Elbette, kalkıp da "Yarın üçü çeyrek geçe, üçüncü Dünya Savaşı'nı başlatacağız, ona göre haberiniz olsun!" demezler…
Öncelikle, okulda dikkat etmeyenler için 1. ve 2. Dünya Savaşları'nın nasıl başladığını kısaca hatırlatayım.
Birinci Dünya Savaşı, 20. yüzyılda uluslararası alanda patlak veren ilk büyük savaştı. Savaşın kıvılcımı, 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan Veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie'ye düzenlenen suikastla ateşlendi. Bu olay, Ağustos 1914'te başlayan ve dört yıl süren savaşın ilk adımıydı.
İkinci Dünya Savaşı ise, 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başladı. İngiltere ve Fransa, bu işgale karşılık olarak Almanya'ya savaş ilan etti.
Bu bilgiler, resmi kaynaklarda yer alan ve dünya çapında kabul gören verilerdir. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına şüpheyle yaklaşanlar, şu ilginç haberi de dikkate alabilir: "31 Ağustos 1939 akşamı, sekiz Nazi askeri, Polonya askerlerinin üniformasını giyerek Almanya'daki Gleiwitz radyosunu basmıştır."
Yani, "Savaş hiledir" sözü tam anlamıyla vücut bulmuş gibi görünüyor.
Peki, silah sanayisinin dışında kim savaşı ister?
Açgözlüler ister. Bedeli ne olursa olsun, isterler! İnsanlar ölmüş, hayvanlar ölmüş, gelecek yok olmuş, doğa tahrip olmuş, atmosfer zarar görmüş... Hiçbirinin önemi yoktur.
1. ve 2. Dünya Savaşları'nı ne kadar ayrı ayrı sıralasak da (ki bunu doğru bulmuyorum), adım adım 3. Dünya Savaşı'nın içindeyiz. Durmak yok! Mermi, tank, top ve her türlü silah üretmeye devam ediyorlar. "Barış" kelimesine bile savaş açmışlar, "barış için savaşmak" gibi kafa karıştırıcı formüllerle zihinleri bulandırıyorlar.
Tabii ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin coğrafi konumu gereği güçlü bir orduya sahip olması kaçınılmazdır.
Aklıma gelmişken, merhum Haydar Baş'ın sözlerini hatırlatarak devam edeyim: "Asker mermisiz savaşabilir ama buğdaysız savaşamaz." Ne yazık ki, biz ülke olarak ithal buğdayla karnımızı doyurur hale geldik; bu da talihsiz bir gelişmedir. Eğer düşmanlarımız, Karadeniz'in kuzey kıyısındaki komşularımızdan gelen buğday yüklü gemileri batırsa, büyük bir felaketle karşılaşırız.
"Açgözlü insan tipi" meselesine tekrar dönecek olursak, Prof. Dr. Haydar Baş'ın kitaplarını okumadan önce, ben de "Yeryüzünde kaynaklar sınırlıdır, insanın ihtiyaçları sınırsızdır" görüşünü sorgulamadan kabul eden biriydim. Ancak zamanla fark ettim ki, bu doğru bir yaklaşım değil.
Aslında, barışın formülü tam burada gizli.
Sözlerimi, Sayın Haydar Baş'ın "atasözü" niteliğindeki değerli ifadesiyle bitirmek istiyorum:
"Yeryüzünde kaynaklar sınırsızdır, insanın ihtiyaçları sınırlıdır."
Lütfen tekrar tekrar okuyun! Barışın formülü bu.
- Elimizdeki telefon / 04.12.2024
- Milletin Kuvveti / 26.08.2024
- 3 Kasım 2002’ye farklı bakış / 09.07.2024
- Cepteki para / 19.12.2023
- Mutlu köleler! / 02.12.2023
- Kılavuz / 30.09.2023
- Gençler! Kaçmak çare mi? / 29.07.2023
- Ben BTP'liyim! / 15.07.2023
- Yarının meclisi / 14.05.2023