Yapılan Anayasa değişikliğiyle birlikte gerek Danıştay gerekse Anayasa Mahkemesi’nde değişiklikler yapan siyasi irade, anlaşılan özelleştirme konusunda pek tatmin olmadı. Şimdi de tartışmalı bir adıma daha imza atıldı.
Bir gece yarısı onayı ile Meclis’ten apar topar geçen yasaya göre bundan sonra özelleştirmelerde yargı devre dışı kalacak, son söz Bakanlar Kurulu’na ait olacak.
Böylece özelleştirmeler konusunda bütün engeller ortadan kalkmış oluyor. Yapılan özelleştirmelerden ruhumuz bile duymayacak, hiçbir itiraz hakkı oluşmayacak.
Millete ait olan kamu kuruluşlarının, hiçbir engele takılmadan tamamen iktidarda bulunan siyasi iradenin onayıyla haraç mezat satılması demokrasiyle hiç bağdaşmamaktadır.
Önemli ya da az önemli bütün yetkilerin tek bir erkin elinde toplanması, diğerlerinin devre dışı kalması demokrasinin tamamen rafa kaldırıldığının göstergesidir.
Yapılan her şey demokrasi adına yapıldığı iddia edilmektedir ama yapılanlar demokrasinin özüne tamamen terstir.
Yaşanan bu gelişmeler Türkiye’nin -Prof. Dr. Haydar Baş’ın da altını çizerek ifade ettiği gibi- “demokratik bir krallığa” dönüştüğünü ortaya koymaktadır.
Yasama, yüzde 10 barajı ve gayri adil siyasi imkanlar sebebiyle iktidarın elinde bulunmaktadır.
Yargı, bu şartlar altına iktidarı elinde bulunduranların Meclis’teki çoğunluğu sebebiyle, çıkarılan yasalar neticesinde devre dışı kalmıştır.
Yürütme zaten hükümetin elindedir.
Dolayısıyla demokrasinin gereği olan yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız ve birbirini kontrol edecek düzeyde olması gerekirken maalesef, tek bir elde, yürütmenin elinde toplanmıştır.
İşte buna demokratik krallık denir.
Krallık, eğer milletin yararına çalışan, tamamen milli düşünen, yabancıların çıkarlarına hizmet etmeyen, mili projeleri olan bir iktidar olsa, yine milletin faydasınadır ama bu tartışılamaz ya da engellenemez yetkiler körü körüne ABD taşeronluğuna soyunmuş, yıllardır kapısında süründürmesine rağmen bizi alması mümkün olmayan AB’nin bir dediğini iki etmeyen, milletine karşı sürekli tiyatro oynayan, ülkeyi borç batağına sürükleyen, madenlerini karlı ve stratejik kamu kuruluşlarını yabancılara ya da yandaşlara peşkeş çeken bir siyasi iradenin elinde olursa işte bu durum ülkenin çöküşünü, milletin ise dağılmasını kolaylaştıracaktır.
Bir misal vermek gerekirse, 2003 yılında yandaş bir kuruluşa bir kamu kuruluşu satılıyor. Bu kamu kuruluşunun mal varlıkları 1800 dönümlük arazi, 185 lojman, sosyal tesisler… Özelleştirme ihalesi öncesi 51 milyon dolar değer biçilmiş.
Bu yandaş kuruluşa ne kadar özelleştiriliyor? Sadece 1,1 milyon dolar.
O dönemlerde bağımsız olan yargı bu kararı durduruyor.
Şimdi, siyasi irade 51 milyon dolar değer biçilen bir kuruluşu 1,1 milyon dolara satmış mı? Evet. Bu doğru mu yanlış mı? Elbette ki yanlış…
Buna kim dur diyor? Yargı… Peki, yargının bu müdahalesi milletin yararına mı zararına mı? Elbette ki yararına…
O halde bu yetkileri tamamen Bakanlar Kurulu’na devreden siyasi irade yargıdan bu müdahale yetkisini alarak milletin yararına mı iş yapıyor, zararına mı? Elbette ki zararına…
İşte bütün bu sebeplerden dolayı diyoruz ki, bütün yetkiler tek bir erkin eline, özellikle de yanlış yaptığı kesin olan bir iradenin eline teslim edilmemelidir.
