Türkiye'nin gelir getiren önemli sektörleri tarım, tekstil, inşaat, otomotiv ve turizm olarak ifade edilmektedir.
Marmara depreminden sonra inşaat sektörü durmuş ve hala sıkıntıları devam etmektedir. İnşaat maliyetlerinin artmasına karşın parasızlık yüzünden talebin daralması sektörü oldukça vurmuştur.
İnsanların cebine para koymadan, tüketimi canlandırmadan toplu konut projeleri yapmak, üstelik yüksek peşinatla ve de faizle ücreti talep etmek sektörü pek canlandıracağı söylenemez.
Tarım sektörü son 3 yıldır sürekli gerilemektedir. AB ve IMF'nin taleplerine bakılırsa daha da gerileyecektir.
Tarım ülkesi olmamıza rağmen tarım ürünlerinde ithalatımız ihracatımızı geçmiştir. Bu oldukça utanç verici bir durumdur.
Gelecek, tarımsal ürünleri, suyu, doğal gıdaları daha da önemli kılacaktır. Ülkemizde her türlü imkan mevcut olmasına rağmen tarımda ithal etmemizin hiçbir izahı olamaz.
Otomotiv sektöründe bir hareketlilik vardır, fakat bu yıl otomotiv sektörünü ciddi bir kriz beklemektedir.
Uzmanlar, dünyada fazla stokun yüzde 30'lara ulaştığını ifade etmekteler. Dünya stoklarındaki bu artış, üreticilerin fiyatlarını düşürmelerine sebep olacak. Stoklardaki bu artış otomotiv imalatını sekteye uğratabilir ve bu da ülkemizi olumsuz etkileyebilir.
Zaten otomotiv sektöründe parçalar dışarıdan ithal ediliyor, Türkiye'de montajlanıyor ve tekrar geri gönderiliyor. Yani işin sadece hamallığını yapıyoruz, asıl ekmeği yiyenler başkaları. Hükümetimiz ise sadece ihracat kısmını beyan ederek başarılı olduklarını söylüyorlar.
Turizm sektörü ise kaypak bir sektördür. Son yıllarda turizm gelirlerinde bir atış vardır, ama turizme dayalı bir ekonomi tehlikeli bir zemin üzerindedir.
Ekonomide sağlıklı büyüme ihracat ve ithalat dengesi içerisinde ve buna bağlı olarak işsizliğin azalmasıyla mümkündür.
Turizm mili gelirde ekstra olarak görülmelidir. Tamamen oturup turist bekleyerek ekonominin düzeleceğini zannetmek veya planlarını buna göre yapmak ileride bizi yüzüstü bırakabilir.
Özellikle son zamanlarda turizm adı altında misyonerlik faaliyetlerinde hızla artış vardır. Gelir elde edeceğiz diye toprak bütünlüğümüz tehdit eden bu tür misyonerlik faaliyetlerine asla müsaade edilmemelidir.
Turizm bacasız sanayidir, doğrudur, ama gelişmiş ülkelerin hepsi bacalı sanayilerle kalkınmıştır ve bu noktaya gelmiştir. Bacalı sanayi olacak ki bacasızlar bir işe yarasın. Yoksa Hawai adalarından ne farkımız kalır.
Ülkemizin en önemli sektörlerinden biri olan tekstil ise tehlikededir.
1 Ocak'tan itibaren Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ)'ne bağlı ülkelerde tekstil ve konfeksiyon ürünlerinde kotalar kalktı. Bu durum özellikle ucuz Çin mallarının serbestçe dünya pazarlarına girmesini sağlıyor. Girdi maliyeti yüksek olan ucuz üretim yapamayan Türkiye gibi diğer pek çok ülkenin pazardaki rekabet şansı oldukça azalacaktır. Acil olarak çözülmesi gereken bir problem.
Kısacası IMF politikaları ve de AB uyum yasaları sebebiyle lokomotif sektörlerimiz can çekişmektedir.
Bahsettiğimiz her sektör tek başına ülkemizin bütün borçlarını ödeyebilir, ama dışa bağımlılığımız sağlıklı hareket etmemizi engellemektedir.
IMF ve AB yaptırımlarına son vererek derhal kendi milli ekonomik politikalarımıza geçmeliyiz ve bütün sektörlerimizi canlandırmalıyız.
