Yolsuzluk; kamu gücünü vekaleten kullananların bu gücü çıkar amacıyla ahlaka ve yasalara aykırı olarak, en geniş anlamıyla vekaletin kötüye kullanılmasıdır. Yolsuzluk; yönetimi içten kemiren, onun içini boşaltan amansız bir yönetim hastalığıdır. Yönetimin tarihi kadar eskidir. Literatüre ilk defa M. Ö. 4'ncü asırda Hintli siyaset filozofu Kautilya tarafından alınmıştır. Günümüzde gelişmemiş ülkelerin basın haberleri yolsuzluklarla dolup taşmaktadır. 1970'lerden itibaren yoğunluk kazanan yüz karası bu olaylar, bilim adamlarının ve ekonomiye etkisi nedeniyle ekonomistlerin dikkatini çekmiş ve makro/mikro düzeyde yoğun araştırmalara konu olmuştur. Önemi nedeniyle başta Dünya Bankası olmak üzere, bazı uluslararası kuruluşlar ciddi araştırmalar yaptırmakta, önleyici tedbirleri almaya çalışmaktadırlar. Uluslararası şeffaflık örgütü ön araştırma sonuçlarını yıllık raporlarla yayımlamaktadır. 2002 Ekim ayında İstanbul'da yayımladıkları raporda, Türkiye ve Romanya'yı 10 üzerinden 3.2 not ile Avrupa'nın en kirli (yolsuzluğun en yoğun olduğu) ülkesi olarak belirtmişlerdir.
Bu sorun; düşük sosyal yapı, hantal devlet yönetimini oluşturan siyasi, idari, merkezi ve yerel yönetim, ekonomik, sosyal ve bağımsız yargı kurumlarının uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Bir ülkede halkın ve yönetimlerin olaylara bakış açısı, örf ve adetleri, ahlak ve adalet anlayışları ile yorumları, eğitim düzeyleri, çağdaşlık seviyeleri, kısacası toplumların değer yargıları, o ülkenin yolsuzluk seviyesini/oranını belirleyen temel faktörlerdir. Bu ülkelerde kayıtsız ekonomi, kanunsuzluk ve keyfi idare, istenmeyen düzeylere ulaşmıştır.
Yolsuzlukların dinamik yapısı, yayılmacı karakteri dolayısıyla kesin ve tam olarak tanımlamaları yapılamamaktadır. Tipleri, o ülkenin insanlarının risk kabulüne göre değişmektedir. Uluslararası tanımlamalarda; devleti ele geçirme, devleti etkileme, idari yolsuzluk, cezalandırmada resmi hırsızlık, rüşvet, ülkemizde; suiistimal, rüşvet olarak sayılmaktadır. Bunları kesin ve belirli çizgilerle ayırma imkanı yoktur. Bunlar iç içe olup, birbirlerini etkilemektedirler. Dinamikleri yatırım yapmanın aynıdır. Kâr/zarar ilişkisi, olayların cereyan tarzı, alan ve verenin davranışlarına göre değişir.
Yolsuzlukların üç ana belirtisi vardır.
1. Ekonomik; bu suçu işleyenler kendilerine ekonomik bir yarar sağlarlar. Kayıtsız, gevşek kayıtlı ekonomilerde yolsuzluklar teşvik edilmiş olur. 2. Söylentiler; bu olaylar çevrenin dikkatini çeker ve suç olarak nitelendirmeler artar. 3. Huzursuzluklar; ülke çapında ekonomik krizler, siyasi bölünmeler ve her nevi suç artar.
Yolsuzlukların yoğun olduğu ülkelerde,ahlak kralı fakirler, ahlak fakiri zenginler çoğalır.
Bazı araştırmacılar, rüşvet ve iltimas gibi olayları sosyal adaleti sağlayıcı, bazı vatandaşların gelişimine yardım edici bir araç olarak savunmaktadırlar. Bunlar olayı iki yönlü olarak ülke gelirini azaltırken, gelir dağılımını düzenleyici olarak görmektedirler. Bu görüşü savunanların, yararlananların mutlu bir azınlık olduğunu ve hoşgörüleriyle yolsuzlukları teşvik ettiklerini anlamak istemedikleri söylenebilir.
Özellikle; kırsal yapıdan kentsel yapıya, güdümlü piyasadan serbest piyasaya geçen, kayıt dışı ekonominin yoğun olduğu, yöneticilerinin dokunulmazlıkları bulunduğu ülkelerde, yolsuzlukların yoğunlaştığı görülmektedir.
Bu gidişin toplumsal bir intihara doğru sürüklenme olduğunun farkına varan ülkeler; uluslararası araştırmalar ve tavsiyeleri dikkate alarak kendi ülkelerinde makro/mikro düzeyde yoğun araştırmalar yaptırmakta, önleyici tedbirler almaktadırlar.