Bir gece yarısı onayı ile Meclis’ten apar topar geçen yasaya göre bundan sonra özelleştirmelerde yargı devre dışı kalacak, son söz Bakanlar Kurulu’na ait olacak.
Böylece özelleştirmeler konusunda bütün engeller ortadan kalkmış oluyor. Yapılan özelleştirmelerden ruhumuz bile duymayacak, hiçbir itiraz hakkı oluşmayacak.
Millete ait olan kamu kuruluşlarının, hiçbir engele takılmadan tamamen iktidarda bulunan siyasi iradenin onayıyla haraç mezat satılması demokrasiyle hiç bağdaşmamaktadır.
Önemli ya da az önemli bütün yetkilerin tek bir erkin elinde toplanması, diğerlerinin devre dışı kalması demokrasinin tamamen rafa kaldırıldığının göstergesidir.
Yapılan her şey demokrasi adına yapıldığı iddia edilmektedir ama yapılanlar demokrasinin özüne tamamen terstir.
Yaşanan bu gelişmeler Türkiye’nin -Prof. Dr. Haydar Baş’ın da altını çizerek ifade ettiği gibi- “demokratik bir krallığa” dönüştüğünü ortaya koymaktadır.
Yasama, yüzde 10 barajı ve gayri adil siyasi imkanlar sebebiyle iktidarın elinde bulunmaktadır.
Yargı, bu şartlar altına iktidarı elinde bulunduranların Meclis’teki çoğunluğu sebebiyle, çıkarılan yasalar neticesinde devre dışı kalmıştır.
Yürütme zaten hükümetin elindedir.
Dolayısıyla demokrasinin gereği olan yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız ve birbirini kontrol edecek düzeyde olması gerekirken maalesef, tek bir elde, yürütmenin elinde toplanmıştır.
İşte buna demokratik krallık denir.
Krallık, eğer milletin yararına çalışan, tamamen milli düşünen, yabancıların çıkarlarına hizmet etmeyen, mili projeleri olan bir iktidar olsa, yine milletin faydasınadır ama bu tartışılamaz ya da engellenemez yetkiler körü körüne ABD taşeronluğuna soyunmuş, yıllardır kapısında süründürmesine rağmen bizi alması mümkün olmayan AB’nin bir dediğini iki etmeyen, milletine karşı sürekli tiyatro oynayan, ülkeyi borç batağına sürükleyen, madenlerini karlı ve stratejik kamu kuruluşlarını yabancılara ya da yandaşlara peşkeş çeken bir siyasi iradenin elinde olursa işte bu durum ülkenin çöküşünü, milletin ise dağılmasını kolaylaştıracaktır.
Bir misal vermek gerekirse, 2003 yılında yandaş bir kuruluşa bir kamu kuruluşu satılıyor. Bu kamu kuruluşunun mal varlıkları 1800 dönümlük arazi, 185 lojman, sosyal tesisler… Özelleştirme ihalesi öncesi 51 milyon dolar değer biçilmiş.
Bu yandaş kuruluşa ne kadar özelleştiriliyor? Sadece 1,1 milyon dolar.
O dönemlerde bağımsız olan yargı bu kararı durduruyor.
Şimdi, siyasi irade 51 milyon dolar değer biçilen bir kuruluşu 1,1 milyon dolara satmış mı? Evet. Bu doğru mu yanlış mı? Elbette ki yanlış…
Buna kim dur diyor? Yargı… Peki, yargının bu müdahalesi milletin yararına mı zararına mı? Elbette ki yararına…
O halde bu yetkileri tamamen Bakanlar Kurulu’na devreden siyasi irade yargıdan bu müdahale yetkisini alarak milletin yararına mı iş yapıyor, zararına mı? Elbette ki zararına…
İşte bütün bu sebeplerden dolayı diyoruz ki, bütün yetkiler tek bir erkin eline, özellikle de yanlış yaptığı kesin olan bir iradenin eline teslim edilmemelidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025