İnsanları Allah'a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da "İslâm"dır. İslâm, ilk insan ve ilk peygamber Hz. âdem ile başlayan ilahî dinin adıdır
Resulullah'ın davetine uyarak Mekke'ye gelen topluluk, İncil ehli idi. İncil'e iman ediyor, onun hidayeti üzere yürüyorlardı. İncil, Hz. İsa'dan sonra gelecek peygamberi müjdeleyip ona uymayı emrettiği için Hz. Muhammed'e (sav) uymak, iman etmek, devam eden imanlarının bir gereği halini almıştı. Yani, onların imanları eski inançlarının ve tutundukları dinin bir gereği olarak İslâm'a girmekten ibaretti. Birini diğerine tercih suretiyle, bir dinden diğer bir dine geçiş işlemi değildi. Onların Peygamberimize iman etmeleri, Hz. İsa'ya ve ona indirilene imanın devamı niteliğindeydi. Ayette; "Kendilerine Kur'ân okununca; 'Biz ona inandık, şüphe yok ki, bu Rabbimizden gelen bir hak ve gerçektir. Hakikaten biz, bundan önce de İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik' dediler" şeklinde anlatılıyor. Yani, onlar Müslümandı. Hz. Muhammed'in davet ettiğine, onun peygamber olarak gönderilişinden önce de inanan müminlerdi. Çünkü İncil, ona inanmaya çağırıyordu.
Hz. İsa veya Hz. Musa'nın getirdiği ilahî gerçeklere gönülden bağlanan kişilerin durumu budur. Çünkü İncil'e ve Tevrat'a inanmak, Kur'ân'a ve Hz. Muhammed'e (sav) inanmayı gerektirir. Bu sebeple Cenab-ı Hak, Peygambere, Ehl-i Kitabı İslâm'a davet ederken İncil veya Tevrat'ta bulunanları tasdik etmelerini istemekle yetinmesini emretti. Bu konuda Allah (cc); "Ey Resulüm, de ki: 'Ey Ehl-i Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'inizden size indirileni gereğince uygulamadıkça, siz hiçbir şey (din ve kanaat) üzere değilsiniz' ".
Bu durumda; Hz. âdem'den, Hz. Muhammed'e (sav) kadar hak dinin tek olduğu, 'semavî dinler' diye bir tabirin anlamı olmadığı, ancak semavî şeriatların varlığından söz edilebileceği doğrulanmış olmaktadır.
Allah'a ulaştıran tek yol
İnsanları Allah'a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da "İslâm"dır. İslâm, ilk insan ve ilk peygamber Hz. âdem ile başlayan ilahî dinin adıdır. Hz. âdem -safiyyullah- Efendimizden sonra bütün peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (sav) Efendimize gelen din yine İslâm dinidir. Hz. âdem'le başlayan İslâm, bütün zamanlarda tikadî olarak aynı esasları beyan etmiştir.
Peygamberlere gelen dinde itikad, ibadet, muamelât hükümleri ile ilgili ahkâm-ı ilâhiye yer almaktadır. Hiçbir peygamber döneminde itikad esaslarında değişiklik olmadığına göre, değişen kural ve kaideler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek muamelata ait konular, ibadetin şekillerini belirleyen hükümlerdir. Peygamberler, hep kendinden evvelkileri doğrulayıcı ve geleceği müjdeleyici olmuşlardır.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Hatırla ki; Meryemoğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim' demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince; 'Bu apaçık bir büyüdür' dediler".
Ahkâm-ı Şer'iyye'ye ait hükümlerin değişmesine "nesh" denir. Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa'ya gelen ahkâm-ı şer'iyye, kendinden evvel gelen şeriatlerin kurallarını neshetmiştir. Bu sebeple, mensuh olmuş olduğundan, geçmiş peygamberlerin şeriatlarına göre amel etmek caiz değildir.
Bugün ise, bu meselede şu âyet-i kerîme delil gösterilerek Musevî ve İsevîlerin de Cennetlik olduğu iddia edilmektedir: "Şüphesiz ki, müminler, yahudiler, nasranî ve sabiîlerden her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amelde bulunsa, elbette onların Rabları katında mükafatları vardır. Hem onlara bir korku da yoktur. Mahzun da olacak değildirler".
