Devlet, bir toplumda en üst otoritedir. Bu otoritenin toplumda hükmedemeyeceği herhangi bir alan sözkonusu olamaz. Böyle bir şeyin olması, "devlet içinde devlet" anlamı taşır ki, buna hiçbir otorite müsaade etmez. Çünkü devlet içinde devlet olmaz. Evrensel kanun böyledir. Ama gel gör ki, Türkiye'de oluyormuş. Türkiye'de bu kanunun bozulduğunu, devlet içinde devletten yetkili kuruluşlar olduğunu, sıradan bir kişi değil, Türkiye Cumhuriyeti başbakanı söylüyor. İşte söyledikleri: "Türkiye'de çok fazla özerk kuruluşlar kuruldu. Devlet içinde, fakat devletten daha yetkili bazı kuruluşlar var. Onlara söz geçiremiyoruz."
Bu özerk kuruluşların çoğunu, IMF ve Dünya Bankası telkinleriyle kuran ve halen de kurmaya çalışan başbakan, bu sözlerinde ne kadar samimi? Eğer gerçekten samimi ise, özerk kuruluşların topraksız devletçikler olduğunu anlamışsa, lütfen gereğini yapsın. Kimi, kime şikayet ediyor? Birşey yapacağını zannetmiyoruz. Çünkü bu Hükümet, küresel güçlerin, "en iyi devlet, kendini özerk kuruluşlara emanet eden devlettir" tezini baştan kabul etmiş ve bu tezin gereği birçok özerk kuruluşlar kurmuştur. Öyleyse başbakanın bu şikayeti ne ifade eder? Bizce hiçbir şey. Zaten başbakanlık makamı şikayet makamı değil, icra makamıdır. İcra makamında olan bir kişinin şikayet etmesi normal değildir.
Özerk kuruluşları topraksız devletçikler olarak nitelendirdik. Esasen bu nitelendirme, yalnız bize mahsus da değildir. Bütün dünyada özerk kuruluşlara bu gözle bakılır. Özerk kuruluşlardan şikayet eden başbakan, şimdi bunların yanına, endüstri bölgeleri kanunu ile bir de bağımsız toprak parçaları, diğer bir deyişle bağımsız adacıklar ilave etmek istiyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Bir yanda devletin söz geçiremediği özerk kuruluşlar, diğer yanda devletin giremeyeceği bağımsız toprak parçaları. Hani bağımsızlık, hani devlet bir çakıl taşı bile vermeyecekti? Bütün bu soruların cevabı, bazılarına göre çok basit: "Bunlar küreselleşmenin gereğidir. Küreselleşme kaçınılmazdır, küreselleşme çağında bu ve bunun gibi değerler artık önemini yitirmiştir." Ne söylerseniz söyleyin, alacağınız cevap, üç aşağı, beş yukarı bu şekilde olacaktır. Peki, bu fikirleri bize empoze edenler, söylediklerinin aynısını yapıyorlar mı? Hayır, tam aksini yapıyorlar. Demek ki biz, aldatılıyoruz. Dileriz, iş işten geçmeden, aldatıldığımızın fakına varırız.
Özerk kuruluşlar, güya bürokrasiyi ortadan kaldıracaktı, işlerin hızlı ve verimli görülmesini sağlayacaktı. Kuruluş gerekçeleri bu idi. Söylenenler oldu mu? Ne gezer. Bu kuruluşlardan vatandaşlar kısa zamanda öyle bıkmışlar ki, şimdi şikayet ettikleri bürokrasiye rahmet okuyorlar. Dahası, özerk kuruluşlar arasında kıyasıya bir rekabet başladı ki, sormayın gitsin. Lâfın gelişi rekabet diyoruz, gerçekte şiddetli bir imtiyazları, dolara endeksli maaşları var ya... Diğer devlet memurlarını kahrediyor. Daha doğrusu özerk kuruluşlar, her yönüyle özerk, her yönüyle toplumdan kopuk. Bu yanlış ve haksız uygulama terk edilmeli, küreselleşme safsatası çöpe atılmalı...
Evet, küreselleşme, gerçekten safsatadır, kapitalizmin, sömürünün yeni adıdır. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Birçok bilim adamı söylüyor. Konumuzla ilgisi olduğu için, yalnız Andre Gorz'un söylediklerini nakletmek istiyorum. Andre Gorz diyor ki: "Kapitalizm, küreselleşme adı altında toplumu olmayan bir iktidar, iktidarı olmayan bir toplum oluşturdu. Ve ilk defa topraktan bütünüyle bağımsız bir devlet kuruldu, bu devlet sermaye devletidir". Başka bir araştırmaya gerek yok. Başbakanın söylediklerine ve yaşadıklarımıza bakalım, ondan sonra Andre Gorz'un bu tesbitini değerlendirelim. Aklı başında olan herkes, bu tesbite yüzde yüz katılır. Nasıl katılmayacaksın? Söylenenleri aynen yaşıyoruz. Öyleyse çare ne? Çare, Prof. Dr. Haydar Baş'ın deyimiyle "milli duruşta". Başkası yalan.