Marmara depreminden sonra inşaat sektörü durmuş ve hala sıkıntıları devam etmektedir. İnşaat maliyetlerinin artmasına karşın parasızlık yüzünden talebin daralması sektörü oldukça vurmuştur.
İnsanların cebine para koymadan, tüketimi canlandırmadan toplu konut projeleri yapmak, üstelik yüksek peşinatla ve de faizle ücreti talep etmek sektörü pek canlandıracağı söylenemez.
Tarım sektörü son 3 yıldır sürekli gerilemektedir. AB ve IMF'nin taleplerine bakılırsa daha da gerileyecektir.
Tarım ülkesi olmamıza rağmen tarım ürünlerinde ithalatımız ihracatımızı geçmiştir. Bu oldukça utanç verici bir durumdur.
Gelecek, tarımsal ürünleri, suyu, doğal gıdaları daha da önemli kılacaktır. Ülkemizde her türlü imkan mevcut olmasına rağmen tarımda ithal etmemizin hiçbir izahı olamaz.
Otomotiv sektöründe bir hareketlilik vardır, fakat bu yıl otomotiv sektörünü ciddi bir kriz beklemektedir.
Uzmanlar, dünyada fazla stokun yüzde 30'lara ulaştığını ifade etmekteler. Dünya stoklarındaki bu artış, üreticilerin fiyatlarını düşürmelerine sebep olacak. Stoklardaki bu artış otomotiv imalatını sekteye uğratabilir ve bu da ülkemizi olumsuz etkileyebilir.
Zaten otomotiv sektöründe parçalar dışarıdan ithal ediliyor, Türkiye'de montajlanıyor ve tekrar geri gönderiliyor. Yani işin sadece hamallığını yapıyoruz, asıl ekmeği yiyenler başkaları. Hükümetimiz ise sadece ihracat kısmını beyan ederek başarılı olduklarını söylüyorlar.
Turizm sektörü ise kaypak bir sektördür. Son yıllarda turizm gelirlerinde bir atış vardır, ama turizme dayalı bir ekonomi tehlikeli bir zemin üzerindedir.
Ekonomide sağlıklı büyüme ihracat ve ithalat dengesi içerisinde ve buna bağlı olarak işsizliğin azalmasıyla mümkündür.
Turizm mili gelirde ekstra olarak görülmelidir. Tamamen oturup turist bekleyerek ekonominin düzeleceğini zannetmek veya planlarını buna göre yapmak ileride bizi yüzüstü bırakabilir.
Özellikle son zamanlarda turizm adı altında misyonerlik faaliyetlerinde hızla artış vardır. Gelir elde edeceğiz diye toprak bütünlüğümüz tehdit eden bu tür misyonerlik faaliyetlerine asla müsaade edilmemelidir.
Turizm bacasız sanayidir, doğrudur, ama gelişmiş ülkelerin hepsi bacalı sanayilerle kalkınmıştır ve bu noktaya gelmiştir. Bacalı sanayi olacak ki bacasızlar bir işe yarasın. Yoksa Hawai adalarından ne farkımız kalır.
Ülkemizin en önemli sektörlerinden biri olan tekstil ise tehlikededir.
1 Ocak'tan itibaren Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ)'ne bağlı ülkelerde tekstil ve konfeksiyon ürünlerinde kotalar kalktı. Bu durum özellikle ucuz Çin mallarının serbestçe dünya pazarlarına girmesini sağlıyor. Girdi maliyeti yüksek olan ucuz üretim yapamayan Türkiye gibi diğer pek çok ülkenin pazardaki rekabet şansı oldukça azalacaktır. Acil olarak çözülmesi gereken bir problem.
Kısacası IMF politikaları ve de AB uyum yasaları sebebiyle lokomotif sektörlerimiz can çekişmektedir.
Bahsettiğimiz her sektör tek başına ülkemizin bütün borçlarını ödeyebilir, ama dışa bağımlılığımız sağlıklı hareket etmemizi engellemektedir.
IMF ve AB yaptırımlarına son vererek derhal kendi milli ekonomik politikalarımıza geçmeliyiz ve bütün sektörlerimizi canlandırmalıyız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025