Son genel seçimlerde AKP'nin yüzde 50'ye varan oy alması sonucu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve takımının kendisine özgüveni iyice arttı. Özellikle Türkiye'de yaptığı 10 yıllık iktidarı döneminde yaptığı her türlü olumsuz icraatının Türk milleti tarafından onaylandığı desteklendiği anlamına gelen bir sonuca gitti. Son 4 – 5 yıllık dönemde kendisine legal, anayasal düzeyde karşı çıkabilecek tüm kurumları Türk Silahlı Kuvvetleri adalet ve emniyet dâhil ele geçirmesi sonucu artık ona karşı koyacak bir güç kalmadığını hissetti. Şimdi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AKP yönetmeliğine göre en fazla üç dönem milletvekili seçilebilme sınırından dolayı tatlı iktidardan uzaklaşması ülkeyi tek başına nasıl idare edebilirim düşüncesiyle kendisinin başta olacağı bir başkanlık sistemini ortaya koydu. Bu sayede ülkeyi tek başına tek adam yoluyla demokratik diktatörlük ve nasıl yönetebilirim anlayışıyla isteklerini önerilerini ortaya koyuyor.
CHP ve MHP'nin kaşı çıktığı ancak PKK'nın siyasi kuklası olan BDP ile pazarlık yaparak al başkanlığı ver özerkliği şeklinde özetlenecek bir pazarlığa giriyor. Neymiş efendim ülke yönetiminde başkanlık sistemi daha iyiymiş siyasetçi bürokrasiden kopmaması gerekirmiş, cesurca istediği kararları alması gerekirmiş, şeklinde önerilerde bulunuyor. Buna da örnek olarak Başkanlık sisteminin en iyi işlediği ülke ABD imiş gibi ve yalan ve aldatmalarla yandaş işbirlikçi basınla göz boyuyor.
Şimdi önce başkanlık sistemini ele alalım. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve seçim sistemimiz başkanlık sistemine uygun değildir. Bu başkanlık sisteminde kendi bölgesinde seçilen parti adayları vardır ve Temsilciler Meclisi, Senato gibi ikili sistem şeklinde kontrol sistemi yoktur. Başkanın kararları, ABD'de de bu iki mecliste görüşülüp oylanır ve sırayla komisyonlardan geçerek kanunlaşır. Bizde ise partililer kanun teklifinde bulunur ve bu teklif meclise sunulur, iktidar partisinin başkanının istekleri doğrultusunda parmak kaldırılarak oylarla geçer. Hatta şimdi Özal'la başlayan bir garabet olarak kanun teklifleri hiç tartışılmadan, meclise getirilmeden ve danışılmadan bakanların imzaları Başbakan ve Cumhurbaşkanı onayı ile kanun hükmünde kararname altında Türkiye Cumhuriyeti anayasasına aykırı olarak onaylanır ve uygulanır, yani şu anda esasında AKP demokratik diktatörlük olarak başkanlık sistemini zaten fiilen uyguluyor.
Bu duruma örnek, PKK’yla pazarlık yapan KCK'yı kurduran sözde MİT elemanlarını kullanıp Türk polisine saldıran MİT elemanlarının MİT Başkanı Hakan Fidan'ın Cumhuriyet savcılarınca soruşturma açılması isteminin jet hızıyla çıkan bir kanun hükmünde kararnameyle engellenmesidir. Buna göre sadece Başbakanın isteği ve izniyle MİT Başkanı soruşturulabilecektir.
Son olarak Adalet Bakanlığında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelerinin hükümet tarafından belirlenmesi kanunu teklifi gibi Danıştay, Yargıtay üyelerinin hükümet tarafından seçilmesi kanunları gibi okullarda kılık kıyafet serbestisi ve en son mahkumlara eşleriyle görüşme izni verilmesi gibi birçok kanunlar bu şekilde çıkarılmıştır.