Bu tedbirler: 1. Demokrasinin üç temel direği; siyasi, sosyal ve ekonomik özgürlük ve hakların geliştirilmesi. 2. Hukukun üstünlüğünün kayıtsız ve şartsız; yasama, yürütme ve yargı organlarınca kabul görmesi, 3. Kayıt dışı ve karaborsa ekonomik faaliyetlerin kontrol edilebilir bir düzeye indirilmesi, elektronik teknolojinin nimetlerinden yararlanarak kayıt ve kontrol içine alınması, kaynak-harcama bildirimi uygulamasına gidilmesi.
Yoksuzluklar siyasetin değil, halkın sorunudur. Halk bunun kendisi için zararlı olduğunu, sefaletinin ve yokluğun bundan kaynaklandığının bilincine varmadıkça, başta siyaset olmak üzere, idare ve yargıyı önleyici tedbirler almaya zorlamadıkça, bu sorun çözümlenemez. Ayrıca bir başka çare de bulunamaz ve zaten yoktur da.
Bu sorun; düşük sosyal yapı, hantal devlet yönetimini oluşturan siyasi, idari, merkezi ve yerel yönetim, ekonomik, sosyal ve bağımsız yargı kurumlarının uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Bir ülkede halkın ve yönetimlerin olaylara bakış açısı, örf ve adetleri, ahlak ve adalet anlayışları ile yorumları, eğitim düzeyleri, çağdaşlık seviyeleri, kısacası toplumların değer yargıları, o ülkenin yolsuzluk seviyesini/oranını belirleyen temel faktörlerdir. Bu ülkelerde kayıtsız ekonomi, kanunsuzluk ve keyfi idare, istenmeyen düzeylere ulaşmıştır.
Yolsuzlukların dinamik yapısı, yayılmacı karakteri dolayısıyla kesin ve tam olarak tanımlamaları yapılamamaktadır. Tipleri, o ülkenin insanlarının risk kabulüne göre değişmektedir. Uluslararası tanımlamalarda; devleti ele geçirme, devleti etkileme, idari yolsuzluk, cezalandırmada resmi hırsızlık, rüşvet, ülkemizde; suiistimal, rüşvet olarak sayılmaktadır. Bunları kesin ve belirli çizgilerle ayırma imkanı yoktur. Bunlar iç içe olup, birbirlerini etkilemektedirler. Dinamikleri yatırım yapmanın aynıdır. Kâr/zarar ilişkisi, olayların cereyan tarzı, alan ve verenin davranışlarına göre değişir.
Yolsuzlukların üç ana belirtisi vardır.
1. Ekonomik; bu suçu işleyenler kendilerine ekonomik bir yarar sağlarlar. Kayıtsız, gevşek kayıtlı ekonomilerde yolsuzluklar teşvik edilmiş olur. 2. Söylentiler; bu olaylar çevrenin dikkatini çeker ve suç olarak nitelendirmeler artar. 3. Huzursuzluklar; ülke çapında ekonomik krizler, siyasi bölünmeler ve her nevi suç artar.
Yolsuzlukların yoğun olduğu ülkelerde,ahlak kralı fakirler, ahlak fakiri zenginler çoğalır.
Bazı araştırmacılar, rüşvet ve iltimas gibi olayları sosyal adaleti sağlayıcı, bazı vatandaşların gelişimine yardım edici bir araç olarak savunmaktadırlar. Bunlar olayı iki yönlü olarak ülke gelirini azaltırken, gelir dağılımını düzenleyici olarak görmektedirler. Bu görüşü savunanların, yararlananların mutlu bir azınlık olduğunu ve hoşgörüleriyle yolsuzlukları teşvik ettiklerini anlamak istemedikleri söylenebilir.
Özellikle; kırsal yapıdan kentsel yapıya, güdümlü piyasadan serbest piyasaya geçen, kayıt dışı ekonominin yoğun olduğu, yöneticilerinin dokunulmazlıkları bulunduğu ülkelerde, yolsuzlukların yoğunlaştığı görülmektedir.
Bu gidişin toplumsal bir intihara doğru sürüklenme olduğunun farkına varan ülkeler; uluslararası araştırmalar ve tavsiyeleri dikkate alarak kendi ülkelerinde makro/mikro düzeyde yoğun araştırmalar yaptırmakta, önleyici tedbirler almaktadırlar.
Bu tedbirler: 1. Demokrasinin üç temel direği; siyasi, sosyal ve ekonomik özgürlük ve hakların geliştirilmesi. 2. Hukukun üstünlüğünün kayıtsız ve şartsız; yasama, yürütme ve yargı organlarınca kabul görmesi, 3. Kayıt dışı ve karaborsa ekonomik faaliyetlerin kontrol edilebilir bir düzeye indirilmesi, elektronik teknolojinin nimetlerinden yararlanarak kayıt ve kontrol içine alınması, kaynak-harcama bildirimi uygulamasına gidilmesi.
Yoksuzluklar siyasetin değil, halkın sorunudur. Halk bunun kendisi için zararlı olduğunu, sefaletinin ve yokluğun bundan kaynaklandığının bilincine varmadıkça, başta siyaset olmak üzere, idare ve yargıyı önleyici tedbirler almaya zorlamadıkça, bu sorun çözümlenemez. Ayrıca bir başka çare de bulunamaz ve zaten yoktur da.
Em. Alb. Yıldır Bilen / diğer yazıları