İnsanoğlunun yalan ve riyaya battığı, öfke nöbetlerinde boğulduğu, hastalık ve musibetlerin eksik olmadığı, peşinde iklim kırılmaları, gıda sorunlarının baş gösterdiği, kısacası düzenin bozulması sonucu yaşanan isyan etme ve fatura ödeme günlerinden geçiyoruz.
Herkesin olaylar karşısında aynı sabrı göstermesi tevekkül içinde kalması pek mümkün olmuyor. Kafasını çıkarıp nefes almaya çalışanlar beklenmedik bir yerden gelen darbe ile yine dibi boyluyorlar.
Olan bitenden ders alacakları ve dünyanın geleceğini düşünecekleri yerde, mutlu olanların, vurdumduymazların, yalan ve riya denizinin suyunu hava yerine ciğerlerine doldurmuş onunla hayatta kalanların çoğunluğuna hayret ediyorsunuz.
Anne babaya; baba çocuklara; çocuklar arkadaşlarına; siyasetçiler herkese yalan söylüyorlar. Hem de öyle bir inanarak söylüyorlar ki, gerçeklerin farkına varmamış olan halk kitleleri ya saatini kaçırdıkları için ya da yönetim erki öyle istediği için yayın organlarından gelip geçen haberlerin satır aralarını okumaya fırsat bulamıyorlar.
Yalan, riya, aldatma, çok eşlilik, İslami kural adı altında uydurulmuş zorunluluklar hayatımıza egemen oldu. Yalan söylemek bir fazilet, birden fazla eşe sahip olmak imtiyaz oldu.
Cumhuriyetin temel ilkelerinin birer birer yok olduğunu; milli egemenliğin şer güçlerin kullanımına tahsis edildiğini görüyoruz. Görüyoruz da, bir şey yapamıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutladık. Nasıl kutladığımız ortada… Pek çok yerde o eski heves, sevinç, katılım yoktu.
* * *
Şimdi de Ramazan Bayramı'nı kutluyoruz.
Dileğim her zaman çocukların yüreğinden ve yaşantılarından bayram sevincinin eksik olmamasıdır. Bizlerin yaşadığı gibi onların da yüreklerinin heyecanla çarptığı, sabah sürprizleri ile buluştukları bayramların olmasıdır.
Her dinde bayramların bir ritüeli vardır.
Bir gün önce banyo yapmak, giyecekleri kıyafetleri başucuna sıralamak, yeni alınmış bir çift kunduranın kokusunu içine çekmek, sabah namazı için babanın-dedenin elinden tutup camiye koşmak, sabahın serinliğini hissetmek, her şeyin güzel ve iyi olması için dua etmek, ana-baba ve kardeşin bir arada olduğu için şükretmek…
Kaçamak gözler ile giysileri süzmek…
Alınacak harçlıkları hesaplamak, onlarla neler yapılacağını planlamak…
Sonra, bayrama özel hazırlanmış sabah kahvaltı sofrasını düşünmek…
Cevizli çörekler, sarma börekler, dolmalar, lokmalar…
Bayram için saklanmış birkaç kavanoz marmeladın tadına bakmak…
Kahvaltı sonrası kapı çalmacalar, el öpmeceler, her ne kadar işin içinde biraz şeker ve bozuk para olsa da komşu ziyaretleri…
Öğleden sonra uzakta oturanlara gitmeler…
Ah, ne güzel heyecanlardır onlar?
* * *
Şimdi bayramlar ne yazık ki tatile gitmek, şehirden kaçma fırsatı, hafta arasındaki boşluklarla birleştirilmiş işsiz günler olarak değerlendiriliyor.
Çok çalışıyoruz, çok müreffeh durumdayız ya…
Dinlenmek için haftanın birkaç gününü tatile dahil etmek bir alışkanlık oldu. Bunu devletin yapması gerekmiyor. Biz kendi kendimize tatil ilan ediveriyoruz.
Bu arada bize ihtiyacı olanları, işlerini yarım bıraktıklarımızı düşünmüyoruz tabi… "Bayram haftasından sonra gelin" demek yeterli…
Dileğimiz hep şeker tadında bayramlar olması.
Doğru insanlar ile doğru yerlerde, doğru zamanlarda bayramların kutlanması…
Yalandan, riyadan, ikiyüzlülükten arınmış; bütün topraklar ekilmiş, çiftçinin yüzü gülmüş, ekinlerin baş verdiği günlere uyanmış olarak bayramları kutlamak…
Küçüğün büyüğü saydığı, büyüğün küçükle kucaklaştığı, küslerin kırgınlıklarını hallettiği günlerde buluşmak dileği ile.
Bayramınız kutlu olsun…
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025
- VEFA… / 19.03.2025
- Doğruları söylemek… / 14.10.2024
- Haydar Hoca'yı hatırlarken… / 06.08.2024