En son olarak dünyanın ve Türkiye'nin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK ile devlet temsilcileri Oslo'da - İmralı’da görüşebilir izni çıktı. Ve resmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesine etnik ve mezhep olarak bölmek isteyen bir terör örgütü ve sözde liderleriyle görüşüyor pazarlık yapıyor ve anlaşıyor, bunun basında net bir biçimde mektuplarıyla konuşmalarıyla net bir biçimde ortaya konması sonucunda batsın böyle bir gazetecilik diyerek gazetecileri suçluyor. Ancak bunu Türk milletine nasıl hazmettirebilirim diye arayışlar içerisine giriyor. Türkiye’de teröre çözüm barış kardeşlik, süreci denerek bu konuda gerekirse baldıran zehrini içerim diyenler baldıran zehrini, bal diye halka yutturmaya çalışıyorlar. Bunun için buldukları formül, eski muhalif, ülkücü, milli görüşçü, Alevi, CHP'lileri bunun içine katıp nasıl halka hazmettirebiliriz diyerek 7 bölgeden 9'ar tane akil adam altında sanatçı, şarkıcı, türkücü, tiyatrocu, sözde aydınları bir araya getirip bölgelere gönderip halkı ikna etmeye çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanından, başbakanına, bakanına, medyasına kadar CHP'yi AKP'nin yanına çekmek için yoğun gayret içine giriyorlar. Kendilerinin değil, halka baldıran zehrini nasıl yuttururuz diye teröre çözüm değil, Türkiye'yi çözülme sürecine nasıl razı ederiz ikna ederiz anlayışıyla Dolmabahçe Sarayında 4–5 saat toplantı düzenliyorlar. Akil adamlar denilen bu kişilere baktığımızda siyasi kültürel sosyal ve bilimsel olarak ve saygınlık olarak hiçbir akilliklerinin olmadığını görüyoruz. Akil olmadıklarını, sakil olduklarını görüyoruz. Bu kişilerin geçmiş hayatlarına baktığımızda yaşantıları siyasi fikirleri ve uygulamaları Türk Milletinin birlik ve bütünlüğüne katkıda bulunan değil, ayrıştırma da bulunan insanlar olduğunu görüyoruz.
Peki, sözde bu akil adamların bana göre sakil adamların bu çözülme sürecine ne katkıları olur?
1- AKP bu sayede Türk milleti nezdinde sadece siyasi değil, sanat edebiyat ve toplumsal yönden de destek gördüğünü anlatmak istiyor. Vitrine koyduğu güzel ballarla içeride bulunan baldıran zehrini içirmek istiyor. Bu şuna benziyor: Alkol alan uyuşturucu kullanan kumar oynayan hırsızlık yapan bir kişinin toplum yönünden kabul görmesi kendi sapıklığını kötü alışkanlığını başka ortaklar arayıp o sayede bir tek ben yapmıyorum birçok yapan var diyerek moral ve toplum desteği kazanmasına benziyor. Bunu da Türk Milletine bak bana sanatçılar, yazarlar, çizerler ve aydınlar da bu konuda destek veriyor diye aldatmak kamuoyu yaratmak amacıdır. AKP yandaşı işbirlikçi basında bunu 63 akil adamın omzunda onurlu bir görev diye alkış tutuyor, gözleri boyuyor. Bu sayede teröre çözüm süreci diye gösterilen AKP - PKK pazarlığının esasında Türkiye çözülme sürecine götürdüğünü söyleyen muhalifler, aydınlar bağımsız Türkiye savunucuları ulusalcı - Kemalist - statükocu - olarak suçlayıp susturmak istiyorlar. Eğer bu çözülme sürecinin sonucunda beklentiler yerine gelmezse CHP ve MHP başta olmak üzere, bütün muhaliflere bu çözüm sürecine destek vermediniz diyerek suçunu günahını atmayı planlıyorlar. Eğer teröre çözüm süreci PKK'nın isteği doğrultusunda Türkiye’yi çözülme sürecine götürdüğü Türk milleti tarafından anlaşılırsa ülkenin bölünüp isminin bile değişmiş olduğunu görebiliriz. Nitekim bunun sinyallerini Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın Balıkesir Valiliğinde T.C. başlığının kaldırılması ile net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Burada AKP hükümetinin Türkiye Cumhuriyeti isminden Türk Milleti kimliğinden, Atatürk ve laik cumhuriyetten rahatsız olduklarını net bir biçimde anlıyoruz.
Peki, nihai hedef nedir?
Bunu anlamak için AKP hükümetinin iktidara gelmeden evvel Recep Tayyib Erdoğan'ın 6 aylık ABD ziyareti ve icazet almasına ve burada yapılan gizli anlaşmalara bakabiliriz. Gelinen son nokta şudur. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın birçok defa belirttiği gibi Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığı görevi ile Afganistan başlamak üzere Irak, Libya, Mısır ve en son Suriye’nin etnik mezhepsel olarak bölünmesi parçalanması hep AKP hükümetinin ABD'ye verdiği destekle gerçekleşmiştir. En son olarak anlaşılan o ki Türkiye cumhuriyetinde bölme ve parçalama görevi de AKP hükümeti ve başkanına verilmiştir. Bu gerçeği milletimizin bir an evvel görmesi ve kurtuluşun ABD'den ve batıdan icazet almayan milli devlet ve sosyal devlet nasıl olur projeleriyle ortaya çıkan Bağımsız Türkiye Partisi başkanına ve kurmaylarına bir an evvel görevi devretmesi gerekir. Yoksa Türkiye'yi bekleyen Arap Baharı’na da daha kötü, senaryolar kapımızda, an be an çok hızla senaryolar önümüze konulmakta ve sırayla uygulanacaktır.