Subkî'den rivayet olunur ki; bu âyet-i celile, Selmân-ı Farisî'nin arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman; Hazreti Resulün huzuruna geldiğinde, arkadaşlarının ibadetlerinden ve çalışmalarından bahsetti de; "Ya Resulellah! Onlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar, sana iman ederler ve senin hak peygamber olduğuna şehadet ederlerdi", dedi. Selman, onları senâdan fariğ olunca Hz. Peygamber; "Ya Selman! Onlar cehennem ehlindendirler", buyurdu. Bunun üzerine Allah azze ve celle, bu ayet-i celileyi inzal buyurdu.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Resulullah'ın davetine uyarak Mekke'ye gelen topluluk, İncil ehli idi. İncil'e iman ediyor, onun hidayeti üzere yürüyorlardı. İncil, Hz. İsa'dan sonra gelecek peygamberi müjdeleyip ona uymayı emrettiği için Hz. Muhammed'e (sav) uymak, iman etmek, devam eden imanlarının bir gereği halini almıştı. Yani, onların imanları eski inançlarının ve tutundukları dinin bir gereği olarak İslâm'a girmekten ibaretti. Birini diğerine tercih suretiyle, bir dinden diğer bir dine geçiş işlemi değildi. Onların Peygamberimize iman etmeleri, Hz. İsa'ya ve ona indirilene imanın devamı niteliğindeydi. Ayette; "Kendilerine Kur'ân okununca; 'Biz ona inandık, şüphe yok ki, bu Rabbimizden gelen bir hak ve gerçektir. Hakikaten biz, bundan önce de İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik' dediler" şeklinde anlatılıyor. Yani, onlar Müslümandı. Hz. Muhammed'in davet ettiğine, onun peygamber olarak gönderilişinden önce de inanan müminlerdi. Çünkü İncil, ona inanmaya çağırıyordu.
Hz. İsa veya Hz. Musa'nın getirdiği ilahî gerçeklere gönülden bağlanan kişilerin durumu budur. Çünkü İncil'e ve Tevrat'a inanmak, Kur'ân'a ve Hz. Muhammed'e (sav) inanmayı gerektirir. Bu sebeple Cenab-ı Hak, Peygambere, Ehl-i Kitabı İslâm'a davet ederken İncil veya Tevrat'ta bulunanları tasdik etmelerini istemekle yetinmesini emretti. Bu konuda Allah (cc); "Ey Resulüm, de ki: 'Ey Ehl-i Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'inizden size indirileni gereğince uygulamadıkça, siz hiçbir şey (din ve kanaat) üzere değilsiniz' ".
Bu durumda; Hz. âdem'den, Hz. Muhammed'e (sav) kadar hak dinin tek olduğu, 'semavî dinler' diye bir tabirin anlamı olmadığı, ancak semavî şeriatların varlığından söz edilebileceği doğrulanmış olmaktadır.
Allah'a ulaştıran tek yol
İnsanları Allah'a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da "İslâm"dır. İslâm, ilk insan ve ilk peygamber Hz. âdem ile başlayan ilahî dinin adıdır. Hz. âdem -safiyyullah- Efendimizden sonra bütün peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (sav) Efendimize gelen din yine İslâm dinidir. Hz. âdem'le başlayan İslâm, bütün zamanlarda tikadî olarak aynı esasları beyan etmiştir.
Peygamberlere gelen dinde itikad, ibadet, muamelât hükümleri ile ilgili ahkâm-ı ilâhiye yer almaktadır. Hiçbir peygamber döneminde itikad esaslarında değişiklik olmadığına göre, değişen kural ve kaideler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek muamelata ait konular, ibadetin şekillerini belirleyen hükümlerdir. Peygamberler, hep kendinden evvelkileri doğrulayıcı ve geleceği müjdeleyici olmuşlardır.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Hatırla ki; Meryemoğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim' demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince; 'Bu apaçık bir büyüdür' dediler".
Ahkâm-ı Şer'iyye'ye ait hükümlerin değişmesine "nesh" denir. Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa'ya gelen ahkâm-ı şer'iyye, kendinden evvel gelen şeriatlerin kurallarını neshetmiştir. Bu sebeple, mensuh olmuş olduğundan, geçmiş peygamberlerin şeriatlarına göre amel etmek caiz değildir.
Bugün ise, bu meselede şu âyet-i kerîme delil gösterilerek Musevî ve İsevîlerin de Cennetlik olduğu iddia edilmektedir: "Şüphesiz ki, müminler, yahudiler, nasranî ve sabiîlerden her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amelde bulunsa, elbette onların Rabları katında mükafatları vardır. Hem onlara bir korku da yoktur. Mahzun da olacak değildirler".
Subkî'den rivayet olunur ki; bu âyet-i celile, Selmân-ı Farisî'nin arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman; Hazreti Resulün huzuruna geldiğinde, arkadaşlarının ibadetlerinden ve çalışmalarından bahsetti de; "Ya Resulellah! Onlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar, sana iman ederler ve senin hak peygamber olduğuna şehadet ederlerdi", dedi. Selman, onları senâdan fariğ olunca Hz. Peygamber; "Ya Selman! Onlar cehennem ehlindendirler", buyurdu. Bunun üzerine Allah azze ve celle, bu ayet-i celileyi inzal buyurdu.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.