Fakir bir adam, nice zahmetlerden sonra bir ev yapar, içine girer. Oturulacak bir hâle gelmiştir. Eve hitap ederek şöyle seslenir:
-Ey ev, bak, bu kadar sıkıntıdan sonra nihayet bir evim oldu. Zaten yoksul biriyim. Yıkılacağın zaman bana haber ver de ona göre tedbir alayım.
Aradan günler, aylar geçer. Adam eve bakım yapmaz. Kırıkları, çürükleri görmez. Bir gün ev yıkılıverir.
Adam hayretler içerisinde şaşırıp kalır. Ve şöyle hayıflanır:
-Ya hu, ben sana demedim mi, "yıkılacağın zaman haber ver" diye.
Bunun üzerine ev ona şöyle seslenir:
-Bre gafil adam!.. Ben sana duvardaki çatlakları ne zaman haber verdimse bir avuç çamurla tıkayıverdin. Direklerimi güve yerken sen sağır kesildin. Damdaki çatlaklardan sızan sular seni bir türlü gaflet uykusundan uyandırmadı. Feryatlarımı duymadın. Dermanım kesildi, ben de çöktüm. Şimdi sızlanma sırası sende.
Bu fıkra ile günümüzde yaşanan krizler, çıkmazlar, açmazlar, felaketler ne güzel izah edilir.
Hadi sen düşünemedin de hiç olmazsa ehil insanları duymalı değil miyiz?
Bu hususta da hamd olsun bilge kişiler, âlimler tarih boyunca içimizi aydınlatan, birlik ve düzenimizi sağlayan görüş, sezgi ve nasihatleri ile medeniyetimize birer kandil olmuşlar ve meclisinde bulunanlara, idarecilere, hükümdarlara ışık saçmışlardır.
Bu gelenek bitmemiştir. Bu ışıklar sönmemiştir.
Bir hakkı teslim olsun diye şimdi sayın Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in son 15 yılda dinimiz, vatanımız, milletimiz, bayrağımız, ordumuz, polisimiz, kardeşliğimiz... hususunda hatırlattıklarını, yazdıklarını, mücadelesini hiç duyduk mu?
Daha 1983 yılında bir mektup gibi İcmal dergisi ile, Mesaj, Öğüt dergileriyle bilgisizliğe ilmi ölçüler verdi.
Yılmadan, usanmadan konferanslar, seminerler verdi. Panellere katıldı. Ciltlerce eser, binlerce makale, röportaj, sohbet, mektup çalışmalarıyla yazmaya araştırmaya devam etti.
Bu kısa şükran borcumu şunun için ifade ediyorum.
Ülkemizde son haftalarda TV kanallarında "diyalog, misyonerlik" konulu programlar düzenleniyor.
Son seyrettiğim programda bir papazın yanındaki hukukçu Hatemi'nin sık sık "İran devrimi" diyerek "Bizans devrimi" hayali peşinde olan papazla al gülüm ver gülüm "cennet" sakızları çiğnediler. "Bir şey demiyoruz ne var bunda canım" şarkılarıyla da dinleyenleri uyutmaya çalıştılar.
Önümüzde bilge insan Prof. Dr. Haydar Baş Bey var.
Yıllar önce birer altın formül olarak takip ettiğim görüşleri sayesinde bugün çıkılmaz, çarpık, hileli meseleleri kolaylıkla çözüp anlayabiliyorum.
Benim anlamaya çalıştığımı özetlersem:
-Kur'an bize yeter deyip hadisleri hafife almak, bununla İslam'ın binasını yıkmak isteyecekler.
-Türk milletinin manevi oluşumunun iki bağı mezhepler ve meşrepler üzerine oyunlar oynayacaklar.
-Birlik ve beraberliği bozmak için içerden ve dışardan pompalanıp desteklenen itikadi, ameli, siyasi, ideolojik, kültürel oyunlara dikkat. Buna ancak dinini iyi bilen, devletini ordusunu, bayrağını, vatanını, kültürünü, insanını seven alet olmaz.
-Diyalog çalışmaları, misyonerliğe yumuşak kılıf hazırlamaktır. Bununla dini ve milli bütünlüğümüz zarar görür.
-Milli kimliğimize uygun, iktisadi, siyasi, ahlâki kriterlerimizi ortaya koyarak kendine yetmekten aciz olan değil dünyaya yeten misyona layık olabilecek kalkınmayı gerçekleştirelim.
-Türk milletinin maddi ve manevi varlığını kıskanan sinsi devletlerin birlik, güvenlik oyunlarına dikkat edelim.
Yıllar öncesinden duyduğum bu gerçekleri söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş Bey acaba dinlenilseydi bugün bu enkazı yaşar mıydık?
Artık devletimizin, hainliklere, ihmallere, yolsuzluklara, topyekün insanını kucaklamayan particiliğe tahammülü kalmamıştır.
