Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çıpan,divan şiirinin, 600 yıllık tarihi derinliği, niteliği ve nazım şekilleriyle Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip olduğunu söyledi.
Leyla ile Mecnun ve Ferhat
ile Şirin'i anlamak...
Çıpan, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nce düzenlenen "Divan Edebiyatı ve Klasik Musikimiz" konulu programda, şiirde işlenen çeşitli sanatların, şiire kendine has musikisini ve ahengini kazandırdığını kaydetti.
Şairler olmasaydı, bugün Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin'i anlamanın mümkün olmayacağını belirten Çıpan, özellikle Fuzuli'nin, Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şair olduğunu anlattı. Divan edebiyatının tehlikeli olup olmadığı hakkındaki tartışmaların artık çok gerilerde kaldığını ifade eden Çıpan, "Divan şiiri, 600 yıllık tarihi derinliği, niteliği ve onbinlerle ifade edilen nazım çeşitleriyle edebiyatımızda çok önemli bir yere sahiptir" dedi. Programda, Kültür Bakanlığı Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu, bir konser verdi.
Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şair: FUZÛLÎ
Fuzûlî, Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu. Soyca Türk Bayat aşiretindendir. Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirmiş, Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle yaşamını sürdürmüştür. En tanınmış eseri, Şark'ın efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur. Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir. Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü. Türbesi halen oradadır.
Hazret-i Hüseyin'in
türbesinin bekçisi
Şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı. Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor. İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir. Bütün şiirlerinde kendini Allah aşkına ve Peygamber (sav) sevgisine adamış olan Fuzûlî, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu. Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu. Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar.
Fuzulî, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda, Bağdat'ta barınamadı. Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi. Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı.
Ancak, Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir.
Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, hala yaşayan bir gerçektir.
Dünya Edebiyatı'nın
şâhı: Leylâ ve Mecnun
Git, derdime sen devâ değilsin
Bigânesin, âşina değilsin
Gördü ki bir avcı dâm kurmuş
Dâmına gazâller yüz urmuş
Bir âhu esir-i dâmı olmuş
Kan yâşı karâ gözüne dolmuş
Boynu burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu
Sayyâd sakın cefa yamandır
Bilmezsin mi ki kana kandır?
gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir hâline getirir.
Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal imiş ancak
Fuzûlî, Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim, esası yok duvar gibidir." der.
Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı. Ona göre şiirin kaynakları ilahidir. Allah vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez.
"Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal (dedikodu) imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir.
Ona göre ruh, ıstırap, elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir. Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar, yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir.
Fuzûli: "Aslım Türk,
ana dilim Türkçe"
Aynı asırda İstanbul'da yaşayan Baki'nin şiirlerinde ihtişam, gurur, büyüklük ve renk vardır. Daha sonra yine İstanbul'da yaşayan Divan edebiyatımızın üçüncü zirvesi Nedim'in şiirlerinde de hayat, neşe, renk ve cümbüş bulunur. Fuzûlî'nin şiirlerinde ise çöllerin hasretle dolu enginliği, hayal dolu ıssızlığı, yakıcılığı ve yoksulluğu yaşar.
Fuzulî, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir:
"Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir. Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım. Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yani Türkçe sâdır olmuştur"
Leyla ile Mecnun ve Ferhat
ile Şirin'i anlamak...
Çıpan, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nce düzenlenen "Divan Edebiyatı ve Klasik Musikimiz" konulu programda, şiirde işlenen çeşitli sanatların, şiire kendine has musikisini ve ahengini kazandırdığını kaydetti.
Şairler olmasaydı, bugün Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin'i anlamanın mümkün olmayacağını belirten Çıpan, özellikle Fuzuli'nin, Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şair olduğunu anlattı. Divan edebiyatının tehlikeli olup olmadığı hakkındaki tartışmaların artık çok gerilerde kaldığını ifade eden Çıpan, "Divan şiiri, 600 yıllık tarihi derinliği, niteliği ve onbinlerle ifade edilen nazım çeşitleriyle edebiyatımızda çok önemli bir yere sahiptir" dedi. Programda, Kültür Bakanlığı Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu, bir konser verdi.
Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şair: FUZÛLÎ
Fuzûlî, Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu. Soyca Türk Bayat aşiretindendir. Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirmiş, Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle yaşamını sürdürmüştür. En tanınmış eseri, Şark'ın efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur. Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir. Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü. Türbesi halen oradadır.
Hazret-i Hüseyin'in
türbesinin bekçisi
Şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı. Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor. İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir. Bütün şiirlerinde kendini Allah aşkına ve Peygamber (sav) sevgisine adamış olan Fuzûlî, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu. Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu. Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar.
Fuzulî, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda, Bağdat'ta barınamadı. Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi. Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı.
Ancak, Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir.
Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, hala yaşayan bir gerçektir.
Dünya Edebiyatı'nın
şâhı: Leylâ ve Mecnun
Git, derdime sen devâ değilsin
Bigânesin, âşina değilsin
Gördü ki bir avcı dâm kurmuş
Dâmına gazâller yüz urmuş
Bir âhu esir-i dâmı olmuş
Kan yâşı karâ gözüne dolmuş
Boynu burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu
Sayyâd sakın cefa yamandır
Bilmezsin mi ki kana kandır?
gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir hâline getirir.
Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal imiş ancak
Fuzûlî, Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim, esası yok duvar gibidir." der.
Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı. Ona göre şiirin kaynakları ilahidir. Allah vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez.
"Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal (dedikodu) imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir.
Ona göre ruh, ıstırap, elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir. Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar, yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir.
Fuzûli: "Aslım Türk,
ana dilim Türkçe"
Aynı asırda İstanbul'da yaşayan Baki'nin şiirlerinde ihtişam, gurur, büyüklük ve renk vardır. Daha sonra yine İstanbul'da yaşayan Divan edebiyatımızın üçüncü zirvesi Nedim'in şiirlerinde de hayat, neşe, renk ve cümbüş bulunur. Fuzûlî'nin şiirlerinde ise çöllerin hasretle dolu enginliği, hayal dolu ıssızlığı, yakıcılığı ve yoksulluğu yaşar.
Fuzulî, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir:
"Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir. Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım. Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yani Türkçe sâdır olmuştur"
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.