Dış politikada sıkça kullanılan kavramlardan biri “uluslararası toplum” kavramıdır. Gerçekten böyle bir toplum var mı? Varsa, bu toplum kimlerden oluşur, hangi esaslar üzerine kurulmuştur? Buna benzer soruları çoğaltmak mümkün. Alınacak cevaplar ise muğlâk. Hiçbir kesinlik ve doğruluk arz etmez. Açık olarak ifade edilmiyor, ama herkesin bildiği gerçek şudur: Uluslararası toplum, ABD’nin bir diğer adıdır. Bir olaya “uluslararası toplum karşı çıkıyor” denilince, anlaşılması gereken, ABD ve İsrail’in onu istemediğidir.
Uluslararası toplum, dünyanın ve özellikle de İslâm ülkelerinin siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve hatta dini alanlarda kendisine uyulmasını ister. Uymayan olunca o, istikrarı bozan, barışı tehdit eden şer ülke olarak ilân edilir. İslâm ülkelerinden, uluslararası topluma uymayan tek ülke İran’dır. Onun için İran, hedef seçilmiştir. ABD ve müttefikleri, İran’a sürekli “uluslararası topluma uy” çağrıları yapıyor, dahası baskı uyguluyorlar. Peki, İran’dan istenilen nedir? Sözde istenilen, İran’ın nükleer silâh üretmemesidir. Aslında bu, bir bahanedir.
Uluslararası toplumu, yani ABD ve yandaşlarını, İran’ın asıl çıldırtma nedeni, İslâm’ı temel alan bir direniş ortaya koymasıdır. Şah döneminde İran, ABD ve İsrail’in en yakın müttefiki idi. İsrail, 1970’lerde İran’a nükleer silâh yapımında ilk yardımı yapan ülkeydi. ABD dâhil Batılı devletlerin birçoğu, bu konuda İran’a destek sağlamışlardı. O zaman İran’ın nükleer silâha ulaşması tehlike olmuyordu da, şimdi niye oluyor? İran’da Şah’ın yönetimi gibi bir yönetim işbaşına gelse, aynı tepkiyi gösterecekler mi?
Müslümanları üzen, İran’ın haklı davasında desteklenmemesi ve yalnız bırakılmasıdır. Bunu yapanlar bilerek veya bilmeyerek ABD ve İsrail’in safında yer almaktadırlar. İslâm ülkelerinin gaflet ehli yöneticileri zannediyor ki, İran ve diğer direnişçi gruplar, ABD’nin her dediğini yapsa, Ortadoğu’ya barış gelir. İsrail’i hançer gibi İslâm âleminin kalbine saplayanlar, bunu barışı ortadan kaldırmak için yaptıklarının şuurunda idiler. Rusya’nın ünlü diplomatlarından Büyükelçi Yuri Dubinin hatıratında şöyle diyor: “BM’de Filistin’in taksimini Sovyetler Birliği’nin de onaylaması isteniyordu. Stalin, bu kararı vermekte çok zorlanmış. Bürosunda bir aşağı, bir yukarı dolaşmış, sonunda ‘pekâlâ Filistin taksim olsun, İsrail Devleti kurulsun. Fakat artık o bölgede hiçbir zaman barış olmayacak’ demiş.” Gerçekten de öyle olmadı mı? İsrail Devleti kurulduğu günden itibaren Ortadoğu barış yüzü görmedi.
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, bir yemekte eski dostu Atlantik Records Firması’nın sahibi Ahmet Ertegün’e şöyle dedi: “Ahmet, Ortadoğu’da barış yapmanın en iyi yolunu gizli tuttum. Şimdi açıklıyorum: Tümünü Türklere geri vermek ve Osmanlı Devletini yeniden canlandırmaktır.” Kissinger’in bu sözü espri olarak algılanmış ve yemekte bulunanlar kahkahaya boğulmuşlar. Bu haber New York Post gazetesinde yer aldı. Kissinger, espri yapmıştı, ama gerçeğin ta kendisini söylemişti. Peki, bunu isterler mi? Elbette istemezler. Onu geçin, İsrail için her türlü barış, ölüm demektir. Çünkü Yahudiler, dünyanın dört bir yanından ‘Büyük İsrail Devleti’ idealine inandırılarak İsrail’e göç ettirildiler. Barış olursa, bu ideal çökecek ve tersine göç başlayacaktır. Bu da İsrail’in sonu demektir.
Onun içindir ki İsrail, barıştan hiç söz etmez. Bir ülke ile barış dediğinde, başka bir ülke için mutlaka savaş der. Uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Richard Falk şöyle diyor: İsrail’de, giderek derinleşen ekonomik ve sosyal bir kriz var. Bunu düşman üreterek örtmek istiyor.” Son zamanlarda İsrail, İran’a saldırmaktan söz ediyor. İsrail, ABD’siz İran’a saldırabilir mi? İsrailli yazar Uri Avnery’e göre, intihar etmek isterse saldırabilir. İran Savunma Bakanı, “hiçbir ülkenin bize saldırmaya cesaret edemeyeceği bir güce sahibiz” diyor. Açıkça İran, uluslararası topluma meydan okuyor. Bu gerçekleri görüp de hâlâ, uluslararası toplumdan söz edenlere yazıklar olsun!
