Allah, sevdiği kuluna bela verir, niye?
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) buyurdu: “İnsanların belaya uğramak itibariyle en şiddetlisi peygamberlerdir, sonra da sâlih zâtlardır
23.12.2024 18:30:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) buyurdu: "İnsanların belaya uğramak itibariyle en şiddetlisi peygamberlerdir, sonra da sâlih zâtlardır."
Bu durumda Allah, sevdiği kuluna bela verir, niye? Çünkü kul, belada kulluğunu idrak eder.
Nimetlerde azma imkânları çok daha fazladır. "Adam sende" der. Ama çile ve meşakkette, balda insan başını aşağı eğer, "Biz her şeyi deniyoruz ama yine de bir netice alamıyoruz. Elimizden bir şey gelmiyor. Bu bir imtihandır" deyip burada sabrederse, duaya-zikire sarılırsa, çok büyük mükafât sahibi olur.
İbn Abbâs'tan, "O, Cenâb-ı Hakk'ın, 'Onlar ki başlarına bir bela geldiği zaman..." meâlindeki âyetini şöyle yorumladı: Allah şunu bildirmiştir; Müslümanın başına bir belâ gelip de Allah'ın emrine teslim olup, 'Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na dönücüleriz' dediği zaman ona şu üç haslet yazılır: Allah'tan salât, rahmet ve hidâyet yolunun gerçekleşmesi.
Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurmuştur: Kim musibet anında, ‹İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn› derse, Allah onun bu musibetini telafi edip onun sonunu iyi kılar."
Belalara sabır gösterip, Allah'ı zikredince insanı Allah'a yakınlaştırsa da, Allah'ın belasız yakınlığını istemek en doğrusudur. Çünkü insan bazen belalara sabredemiyebilir. Bu durumda bela onun için yakınlık vesilesi değil Allah'tan uzaklaşmaya-isyana sebep olur. Bu mânâda Peygamber Efendimiz dahi Allah'a sığınmıştır, duaya sarılmıştır:
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) buyurdu:
"Dayanılamayacak belalardan, kişiyi ölüme kadar götürecek zorluklardan, her türlü, kazadan ve düşmanları sevindirecek bir acıyla karşılaşmaktan Allah'a sığınırız."
Bir kul, duaya, zikrullaha sadece başına bir belâ geldiği zaman değil,her zaman sarılmalıdır. Asıl olan, Cenâb-ı Hakk'ın biz kullarından istediği budur. Kulluk sadece Allah'ı darlıkta hatırlamak değildir. Gerçek mânâda kul her hâlinde Cenâb-ı Hakk'la beraber olandır.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Kim şiddetli ve sıkıntılı hâllerinde duasının kabul edilmesini isteyip sevinç duyarsa, rahatken çok dua etsin!"
Selman-ı Farisî (r.a.) şöyle anlattı: "Bir kul genişlik zamanında Allah'a dua eder ise, kendi başına bir belâ geldiği zaman, melekler yüce Allah'a şöyle yalvarırlar: 'Ey Rabb'imiz, kulun belâya uğradı.'
Ve onun hakkında şefaatçi olurlar. Allah-u Teâlâ dahi, onun şefaatini kabul buyurur.
Amma darda kaldığı zaman dua eder ise ona şöyle cevap gelir: 'Şimdi mi aklına geldi?' Ve ona şefaat etmezler."
Bu mânâyı teyid eden bir âyet-i kerime Firavun'un hikayesi anlatılırken şöyle geçmiştir:
"Şimdi mi (iman ettin)! Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kime dua kapısı açılırsa, ona rahmet kapıları açılır. Allah'ın en sevdiği şey, kendisinden âfiyet istenilmesidir. Dua, başa gelen ve gelmeyen (belâya) faydalı olur. Kazayı ancak dua önler, onun için duaya sarılmalısınız."
Dua, belâlara karşı kalkandır. Dualar, belâların reddine ve Allah'ın rahmetine vesiledir. Bu konuda İmam Gazali şunları yazar :
"Ok ile kalkan karşılaştıkları zaman kalkanın oku geri ittiği gibi, belâ ile dua karşılaşınca dua, belâyı geri iter.
Bu da Allah'ın bir kazası ve de hükmüdür. Allah'ın kazasına rıza, sebebe müracât etmeye mâni değildir. Nitekim Allah-u Teâlâ, 'Ey iman edenler! Tedbirinizi alın' buyurmuştur."
Bütün ibâdetler, Allah'ı zikretmek, O'nu tanımak-bilmek, O'na gerçek mânâda kul olmak için yapılır. Kul ibâdet ederken, bilir ki, yaratılmıştır, nâkıstır. Yaratan bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Bu mânâda dua da ibâdetin özüdür:
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Dua, ibâdetin ta kendisidir." Sonra, 'Bana dua edin de duanızı kabul edeyim. Bana ibâdet etmeyi (dua etmeyi) kendilerine yediremeyenler Cehennem'e zelîl olmuş bir hâlde gireceklerdir' meâlindeki âyeti okudu."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Dua, ibâdetin beynidir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Bu durumda Allah, sevdiği kuluna bela verir, niye? Çünkü kul, belada kulluğunu idrak eder.