CHP ve MHP'nin kaşı çıktığı ancak PKK'nın siyasi kuklası olan BDP ile pazarlık yaparak al başkanlığı ver özerkliği şeklinde özetlenecek bir pazarlığa giriyor. Neymiş efendim ülke yönetiminde başkanlık sistemi daha iyiymiş siyasetçi bürokrasiden kopmaması gerekirmiş, cesurca istediği kararları alması gerekirmiş, şeklinde önerilerde bulunuyor. Buna da örnek olarak Başkanlık sisteminin en iyi işlediği ülke ABD imiş gibi ve yalan ve aldatmalarla yandaş işbirlikçi basınla göz boyuyor.
Şimdi önce başkanlık sistemini ele alalım. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve seçim sistemimiz başkanlık sistemine uygun değildir. Bu başkanlık sisteminde kendi bölgesinde seçilen parti adayları vardır ve Temsilciler Meclisi, Senato gibi ikili sistem şeklinde kontrol sistemi yoktur. Başkanın kararları, ABD'de de bu iki mecliste görüşülüp oylanır ve sırayla komisyonlardan geçerek kanunlaşır. Bizde ise partililer kanun teklifinde bulunur ve bu teklif meclise sunulur, iktidar partisinin başkanının istekleri doğrultusunda parmak kaldırılarak oylarla geçer. Hatta şimdi Özal'la başlayan bir garabet olarak kanun teklifleri hiç tartışılmadan, meclise getirilmeden ve danışılmadan bakanların imzaları Başbakan ve Cumhurbaşkanı onayı ile kanun hükmünde kararname altında Türkiye Cumhuriyeti anayasasına aykırı olarak onaylanır ve uygulanır, yani şu anda esasında AKP demokratik diktatörlük olarak başkanlık sistemini zaten fiilen uyguluyor.
Bu duruma örnek, PKK’yla pazarlık yapan KCK'yı kurduran sözde MİT elemanlarını kullanıp Türk polisine saldıran MİT elemanlarının MİT Başkanı Hakan Fidan'ın Cumhuriyet savcılarınca soruşturma açılması isteminin jet hızıyla çıkan bir kanun hükmünde kararnameyle engellenmesidir. Buna göre sadece Başbakanın isteği ve izniyle MİT Başkanı soruşturulabilecektir.
Son olarak Adalet Bakanlığında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelerinin hükümet tarafından belirlenmesi kanunu teklifi gibi Danıştay, Yargıtay üyelerinin hükümet tarafından seçilmesi kanunları gibi okullarda kılık kıyafet serbestisi ve en son mahkumlara eşleriyle görüşme izni verilmesi gibi birçok kanunlar bu şekilde çıkarılmıştır.
En son olarak dünyanın ve Türkiye'nin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK ile devlet temsilcileri Oslo'da - İmralı’da görüşebilir izni çıktı. Ve resmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesine etnik ve mezhep olarak bölmek isteyen bir terör örgütü ve sözde liderleriyle görüşüyor pazarlık yapıyor ve anlaşıyor, bunun basında net bir biçimde mektuplarıyla konuşmalarıyla net bir biçimde ortaya konması sonucunda batsın böyle bir gazetecilik diyerek gazetecileri suçluyor. Ancak bunu Türk milletine nasıl hazmettirebilirim diye arayışlar içerisine giriyor. Türkiye’de teröre çözüm barış kardeşlik, süreci denerek bu konuda gerekirse baldıran zehrini içerim diyenler baldıran zehrini, bal diye halka yutturmaya çalışıyorlar. Bunun için buldukları formül, eski muhalif, ülkücü, milli görüşçü, Alevi, CHP'lileri bunun içine katıp nasıl halka hazmettirebiliriz diyerek 7 bölgeden 9'ar tane akil adam altında sanatçı, şarkıcı, türkücü, tiyatrocu, sözde aydınları bir araya getirip bölgelere gönderip halkı ikna etmeye çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanından, başbakanına, bakanına, medyasına kadar CHP'yi AKP'nin yanına çekmek için yoğun gayret içine giriyorlar. Kendilerinin değil, halka baldıran zehrini nasıl yuttururuz diye teröre çözüm değil, Türkiye'yi çözülme sürecine nasıl razı ederiz ikna ederiz anlayışıyla Dolmabahçe Sarayında 4–5 saat toplantı düzenliyorlar. Akil adamlar denilen bu kişilere baktığımızda siyasi kültürel sosyal ve bilimsel olarak ve saygınlık olarak hiçbir akilliklerinin olmadığını görüyoruz. Akil olmadıklarını, sakil olduklarını görüyoruz. Bu kişilerin geçmiş hayatlarına baktığımızda yaşantıları siyasi fikirleri ve uygulamaları Türk Milletinin birlik ve bütünlüğüne katkıda bulunan değil, ayrıştırma da bulunan insanlar olduğunu görüyoruz.
