Elmanın dışına, tabaka halinde kırmızı şeker sürülüp dondurularak yapılan elma şekeri, o renkli haliyle çocukların ilgisini çeker...
Çocuklar, elmaya ulaşıp yemek için, önce dışına sürülmüş şekeri yalamalılar. Şekerin altına zehir koyarsanız, istediğinizi bu şekilde zehirleyebilirsiniz.
Boşuna, "Zehiri altın tabakta sunarlar" dememişler.
İmam-ı Rabbâni Hazretleri, dünyayı elma şekeri içindeki zehire benzetiyor. ABD ve AB, Hıristiyan olmayan milletleri elma şekeri usulüyle zehirliyor.
Dikkat edilirse görülecektir ki, sundukları "Medeniyet, çağdaşlık, küreselleşme, globalleşme..." gibi süslü kelimelerin altında zehir var.
Dikkat etmeyenler, bu yaldızlı kelimelere kanıp şahsiyetlerini kaybediyorlar.
Benliklerini de kaybedip manevi bir ölümle ölüyorlar.
Ölenin malı da tabiî ki ötekilerin olur.
Batı âlemi, şahsiyetlerini öldürdüğü milletleri işte bu şekilde sömürüyor.
Nitekim Afrikalılar "Önce bizim toprağımız vardı, misyonerlerinse İncilleri... Bir de baktık ki, onların toprakları olmuş, bizim elimizde de sadece incil var" demediler mi?
Maalesef, bu şekilde geç dirilmenin/uyanmanın hiç faydası olmuyor.
Çünkü, elde bir şey kalmamış, hepsi kaptırılmış oluyor.
***
Hıristiyanlar, milletleri yukarıda işaret ettiğim gibi uyutarak ölü hale getirmeye son asırlarda başladılar.
Önceleri, Haçlı seferlerinde olduğu gibi maddi olarak öldürüyorlardı.
Amerika'daki İnka, Azdek, Maya medeniyetini böyle öldürerek yok ettiler.
Adına da "Fetih" dediler. Amerika'nın fethi.
Amerika'da öldürecek adam kalmayınca, Afrika'ya yöneldiler.
Zorla alıp götürdükleri ve yolda ölmeyen Afrikalıları, köle yaptılar.
Adına da "Afrika'yı medenileştirmek" dediler.
Ama, medenileşmekten nasibi olmayan Afrikalılar da oldu.
O nasipsizler, gemilere balık istifi yığılmış olan Afrikalılardı.
Bu şekildeki rahat (!) okyanus yolculuğunu bitirip Amerika'ya ulaşamayanlar, maalesef medeniyetten nasip alamadılar.
Okyanusa atılıp, kendileri balıkların nasibi oldular.
ABD ve Avrupa Hıristiyanları, kendilerinin bu zulümlerini yok saymakla kalmıyor, bir de İslam dinini "zalim ve baskıcı" olmakla suçluyorlar.
İlk misyoner teşkilatları, misyonerlerini sözde zâlim ve baskıcı bir din olan İslam'a karşı, işte peşin fikirlerle yetiştirmeye başladılar.
1815'te Amerika'da kurulan en büyük misyoner teşkilatıı Amerikan Board, 1819'da Osmanlı topraklarına gönderdiği misyonerlere, Müslümanların dinsiz olduklarını söylüyor ve onlara şu misyonu yüklüyordu:
"Vazifeniz, o dinsizleri Hıristiyanlaştırmak ve medenileştirmektir."
Bu teşkilatın başkanı, Amerika'nın keşfinin 400. yılında, mensuplarını şöyle kandırıyordu:
"Amerika'nın fethi, (nasıl fetih olduğuna yukarıda işaret ettik) Hıristiyanlığın yayılmasına vesile olması için Allah tarafından planlanmıştır."
Gayeleri, görünüşte Hıristiyanlığı yaymak, gerçekte ise sömürmek ve semirmekti.
Esas gayelerini, araştırmacı kendi yazarları Dulles şöyle dile getiriyordu:
"Sanayileşmenin ortaya çıkardığı pazar ve hammadde ihtiyacını karşılamak üzere, Atlantik ötesine çıkmak..."
Bu büyük ve sinsi planın farkında olan dahi padişah 2. Abdülhamid Han, Çin'in en büyük gazetesi vasıtasıyla Çin İmparatoruna şu mesajı ulaştırmıştı:
"300 milyonluk nüfusumuz ile batılı emperyalistlerin başını eziniz ve onları ülkenizden kovunuz."
Bu çağrı Çin'de o zaman "Yiğit bir tavır" olarak değerlendirildi.
O zamanlar, Paris'teki bizim akıldâne Jöntürk ulemâ, Abdülhamid Han'ı "Çin'de, ehli kitap olan Hıristiyanlara karşı putperest budistlere karşı işbirliği yapıyor" diye suçlamış ve tahttan indirilmesine fetva vermişlerdi.
Evet, Abdülhamid Han sonunda tahttan indirildi.
Ama, önce Çin dize getirildi, arkasından da; Osmanlı...
Şimdiyse, Çin yeniden ayakta, Osmanlının yerindeki Türkiye ise nekâhette...
Şu benzerliğe bakın: O zaman, siyasetten anlamayanlar, 2. Abdülhamid Han'ı "Ehli kitaba karşı, putperest Çin'e yaklaşıyor" diye suçluyor ve kendileri ehli kitabı tercih ediyorlardı.
Zamanımızda, din hassasiyetini anlamayanlar da, "Güney Kore önceden adeta putperestti, şimdiyse Hıristiyanlaşıyor" diye, onların 3 ilah kabul eden ehli kitap olmalarını tercih ediyorlar; memnun oluyorlar.
