Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada dikkatimizi çeken hususlar vardı. Sayın Gül, “Geleceğe dair müspet beklentilerimize rağmen, Türkiye’nin yakın çevresinde büyük risk ve tehditler de mevcuttur” dedikten sonra, risk ve tehditleri şu şekilde sıraladı:
“Komşumuz Suriye’de akan kan devam etmekte, Irak’ta mezhepsel temelde siyasi istikrarsızlık yaşanmakta, İran’ın nükleer programı çerçevesinde odaklanan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali bulunmaktadır. Yakın komşularımızda cereyan eden bu istikrarsızlık ortamı, bölgesel ve küresel güç mücadelesinin provasının yapıldığı yeni bir soğuk savaş sahnesine dönüştürülmek istenmektedir. Bölgedeki gerilimin sıcak çatışmalara veya iç savaşa sebep olması durumunda, yeni bir belirsizlik ve kaos ortamının doğması yüksek bir ihtimaldir. Bu şartlar altında Türkiye’nin gelişmeleri uzaktan izleme lüksü de yoktur...”
Öncelikle Suriye’den başlarsak, Suriye’de eğer bir kan akıyorsa, bunda Türkiye olarak oldukça katkı sağladığımızı söyleyebiliriz.
Bugün ABD yanlı basın ve medya kuruluşları da itiraf etmektedir ki, Suriye konusunda dünyaya servis edilen ve batı medyasında yer alan haberler gerçekleri yansıtmamaktadır.
Halk ve isyancı görünümlü bir takım terör grupları dışarıdan aldıkları para, akıl ve silah desteğiyle Suriye ordusu ile çatışmakta ve Suriye yönetimini zor durumda bırakmak için sivilleri katlederek suçu Suriye yönetiminin üzerine atmaktadırlar.
Doğru, Suriye’de kan akmaktadır ama siyasilerimizin kastettiği gibi kanı akıtan Suriye yönetimi değil, dış destekli terör gruplarıdır. Türkiye maalesef yıllardan beri, benzer bir terör tehdidiyle karşı karşıya olmasına rağmen Suriye’nin içinde bulunduğu bu zor durumda terörün ve terörü destekleyenlerin yanında yer almaktadır.
İster istemez şunu demek durumunda kalıyoruz, keşke sadece seyirci kalsak da bu şekilde olaylara müdahil olmasak, ABD’nin ve İsrail’in ekmeğine daha fazla yağ sürmesek Suriye halkına daha büyük hizmet etmiş oluruz.
Gelelim Irak’ta yaşanan mezhepsel temelde siyasi istikrarsızlığa...
Irak iyi ya da kötü bir bütünken, işgalci ABD’ye her türlü lojistik desteği sağlayarak onların Irak’ı bu istikrarsız ortama dönüştürmesine, Şii, Sünni ve Kürt ayrımcılığının körüklenmesine müsaade eden kimdir? Türk siyasileri değil mi?
Görünen o ki Türkiye olarak kendi tehditlerimizi üretmede mahiriz.
Ve İran mevzuu...
Sayın Gül’ün, “İran’ın nükleer programı çerçevesinde odaklanan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali bulunmaktadır” ifadeleri oldukça düşündürücüdür.
Böyle bir cümlenin Harp Akademilerinde ifade edilmesi ise ayrıca dikkat çekicidir.
Nükleer çalışmalar İran’ın da en doğal hakkı olmasına rağmen, siyasilerimiz tarafından sürekli olarak, gerilimin nedeni nükleer konularda sabıkalı olan ABD ve İsrail’in İran’a sataşması değil de tam tersi İran’ın bu çalışmalara devam etmesi olarak gösterilmektedir.
Üstelik bütün deliller İran’ın barışçıl amaçlı olarak bu çalışmaları yaptığını ispatlamaktadır.
Ve Türkiye olarak bu konuda da seyirci kalmadığımız kesin, İran’a karşı İsrail’i koruyan ve kontrolü ABD’nin elinde olan füze kalkanının beynini Malatya Kürecik’e kabul etmekle hangi safta olduğumuzu net olarak ifade ediyoruz.
Tekrar etmekte fayda var, keşke sadece seyirci kalsak da Türk milletinin tarihi misyonuna ters olan böyle Haçlı senaryolarında Müslüman’a karşı figüran olmasak.