Uluslararası toplum, dünyanın ve özellikle de İslâm ülkelerinin siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve hatta dini alanlarda kendisine uyulmasını ister. Uymayan olunca o, istikrarı bozan, barışı tehdit eden şer ülke olarak ilân edilir. İslâm ülkelerinden, uluslararası topluma uymayan tek ülke İran’dır. Onun için İran, hedef seçilmiştir. ABD ve müttefikleri, İran’a sürekli “uluslararası topluma uy” çağrıları yapıyor, dahası baskı uyguluyorlar. Peki, İran’dan istenilen nedir? Sözde istenilen, İran’ın nükleer silâh üretmemesidir. Aslında bu, bir bahanedir.
Uluslararası toplumu, yani ABD ve yandaşlarını, İran’ın asıl çıldırtma nedeni, İslâm’ı temel alan bir direniş ortaya koymasıdır. Şah döneminde İran, ABD ve İsrail’in en yakın müttefiki idi. İsrail, 1970’lerde İran’a nükleer silâh yapımında ilk yardımı yapan ülkeydi. ABD dâhil Batılı devletlerin birçoğu, bu konuda İran’a destek sağlamışlardı. O zaman İran’ın nükleer silâha ulaşması tehlike olmuyordu da, şimdi niye oluyor? İran’da Şah’ın yönetimi gibi bir yönetim işbaşına gelse, aynı tepkiyi gösterecekler mi?
Müslümanları üzen, İran’ın haklı davasında desteklenmemesi ve yalnız bırakılmasıdır. Bunu yapanlar bilerek veya bilmeyerek ABD ve İsrail’in safında yer almaktadırlar. İslâm ülkelerinin gaflet ehli yöneticileri zannediyor ki, İran ve diğer direnişçi gruplar, ABD’nin her dediğini yapsa, Ortadoğu’ya barış gelir. İsrail’i hançer gibi İslâm âleminin kalbine saplayanlar, bunu barışı ortadan kaldırmak için yaptıklarının şuurunda idiler. Rusya’nın ünlü diplomatlarından Büyükelçi Yuri Dubinin hatıratında şöyle diyor: “BM’de Filistin’in taksimini Sovyetler Birliği’nin de onaylaması isteniyordu. Stalin, bu kararı vermekte çok zorlanmış. Bürosunda bir aşağı, bir yukarı dolaşmış, sonunda ‘pekâlâ Filistin taksim olsun, İsrail Devleti kurulsun. Fakat artık o bölgede hiçbir zaman barış olmayacak’ demiş.” Gerçekten de öyle olmadı mı? İsrail Devleti kurulduğu günden itibaren Ortadoğu barış yüzü görmedi.
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, bir yemekte eski dostu Atlantik Records Firması’nın sahibi Ahmet Ertegün’e şöyle dedi: “Ahmet, Ortadoğu’da barış yapmanın en iyi yolunu gizli tuttum. Şimdi açıklıyorum: Tümünü Türklere geri vermek ve Osmanlı Devletini yeniden canlandırmaktır.” Kissinger’in bu sözü espri olarak algılanmış ve yemekte bulunanlar kahkahaya boğulmuşlar. Bu haber New York Post gazetesinde yer aldı. Kissinger, espri yapmıştı, ama gerçeğin ta kendisini söylemişti. Peki, bunu isterler mi? Elbette istemezler. Onu geçin, İsrail için her türlü barış, ölüm demektir. Çünkü Yahudiler, dünyanın dört bir yanından ‘Büyük İsrail Devleti’ idealine inandırılarak İsrail’e göç ettirildiler. Barış olursa, bu ideal çökecek ve tersine göç başlayacaktır. Bu da İsrail’in sonu demektir.
Onun içindir ki İsrail, barıştan hiç söz etmez. Bir ülke ile barış dediğinde, başka bir ülke için mutlaka savaş der. Uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Richard Falk şöyle diyor: İsrail’de, giderek derinleşen ekonomik ve sosyal bir kriz var. Bunu düşman üreterek örtmek istiyor.” Son zamanlarda İsrail, İran’a saldırmaktan söz ediyor. İsrail, ABD’siz İran’a saldırabilir mi? İsrailli yazar Uri Avnery’e göre, intihar etmek isterse saldırabilir. İran Savunma Bakanı, “hiçbir ülkenin bize saldırmaya cesaret edemeyeceği bir güce sahibiz” diyor. Açıkça İran, uluslararası topluma meydan okuyor. Bu gerçekleri görüp de hâlâ, uluslararası toplumdan söz edenlere yazıklar olsun!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018