Bu sözlerinden sonra, kendilerine keşke akâid aynasında bir bakıverseler...
Çocuklar, elmaya ulaşıp yemek için, önce dışına sürülmüş şekeri yalamalılar. Şekerin altına zehir koyarsanız, istediğinizi bu şekilde zehirleyebilirsiniz.
Boşuna, "Zehiri altın tabakta sunarlar" dememişler.
İmam-ı Rabbâni Hazretleri, dünyayı elma şekeri içindeki zehire benzetiyor. ABD ve AB, Hıristiyan olmayan milletleri elma şekeri usulüyle zehirliyor.
Dikkat edilirse görülecektir ki, sundukları "Medeniyet, çağdaşlık, küreselleşme, globalleşme..." gibi süslü kelimelerin altında zehir var.
Dikkat etmeyenler, bu yaldızlı kelimelere kanıp şahsiyetlerini kaybediyorlar.
Benliklerini de kaybedip manevi bir ölümle ölüyorlar.
Ölenin malı da tabiî ki ötekilerin olur.
Batı âlemi, şahsiyetlerini öldürdüğü milletleri işte bu şekilde sömürüyor.
Nitekim Afrikalılar "Önce bizim toprağımız vardı, misyonerlerinse İncilleri... Bir de baktık ki, onların toprakları olmuş, bizim elimizde de sadece incil var" demediler mi?
Maalesef, bu şekilde geç dirilmenin/uyanmanın hiç faydası olmuyor.
Çünkü, elde bir şey kalmamış, hepsi kaptırılmış oluyor.
***
Hıristiyanlar, milletleri yukarıda işaret ettiğim gibi uyutarak ölü hale getirmeye son asırlarda başladılar.
Önceleri, Haçlı seferlerinde olduğu gibi maddi olarak öldürüyorlardı.
Amerika'daki İnka, Azdek, Maya medeniyetini böyle öldürerek yok ettiler.
Adına da "Fetih" dediler. Amerika'nın fethi.
Amerika'da öldürecek adam kalmayınca, Afrika'ya yöneldiler.
Zorla alıp götürdükleri ve yolda ölmeyen Afrikalıları, köle yaptılar.
Adına da "Afrika'yı medenileştirmek" dediler.
Ama, medenileşmekten nasibi olmayan Afrikalılar da oldu.
O nasipsizler, gemilere balık istifi yığılmış olan Afrikalılardı.
Bu şekildeki rahat (!) okyanus yolculuğunu bitirip Amerika'ya ulaşamayanlar, maalesef medeniyetten nasip alamadılar.
Okyanusa atılıp, kendileri balıkların nasibi oldular.
ABD ve Avrupa Hıristiyanları, kendilerinin bu zulümlerini yok saymakla kalmıyor, bir de İslam dinini "zalim ve baskıcı" olmakla suçluyorlar.
İlk misyoner teşkilatları, misyonerlerini sözde zâlim ve baskıcı bir din olan İslam'a karşı, işte peşin fikirlerle yetiştirmeye başladılar.
1815'te Amerika'da kurulan en büyük misyoner teşkilatıı Amerikan Board, 1819'da Osmanlı topraklarına gönderdiği misyonerlere, Müslümanların dinsiz olduklarını söylüyor ve onlara şu misyonu yüklüyordu:
"Vazifeniz, o dinsizleri Hıristiyanlaştırmak ve medenileştirmektir."
Bu teşkilatın başkanı, Amerika'nın keşfinin 400. yılında, mensuplarını şöyle kandırıyordu:
"Amerika'nın fethi, (nasıl fetih olduğuna yukarıda işaret ettik) Hıristiyanlığın yayılmasına vesile olması için Allah tarafından planlanmıştır."
Gayeleri, görünüşte Hıristiyanlığı yaymak, gerçekte ise sömürmek ve semirmekti.
Esas gayelerini, araştırmacı kendi yazarları Dulles şöyle dile getiriyordu:
"Sanayileşmenin ortaya çıkardığı pazar ve hammadde ihtiyacını karşılamak üzere, Atlantik ötesine çıkmak..."
Bu büyük ve sinsi planın farkında olan dahi padişah 2. Abdülhamid Han, Çin'in en büyük gazetesi vasıtasıyla Çin İmparatoruna şu mesajı ulaştırmıştı:
"300 milyonluk nüfusumuz ile batılı emperyalistlerin başını eziniz ve onları ülkenizden kovunuz."
Bu çağrı Çin'de o zaman "Yiğit bir tavır" olarak değerlendirildi.
O zamanlar, Paris'teki bizim akıldâne Jöntürk ulemâ, Abdülhamid Han'ı "Çin'de, ehli kitap olan Hıristiyanlara karşı putperest budistlere karşı işbirliği yapıyor" diye suçlamış ve tahttan indirilmesine fetva vermişlerdi.
Evet, Abdülhamid Han sonunda tahttan indirildi.
Ama, önce Çin dize getirildi, arkasından da; Osmanlı...
Şimdiyse, Çin yeniden ayakta, Osmanlının yerindeki Türkiye ise nekâhette...
Şu benzerliğe bakın: O zaman, siyasetten anlamayanlar, 2. Abdülhamid Han'ı "Ehli kitaba karşı, putperest Çin'e yaklaşıyor" diye suçluyor ve kendileri ehli kitabı tercih ediyorlardı.
Zamanımızda, din hassasiyetini anlamayanlar da, "Güney Kore önceden adeta putperestti, şimdiyse Hıristiyanlaşıyor" diye, onların 3 ilah kabul eden ehli kitap olmalarını tercih ediyorlar; memnun oluyorlar.
Bu sözlerinden sonra, kendilerine keşke akâid aynasında bir bakıverseler...
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002