Peki, sözde bu akil adamların bana göre sakil adamların bu çözülme sürecine ne katkıları olur?
1- AKP bu sayede Türk milleti nezdinde sadece siyasi değil, sanat edebiyat ve toplumsal yönden de destek gördüğünü anlatmak istiyor. Vitrine koyduğu güzel ballarla içeride bulunan baldıran zehrini içirmek istiyor. Bu şuna benziyor: Alkol alan uyuşturucu kullanan kumar oynayan hırsızlık yapan bir kişinin toplum yönünden kabul görmesi kendi sapıklığını kötü alışkanlığını başka ortaklar arayıp o sayede bir tek ben yapmıyorum birçok yapan var diyerek moral ve toplum desteği kazanmasına benziyor. Bunu da Türk Milletine bak bana sanatçılar, yazarlar, çizerler ve aydınlar da bu konuda destek veriyor diye aldatmak kamuoyu yaratmak amacıdır. AKP yandaşı işbirlikçi basında bunu 63 akil adamın omzunda onurlu bir görev diye alkış tutuyor, gözleri boyuyor. Bu sayede teröre çözüm süreci diye gösterilen AKP - PKK pazarlığının esasında Türkiye çözülme sürecine götürdüğünü söyleyen muhalifler, aydınlar bağımsız Türkiye savunucuları ulusalcı - Kemalist - statükocu - olarak suçlayıp susturmak istiyorlar. Eğer bu çözülme sürecinin sonucunda beklentiler yerine gelmezse CHP ve MHP başta olmak üzere, bütün muhaliflere bu çözüm sürecine destek vermediniz diyerek suçunu günahını atmayı planlıyorlar. Eğer teröre çözüm süreci PKK'nın isteği doğrultusunda Türkiye’yi çözülme sürecine götürdüğü Türk milleti tarafından anlaşılırsa ülkenin bölünüp isminin bile değişmiş olduğunu görebiliriz. Nitekim bunun sinyallerini Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın Balıkesir Valiliğinde T.C. başlığının kaldırılması ile net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Burada AKP hükümetinin Türkiye Cumhuriyeti isminden Türk Milleti kimliğinden, Atatürk ve laik cumhuriyetten rahatsız olduklarını net bir biçimde anlıyoruz.
Peki, nihai hedef nedir?
Bunu anlamak için AKP hükümetinin iktidara gelmeden evvel Recep Tayyib Erdoğan'ın 6 aylık ABD ziyareti ve icazet almasına ve burada yapılan gizli anlaşmalara bakabiliriz. Gelinen son nokta şudur. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın birçok defa belirttiği gibi Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığı görevi ile Afganistan başlamak üzere Irak, Libya, Mısır ve en son Suriye’nin etnik mezhepsel olarak bölünmesi parçalanması hep AKP hükümetinin ABD'ye verdiği destekle gerçekleşmiştir. En son olarak anlaşılan o ki Türkiye cumhuriyetinde bölme ve parçalama görevi de AKP hükümeti ve başkanına verilmiştir. Bu gerçeği milletimizin bir an evvel görmesi ve kurtuluşun ABD'den ve batıdan icazet almayan milli devlet ve sosyal devlet nasıl olur projeleriyle ortaya çıkan Bağımsız Türkiye Partisi başkanına ve kurmaylarına bir an evvel görevi devretmesi gerekir. Yoksa Türkiye'yi bekleyen Arap Baharı’na da daha kötü, senaryolar kapımızda, an be an çok hızla senaryolar önümüze konulmakta ve sırayla uygulanacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Hidayet Sarı / diğer yazıları
- Türkiye’de hekime şiddetin nedenleri / 25.05.2021
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021