Ya olduğun gibi...
Adem (a.s.) ve Havva anamızdan bu yana insanoğlu sosyal ilişkileri ile terbiye olmuş, bazen ermişlik mertebesine çıkacak kadar olgunlaşırken, bazen de aşağıların aşağısı olmak gibi bir sonuca maruz kalmıştır.
Tabii bu ikisi arasında binlerce farklı derece mevcuttur. Zaten insan kendisinden de bileceği gibi, bu derecelerin herhangi birinde sabit kalmamakta, bazen duyguların, bazen şeytanın, bazen de aklının ve dininin yönlendirmesi ile hayat yolculuğuna düşe kalka devam etmektedir.
"Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak" bazılarımızın kafasını karıştırmışa benzer. Benim de insan ilişkilerinde en çok karşılaştığım sorunlardan belki en önemlisi "olduğu gibi görünebilmek", zaten hiç kolay değil. Çünkü insan iyi duyguların yanısıra kötü duyguların da etkisi altında. Eğer tamamen olduğunuz gibi görünmeye kalkarsanız çevrenizdeki insanların dostuluğunu yitirebilirsiniz. Bu yüzden göründüğümüz gibi olmaya çalışmamız gerekiyor. Bunun da kolay olduğunu söyleyemeyiz. Ki insan bu yüzden hep bir mücadele içinde değil mi?
Göründüğü gibi olabilmek bizim üstbenliğimizin -ya da ruh-i sultanın-bir marifeti. Kendi nefsimizde bir terbiye süreci başlatıyor. Üst benliğimiz bize kabul edilebilir ve iyi bir insan olmamızı öğütler, öte yandan nefsimiz bize daha çıkarcı bir yaklaşım göstermemizi fısıldar. İnsanın kaderi bir orta yol tutabilme çabası ile şekillenir. Ya da belki biz böyle algılıyoruz. Hangimizin algısı daha doğru? Bunu hangi hakem belirleyecek.
Anladığımız kadarıyla tasavvuf ilmi, insanı hem göründüğü gibi olmaya, hem de olduğu gibi görünmeye zorlamaktadır. Ancak bu bir eğitim sürecinde olduğu için ve bu mücadele bir sistem içinde gerçekleştiği için insan bu zor işi ergeç başarabilme niyetinde olmalıdır.
Oldukça girift bir konuya el attığımızın farkındayım. Öz olarak denilebilir ki, eğer amacımız iyi bir kul ve iyi bir insan olmaksa; tasavvuf ilminin ince süzgecinden geçmek durumundayız. Öyle ki, hoşnut olmadığımız duygularımızı bastırmalı, iyi ve kabul edilebilir duygu ve davranışlarımızı pekiştirmeliyiz.
Peki kötü duygularımızı bastırırken acaba zaman içinde bir patlamaya meydan mı vereceğiz? İşte bu sorunun cevabı da tasavvufta gizli. Eğer kötü duygularımızı bastırırken, bunu sırf Allah rızası için yaparsak, bir patlama yaşamayız. Mevlana ne güzel söylemiş, "Hamdım, piştim, yandım" diye.
Adem (a.s.) ve Havva anamızdan bu yana insanoğlu sosyal ilişkileri ile terbiye olmuş, bazen ermişlik mertebesine çıkacak kadar olgunlaşırken, bazen de aşağıların aşağısı olmak gibi bir sonuca maruz kalmıştır.
Tabii bu ikisi arasında binlerce farklı derece mevcuttur. Zaten insan kendisinden de bileceği gibi, bu derecelerin herhangi birinde sabit kalmamakta, bazen duyguların, bazen şeytanın, bazen de aklının ve dininin yönlendirmesi ile hayat yolculuğuna düşe kalka devam etmektedir.
"Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak" bazılarımızın kafasını karıştırmışa benzer. Benim de insan ilişkilerinde en çok karşılaştığım sorunlardan belki en önemlisi "olduğu gibi görünebilmek", zaten hiç kolay değil. Çünkü insan iyi duyguların yanısıra kötü duyguların da etkisi altında. Eğer tamamen olduğunuz gibi görünmeye kalkarsanız çevrenizdeki insanların dostuluğunu yitirebilirsiniz. Bu yüzden göründüğümüz gibi olmaya çalışmamız gerekiyor. Bunun da kolay olduğunu söyleyemeyiz. Ki insan bu yüzden hep bir mücadele içinde değil mi?
Göründüğü gibi olabilmek bizim üstbenliğimizin -ya da ruh-i sultanın-bir marifeti. Kendi nefsimizde bir terbiye süreci başlatıyor. Üst benliğimiz bize kabul edilebilir ve iyi bir insan olmamızı öğütler, öte yandan nefsimiz bize daha çıkarcı bir yaklaşım göstermemizi fısıldar. İnsanın kaderi bir orta yol tutabilme çabası ile şekillenir. Ya da belki biz böyle algılıyoruz. Hangimizin algısı daha doğru? Bunu hangi hakem belirleyecek.
Anladığımız kadarıyla tasavvuf ilmi, insanı hem göründüğü gibi olmaya, hem de olduğu gibi görünmeye zorlamaktadır. Ancak bu bir eğitim sürecinde olduğu için ve bu mücadele bir sistem içinde gerçekleştiği için insan bu zor işi ergeç başarabilme niyetinde olmalıdır.
Oldukça girift bir konuya el attığımızın farkındayım. Öz olarak denilebilir ki, eğer amacımız iyi bir kul ve iyi bir insan olmaksa; tasavvuf ilminin ince süzgecinden geçmek durumundayız. Öyle ki, hoşnut olmadığımız duygularımızı bastırmalı, iyi ve kabul edilebilir duygu ve davranışlarımızı pekiştirmeliyiz.
Peki kötü duygularımızı bastırırken acaba zaman içinde bir patlamaya meydan mı vereceğiz? İşte bu sorunun cevabı da tasavvufta gizli. Eğer kötü duygularımızı bastırırken, bunu sırf Allah rızası için yaparsak, bir patlama yaşamayız. Mevlana ne güzel söylemiş, "Hamdım, piştim, yandım" diye.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.