Bu özerk kuruluşların çoğunu, IMF ve Dünya Bankası telkinleriyle kuran ve halen de kurmaya çalışan başbakan, bu sözlerinde ne kadar samimi? Eğer gerçekten samimi ise, özerk kuruluşların topraksız devletçikler olduğunu anlamışsa, lütfen gereğini yapsın. Kimi, kime şikayet ediyor? Birşey yapacağını zannetmiyoruz. Çünkü bu Hükümet, küresel güçlerin, "en iyi devlet, kendini özerk kuruluşlara emanet eden devlettir" tezini baştan kabul etmiş ve bu tezin gereği birçok özerk kuruluşlar kurmuştur. Öyleyse başbakanın bu şikayeti ne ifade eder? Bizce hiçbir şey. Zaten başbakanlık makamı şikayet makamı değil, icra makamıdır. İcra makamında olan bir kişinin şikayet etmesi normal değildir.
Özerk kuruluşları topraksız devletçikler olarak nitelendirdik. Esasen bu nitelendirme, yalnız bize mahsus da değildir. Bütün dünyada özerk kuruluşlara bu gözle bakılır. Özerk kuruluşlardan şikayet eden başbakan, şimdi bunların yanına, endüstri bölgeleri kanunu ile bir de bağımsız toprak parçaları, diğer bir deyişle bağımsız adacıklar ilave etmek istiyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Bir yanda devletin söz geçiremediği özerk kuruluşlar, diğer yanda devletin giremeyeceği bağımsız toprak parçaları. Hani bağımsızlık, hani devlet bir çakıl taşı bile vermeyecekti? Bütün bu soruların cevabı, bazılarına göre çok basit: "Bunlar küreselleşmenin gereğidir. Küreselleşme kaçınılmazdır, küreselleşme çağında bu ve bunun gibi değerler artık önemini yitirmiştir." Ne söylerseniz söyleyin, alacağınız cevap, üç aşağı, beş yukarı bu şekilde olacaktır. Peki, bu fikirleri bize empoze edenler, söylediklerinin aynısını yapıyorlar mı? Hayır, tam aksini yapıyorlar. Demek ki biz, aldatılıyoruz. Dileriz, iş işten geçmeden, aldatıldığımızın fakına varırız.
Özerk kuruluşlar, güya bürokrasiyi ortadan kaldıracaktı, işlerin hızlı ve verimli görülmesini sağlayacaktı. Kuruluş gerekçeleri bu idi. Söylenenler oldu mu? Ne gezer. Bu kuruluşlardan vatandaşlar kısa zamanda öyle bıkmışlar ki, şimdi şikayet ettikleri bürokrasiye rahmet okuyorlar. Dahası, özerk kuruluşlar arasında kıyasıya bir rekabet başladı ki, sormayın gitsin. Lâfın gelişi rekabet diyoruz, gerçekte şiddetli bir imtiyazları, dolara endeksli maaşları var ya... Diğer devlet memurlarını kahrediyor. Daha doğrusu özerk kuruluşlar, her yönüyle özerk, her yönüyle toplumdan kopuk. Bu yanlış ve haksız uygulama terk edilmeli, küreselleşme safsatası çöpe atılmalı...
Evet, küreselleşme, gerçekten safsatadır, kapitalizmin, sömürünün yeni adıdır. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Birçok bilim adamı söylüyor. Konumuzla ilgisi olduğu için, yalnız Andre Gorz'un söylediklerini nakletmek istiyorum. Andre Gorz diyor ki: "Kapitalizm, küreselleşme adı altında toplumu olmayan bir iktidar, iktidarı olmayan bir toplum oluşturdu. Ve ilk defa topraktan bütünüyle bağımsız bir devlet kuruldu, bu devlet sermaye devletidir". Başka bir araştırmaya gerek yok. Başbakanın söylediklerine ve yaşadıklarımıza bakalım, ondan sonra Andre Gorz'un bu tesbitini değerlendirelim. Aklı başında olan herkes, bu tesbite yüzde yüz katılır. Nasıl katılmayacaksın? Söylenenleri aynen yaşıyoruz. Öyleyse çare ne? Çare, Prof. Dr. Haydar Baş'ın deyimiyle "milli duruşta". Başkası yalan.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018