Nimetlerde azma imkânları çok daha fazladır. "Adam sende" der. Ama çile ve meşakkette, balda insan başını aşağı eğer, "Biz her şeyi deniyoruz ama yine de bir netice alamıyoruz. Elimizden bir şey gelmiyor. Bu bir imtihandır" deyip burada sabrederse, duaya-zikire sarılırsa, çok büyük mükafât sahibi olur.
İbn Abbâs'tan, "O, Cenâb-ı Hakk'ın, 'Onlar ki başlarına bir bela geldiği zaman..." meâlindeki âyetini şöyle yorumladı: Allah şunu bildirmiştir; Müslümanın başına bir belâ gelip de Allah'ın emrine teslim olup, 'Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na dönücüleriz' dediği zaman ona şu üç haslet yazılır: Allah'tan salât, rahmet ve hidâyet yolunun gerçekleşmesi.
Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurmuştur: Kim musibet anında, ‹İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn› derse, Allah onun bu musibetini telafi edip onun sonunu iyi kılar."
Belalara sabır gösterip, Allah'ı zikredince insanı Allah'a yakınlaştırsa da, Allah'ın belasız yakınlığını istemek en doğrusudur. Çünkü insan bazen belalara sabredemiyebilir. Bu durumda bela onun için yakınlık vesilesi değil Allah'tan uzaklaşmaya-isyana sebep olur. Bu mânâda Peygamber Efendimiz dahi Allah'a sığınmıştır, duaya sarılmıştır:
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve âlihi) buyurdu:
"Dayanılamayacak belalardan, kişiyi ölüme kadar götürecek zorluklardan, her türlü, kazadan ve düşmanları sevindirecek bir acıyla karşılaşmaktan Allah'a sığınırız."
Bir kul, duaya, zikrullaha sadece başına bir belâ geldiği zaman değil,her zaman sarılmalıdır. Asıl olan, Cenâb-ı Hakk'ın biz kullarından istediği budur. Kulluk sadece Allah'ı darlıkta hatırlamak değildir. Gerçek mânâda kul her hâlinde Cenâb-ı Hakk'la beraber olandır.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Kim şiddetli ve sıkıntılı hâllerinde duasının kabul edilmesini isteyip sevinç duyarsa, rahatken çok dua etsin!"
Selman-ı Farisî (r.a.) şöyle anlattı: "Bir kul genişlik zamanında Allah'a dua eder ise, kendi başına bir belâ geldiği zaman, melekler yüce Allah'a şöyle yalvarırlar: 'Ey Rabb'imiz, kulun belâya uğradı.'
Ve onun hakkında şefaatçi olurlar. Allah-u Teâlâ dahi, onun şefaatini kabul buyurur.
Amma darda kaldığı zaman dua eder ise ona şöyle cevap gelir: 'Şimdi mi aklına geldi?' Ve ona şefaat etmezler."
Bu mânâyı teyid eden bir âyet-i kerime Firavun'un hikayesi anlatılırken şöyle geçmiştir:
"Şimdi mi (iman ettin)! Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kime dua kapısı açılırsa, ona rahmet kapıları açılır. Allah'ın en sevdiği şey, kendisinden âfiyet istenilmesidir. Dua, başa gelen ve gelmeyen (belâya) faydalı olur. Kazayı ancak dua önler, onun için duaya sarılmalısınız."
Dua, belâlara karşı kalkandır. Dualar, belâların reddine ve Allah'ın rahmetine vesiledir. Bu konuda İmam Gazali şunları yazar :
"Ok ile kalkan karşılaştıkları zaman kalkanın oku geri ittiği gibi, belâ ile dua karşılaşınca dua, belâyı geri iter.
Bu da Allah'ın bir kazası ve de hükmüdür. Allah'ın kazasına rıza, sebebe müracât etmeye mâni değildir. Nitekim Allah-u Teâlâ, 'Ey iman edenler! Tedbirinizi alın' buyurmuştur."
Bütün ibâdetler, Allah'ı zikretmek, O'nu tanımak-bilmek, O'na gerçek mânâda kul olmak için yapılır. Kul ibâdet ederken, bilir ki, yaratılmıştır, nâkıstır. Yaratan bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Bu mânâda dua da ibâdetin özüdür:
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Dua, ibâdetin ta kendisidir." Sonra, 'Bana dua edin de duanızı kabul edeyim. Bana ibâdet etmeyi (dua etmeyi) kendilerine yediremeyenler Cehennem'e zelîl olmuş bir hâlde gireceklerdir' meâlindeki âyeti okudu."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Dua, ibâdetin beynidir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)