan din, Bir taraftan bütün hayât akmış; Her taraftan, Boğaz o şehrâyîn, Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış. Nice seslerle, gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış.
Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı, Bir terennüm ki hem geniş, hem şuh: Dağılırken "Nevâ"nın esrarı, Başlıyor şark ufuklarında vüzuh; Mest olup sözlerinde her heceden, Yola düşmüş, birer birer, geceden Yürüyor fecre elli milyon ruh.
Kıskanıp gizlemiş kaza ve kaderBelki binden ziyade bestesini. Bize mîrâs kaldı yirmi eser. "Nât'dır en mehîbi, en derini. Vakıa ney, kudüm elince dile, Hızlanan mevlevî semaiyle Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.
O ki bir ihtişamlı dünyâya Ses ve tel kudretiyle hâkimdi; Adetâ benziyor muammaya; Ulemâmız da bilmiyor, kimdi? O eserler bugün define midir? Ebediyette bir hazine midir?Bir bilen var mı? Neredeler şimdi?
Öyle bir mûsikiyi örten ölüm, Bir teselli bırakmaz insanda. Muhtemel görmüyor henüz gönlüm. Çok saatler geçince hicranda, Düşülür bir hayâle zevk alınır. Belki hâlâ o besteler çalınır,Gemiler geçmeyen bir ummanda."
Itri, uzun yıllar, Esirciler Kethüdası olarak yaşadı. Saraya devam ediyor ve işinin dışındaki zamanlarını, İstanbul surları dışındaki bahçesinde geçiriyordu. Çiçek ve meyve konusundaki ustalığı da, İstanbul'da nam salmıştı. Günümüzde dahi, "Mustabey Armudu" diye bilinen meyve çeşidini, ilk kez kendi bahçesinde yetiştirmiş, bu sebeple de bu armuda kendi adı verilmiştir. Itri isminin de "ıtır çiçeği"nden mülhem olarak çiçek merakına bağlanır. Itri'nin divan ve âşık tarzlarında şiirleri de vardır. Naatlar, gazeller, tahmisler, nazireler, tarih düşüren beytiler ve şarkılar dışında, hece ölçüsüyle türküler de yazmıştır. Bestelediği yapıtlarda şiirlerinin pek azını güfte olarak kullanmış; Nâbî, Bakî, Nazîm, Nailî, Nefî gibi ustaların şiirlerini bestelemeyi yeğlemiştir. Çağdaşı Salim'in, varlığından söz ettiği Divan-ı Itri maalesef günümüze ulaşmamıştır. Dinî yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kurallar, Itrî tarafından konulmuştur. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Salâtı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar. Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrînin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Hz. Mevlânâ'nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın bestelenmesinden sonra mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması, bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayini ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir. Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda manevi bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde derin bir dindarlık duygusunu; mevlevi müziği yapıtlarında ise, tasavufi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir. Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş ya da kaybolmuştur; bugün ancak 40 dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtıyla bile, Itri'nin bugün Klasik Türk müziğinin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatındaki olağanüstü yeteneğin bir yansımasıdır.
"Musıkisinde bir taraftan din, Bir taraftan bütün hayat akmış. Her taraftan Boğaz, o şehrayîn, Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış. Nice seslerle gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış."
Önemli Eserleri: Segâh Kurban Bayramı Tekbiri; Segâh Salât-ı Ümmiye; Dilkeşhâveran Gece Salâtı; Mâye Cuma Salâtı; Segâh Mevlevi Ayini; Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih; Nühüft Durak; Nühüft İlahî; Nühüft Tevşih; Nevâ Kâr; 2 Pençgâh Beste; Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai; Mâhûr Ağır Aksak Semai; Rehavî Berefşan Beste; Buselik Hafif Beste ve Yürük Semai; Segâh Ağır Semai; Segâh Yürük Semai; Bayatî Çember Beste; Bestenigâr Darb-ı Fetih Beste; Dügâh Hafif Beste; Isfahan Zencir Beste ve Ağır Aksak Semai; Nikriz Muhammes Beste; Râhatul Ervah Zencir Beste; Irak Aksak Semai; Rast Aksak Semai; Nühüft Aksak Semai; Acemaşiran Yürük Semai; Rehavî Peşrev; Nühüft Peşrev ve Saz Semaisi.
Divan şairlerinden Şeyhî'nin yazdığına göre, ölümünden sonra "Mevlevihane Yenikapusu haricine" gömülmüştür. Mezar taşı kayıptır. Musıkide hayranı olduğu Hafız Post (İmamzade Hacı Hafız Mehmet Efendi), öldüğü zaman, çok duygulanmış ve ölümüne tarih düşüren şairlerden biri olmuştur. Şu kıta Itri için yazılmıştır:
"Hafız Elhac İmamzade Mehmet hak bu kim Mûsıkî ilminde mahirdir ol üstad-ı zaman. Harf-i menkutiyle tarih oldu anın fevtine Dedi Itri, Hafız'a me'va ola Yârâb cinan." Oğuz Köroğlu'nun kaleminden
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.