Uğruna BOP'a girdiğimiz, 'dost, müttefik, stratejik ortak' dediğimiz…
Sırf dostluğumuz bozulmasın (!) diye askerimizin esir alınışına, başlarına çuval geçirilişine sessiz kaldığımız, 'akıllı ol' diye başlayan mektubunu sineye çektiğimiz…
Sırf ABD'nin Ortadoğu planları işlesin, diye Cumhuriyetin ilan edildiği gün (29 Ekim 2014) peşmergelerin, Suriye devleti ile savaşması için topraklarımızdan masraflarını karşılayarak geçirdiğimiz…
'S-400'leri kuramazsın, F-35'leri de vermiyoruz, F-16'ları da İsveç'e evet, dedikten sonra bakarız' diyen ABD kalktı bilerek, isteyerek SİHA'mızı düşürdü.
Bu aynı zamanda NATO üyesi bir ülkenin yine NATO üyesi bir ülkeye ilk müdahalesi olarak kayda geçti.
Ardından ABD başkanı DEAŞ başlığı altında; 'Türkiye'nin Suriye'deki faaliyetleri ulusal güvenliğimize olağanüstü bir tehdittir' sözleriyle Türkiye'yi tehdit olarak gördüklerini açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 gün sonra SİHA'mız için 'milli hafızamıza kaydettik' dedi ve ABD başkanına cevap olarak 'Amerika'nın, PKK'nın Suriye'deki uzantılarıyla bu ülkede yürüttüğü faaliyetler Türkiye'nin millî güvenliği için olağanüstü bir tehdittir' cümlesini kurdu.
Soru şu:
PKK'nın Suriye'deki uzantıları nasıl oluştu ki, şimdi Türkiye Cumhuriyeti bu tehdit ile uğraşmak zorunda kalıyor?
"Ey NATO, neredesin? Bu kadar mücadele veriyoruz, Türkiye, NATO üyesi değil mi, neredesin? Afganistan'da çağırdın, geldik, Somali'de çağırdın, geldik, Balkanlar'da çağırdın geldik. Şimdi de ben çağırıyorum hadi bakalım Suriye'ye gel, niye gelmiyorsun?' sözleriyle NATO'ya sitem eden ve Suriye'ye çağıran Erdoğan değil miydi?
Esad, Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyetine tehdit miydi?
İsrail eski başbakanı Ehud Olmert, Ankara'ya gelmiş, Sayın Erdoğan ile 5-6 saat görüşmüş ve ülkesine döndükten üç gün sonra şunları söylemişti:
"Suriye'yi iç savaşa soktuk. Çünkü Esad, bizimle olma teklifimizi reddetti. Suriye'deki bütün terör örgütleri Esad'a karşı kuruldu ve bazı ülkeler komik bir şekilde bunun bir özgürlük mücadelesi olduğuna inanıyor."
Siyasetçi iki sene sonrasını değil en az 50 sene sonrasını gören adamdır
Merhum Prof. Dr. Haydar Baş 2010 yılında şöyle diyordu:
"Siyasetçi iki sene sonrasını değil en az 50 sene sonrasını gören adamın adına denir. Bunlar burnunun dibini görmüyor ama ben, bunlara kabahat bulmuyorum, milletimiz nasıl bu farkı fark etmiyor, ben buna hayret ediyorum…
ABD'nin İsrail varken Türkiye ile birlikte olması, hele hele İsrail'in olmadığı bir denklemde bulunması asla mümkün değildir.
Ne yaptı Türkiye? Osmanlıcılık akımı ile birlikte Ortadoğu'yu kendi hâkimiyetine alacak; ABD ile birlikte bir ortak irade geliştirecek.
Yani bir hayal ve vehim peşinde koşmaya başladı. Bunun içinde dinler arası diyalog, Medeniyetler arası İttifak projeleriyle Ortadoğu insanını ikna etmek de var.
Bu olay Brezilya'da Medeniyetlerarası İttifak toplantısının yapıldığı bir dönemde cereyan etti.
Sen, hangi medeniyeti birbiriyle barıştıracaksın. Senin tarih bilgin yok mu? Hiç mi maziye bakıp da bir ders almadın? Hiç mi sana dedelerin, ninelerin bir hikâye anlatmadı?
Bunların davranışları ne milli, ne dini ne de milletlerarası hukuk temeline oturuyor.
Sen kalkacaksın, bugüne kadar var olan mücadeleni bir kalemde sileceksin, barış güvercini uçuracaksın. Bu, onun acı faturasıdır. İsrail Büyükelçiliğinin kapısına gitmektense, bu hükümetin kapısına gitmek lazım."
'İsrail Büyükelçiliğinin kapısına gitmektense, bu hükümetin kapısına gitmek lazım'
Şimdi İsrail vahşetinin, katliamlarının son bölümünü (acı ama gerçek) izliyoruz. Evet, sadece izliyoruz.
İslam ülkelerindeki halklar ayakta. Ülkemizde de insanlar tepkilerini gösteriyor. 57 İslam ülkesi ve ülkemizi yönetenlerden ise kınama, yas ilan etme dışında tek bir adım yok.
Çünkü batı masaya kartını koydu: Ey Ankara! "Ya Avrupa Birliği, NATO, bizim değerlerimizle, Batı ruhuyla mı olmak istiyorsun yoksa Moskova'yla, Tahran'la, Hamas'la ve Hizbullah'la mı. Cevabın açık olmalı." (Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas)
Söylenecek çok söz var ama devlet olarak getirildiğimiz noktayı BTP Genel başkanı Hüseyin Baş tek cümlede özetledi:
"O kadar üzülüyorum ki... Atamızın kurduğu Cumhuriyet 100. yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından idare ediliyor, kurduğu parti 100. yılında Kemal Kılıçdaroğlu tarafından idare ediliyor."
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025
- İktidar sanki hiç sandık gelmeyecekmiş gibi hareket ediyor / 01.04.2025
- İslam dünyasında bayram! / 31.03.2025
- ‘Cebrail dua etti, bende amin dedim’ / 30.03.2025