Eğer gerçekten de seyirci kalma lüksümüz yoksa Türkiye’nin Müslüman’ın safında olması arzu edilendir.
“Komşumuz Suriye’de akan kan devam etmekte, Irak’ta mezhepsel temelde siyasi istikrarsızlık yaşanmakta, İran’ın nükleer programı çerçevesinde odaklanan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali bulunmaktadır. Yakın komşularımızda cereyan eden bu istikrarsızlık ortamı, bölgesel ve küresel güç mücadelesinin provasının yapıldığı yeni bir soğuk savaş sahnesine dönüştürülmek istenmektedir. Bölgedeki gerilimin sıcak çatışmalara veya iç savaşa sebep olması durumunda, yeni bir belirsizlik ve kaos ortamının doğması yüksek bir ihtimaldir. Bu şartlar altında Türkiye’nin gelişmeleri uzaktan izleme lüksü de yoktur...”
Öncelikle Suriye’den başlarsak, Suriye’de eğer bir kan akıyorsa, bunda Türkiye olarak oldukça katkı sağladığımızı söyleyebiliriz.
Bugün ABD yanlı basın ve medya kuruluşları da itiraf etmektedir ki, Suriye konusunda dünyaya servis edilen ve batı medyasında yer alan haberler gerçekleri yansıtmamaktadır.
Halk ve isyancı görünümlü bir takım terör grupları dışarıdan aldıkları para, akıl ve silah desteğiyle Suriye ordusu ile çatışmakta ve Suriye yönetimini zor durumda bırakmak için sivilleri katlederek suçu Suriye yönetiminin üzerine atmaktadırlar.
Doğru, Suriye’de kan akmaktadır ama siyasilerimizin kastettiği gibi kanı akıtan Suriye yönetimi değil, dış destekli terör gruplarıdır. Türkiye maalesef yıllardan beri, benzer bir terör tehdidiyle karşı karşıya olmasına rağmen Suriye’nin içinde bulunduğu bu zor durumda terörün ve terörü destekleyenlerin yanında yer almaktadır.
İster istemez şunu demek durumunda kalıyoruz, keşke sadece seyirci kalsak da bu şekilde olaylara müdahil olmasak, ABD’nin ve İsrail’in ekmeğine daha fazla yağ sürmesek Suriye halkına daha büyük hizmet etmiş oluruz.
Gelelim Irak’ta yaşanan mezhepsel temelde siyasi istikrarsızlığa...
Irak iyi ya da kötü bir bütünken, işgalci ABD’ye her türlü lojistik desteği sağlayarak onların Irak’ı bu istikrarsız ortama dönüştürmesine, Şii, Sünni ve Kürt ayrımcılığının körüklenmesine müsaade eden kimdir? Türk siyasileri değil mi?
Görünen o ki Türkiye olarak kendi tehditlerimizi üretmede mahiriz.
Ve İran mevzuu...
Sayın Gül’ün, “İran’ın nükleer programı çerçevesinde odaklanan gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali bulunmaktadır” ifadeleri oldukça düşündürücüdür.
Böyle bir cümlenin Harp Akademilerinde ifade edilmesi ise ayrıca dikkat çekicidir.
Nükleer çalışmalar İran’ın da en doğal hakkı olmasına rağmen, siyasilerimiz tarafından sürekli olarak, gerilimin nedeni nükleer konularda sabıkalı olan ABD ve İsrail’in İran’a sataşması değil de tam tersi İran’ın bu çalışmalara devam etmesi olarak gösterilmektedir.
Üstelik bütün deliller İran’ın barışçıl amaçlı olarak bu çalışmaları yaptığını ispatlamaktadır.
Ve Türkiye olarak bu konuda da seyirci kalmadığımız kesin, İran’a karşı İsrail’i koruyan ve kontrolü ABD’nin elinde olan füze kalkanının beynini Malatya Kürecik’e kabul etmekle hangi safta olduğumuzu net olarak ifade ediyoruz.
Tekrar etmekte fayda var, keşke sadece seyirci kalsak da Türk milletinin tarihi misyonuna ters olan böyle Haçlı senaryolarında Müslüman’a karşı figüran olmasak.
Eğer gerçekten de seyirci kalma lüksümüz yoksa Türkiye’nin Müslüman’ın safında olması arzu edilendir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025