Bilge insanları duymamız lazımdır.
Yarın ah vah etmeden. Ayık olalım.
-Ey ev, bak, bu kadar sıkıntıdan sonra nihayet bir evim oldu. Zaten yoksul biriyim. Yıkılacağın zaman bana haber ver de ona göre tedbir alayım.
Aradan günler, aylar geçer. Adam eve bakım yapmaz. Kırıkları, çürükleri görmez. Bir gün ev yıkılıverir.
Adam hayretler içerisinde şaşırıp kalır. Ve şöyle hayıflanır:
-Ya hu, ben sana demedim mi, "yıkılacağın zaman haber ver" diye.
Bunun üzerine ev ona şöyle seslenir:
-Bre gafil adam!.. Ben sana duvardaki çatlakları ne zaman haber verdimse bir avuç çamurla tıkayıverdin. Direklerimi güve yerken sen sağır kesildin. Damdaki çatlaklardan sızan sular seni bir türlü gaflet uykusundan uyandırmadı. Feryatlarımı duymadın. Dermanım kesildi, ben de çöktüm. Şimdi sızlanma sırası sende.
Bu fıkra ile günümüzde yaşanan krizler, çıkmazlar, açmazlar, felaketler ne güzel izah edilir.
Hadi sen düşünemedin de hiç olmazsa ehil insanları duymalı değil miyiz?
Bu hususta da hamd olsun bilge kişiler, âlimler tarih boyunca içimizi aydınlatan, birlik ve düzenimizi sağlayan görüş, sezgi ve nasihatleri ile medeniyetimize birer kandil olmuşlar ve meclisinde bulunanlara, idarecilere, hükümdarlara ışık saçmışlardır.
Bu gelenek bitmemiştir. Bu ışıklar sönmemiştir.
Bir hakkı teslim olsun diye şimdi sayın Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in son 15 yılda dinimiz, vatanımız, milletimiz, bayrağımız, ordumuz, polisimiz, kardeşliğimiz... hususunda hatırlattıklarını, yazdıklarını, mücadelesini hiç duyduk mu?
Daha 1983 yılında bir mektup gibi İcmal dergisi ile, Mesaj, Öğüt dergileriyle bilgisizliğe ilmi ölçüler verdi.
Yılmadan, usanmadan konferanslar, seminerler verdi. Panellere katıldı. Ciltlerce eser, binlerce makale, röportaj, sohbet, mektup çalışmalarıyla yazmaya araştırmaya devam etti.
Bu kısa şükran borcumu şunun için ifade ediyorum.
Ülkemizde son haftalarda TV kanallarında "diyalog, misyonerlik" konulu programlar düzenleniyor.
Son seyrettiğim programda bir papazın yanındaki hukukçu Hatemi'nin sık sık "İran devrimi" diyerek "Bizans devrimi" hayali peşinde olan papazla al gülüm ver gülüm "cennet" sakızları çiğnediler. "Bir şey demiyoruz ne var bunda canım" şarkılarıyla da dinleyenleri uyutmaya çalıştılar.
Önümüzde bilge insan Prof. Dr. Haydar Baş Bey var.
Yıllar önce birer altın formül olarak takip ettiğim görüşleri sayesinde bugün çıkılmaz, çarpık, hileli meseleleri kolaylıkla çözüp anlayabiliyorum.
Benim anlamaya çalıştığımı özetlersem:
-Kur'an bize yeter deyip hadisleri hafife almak, bununla İslam'ın binasını yıkmak isteyecekler.
-Türk milletinin manevi oluşumunun iki bağı mezhepler ve meşrepler üzerine oyunlar oynayacaklar.
-Birlik ve beraberliği bozmak için içerden ve dışardan pompalanıp desteklenen itikadi, ameli, siyasi, ideolojik, kültürel oyunlara dikkat. Buna ancak dinini iyi bilen, devletini ordusunu, bayrağını, vatanını, kültürünü, insanını seven alet olmaz.
-Diyalog çalışmaları, misyonerliğe yumuşak kılıf hazırlamaktır. Bununla dini ve milli bütünlüğümüz zarar görür.
-Milli kimliğimize uygun, iktisadi, siyasi, ahlâki kriterlerimizi ortaya koyarak kendine yetmekten aciz olan değil dünyaya yeten misyona layık olabilecek kalkınmayı gerçekleştirelim.
-Türk milletinin maddi ve manevi varlığını kıskanan sinsi devletlerin birlik, güvenlik oyunlarına dikkat edelim.
Yıllar öncesinden duyduğum bu gerçekleri söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş Bey acaba dinlenilseydi bugün bu enkazı yaşar mıydık?
Artık devletimizin, hainliklere, ihmallere, yolsuzluklara, topyekün insanını kucaklamayan particiliğe tahammülü kalmamıştır.
Bilge insanları duymamız lazımdır.
Yarın ah vah etmeden. Ayık olalım.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021