Son nefes ve Zikrullah
Allah’a kavuşmayı ummayanların dertleri hep dünyadır. “Gelin biraz âhiretten bahsedelim” denildiğinde, “Güzel ama ne zaman olacak? Gidip gelen var mı?” gibi çok yanıltıcı ve hileli sorular sorarlar. Nefis insanı böyle konuşturur. Onun avukatı da İblis’tir
17.11.2024 18:38:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Allah'a kavuşmayı ummayanların dertleri hep dünyadır. "Gelin biraz âhiretten bahsedelim" denildiğinde, "Güzel ama ne zaman olacak? Gidip gelen var mı?" gibi çok yanıltıcı ve hileli sorular sorarlar. Nefis insanı böyle konuşturur. Onun avukatı da İblis'tir.
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 'Allah'tan nasıl hayâ edilmesi gerekiyorsa öyle hayâ edin!'
Dedik ki: 'Ey Allah Resûlü! Allah'a şükür biz Allah'tan hayâ ediyoruz.'
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.); 'Yaptığınız (hayâ) değildir ama Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başını ve içindekileri, karnını ve içindekileri koruman, ölümü ve kabirde çürümeyi hatırlamandır. Kim âhiret yurdunu isterse, dünya ziynetini terk eder ve âhireti dünyaya tercih eder. Kim böyle yaparsa, Allah'tan hakkıyla ve kâmaliyle korkmuş olur' buyurdu."
Bu hadis-i şeriften şu sonuç çıkarılmamalıdır: "Mal-mülk kazanmayacak mıyız?"
Tabii ki en fazla biz kazanacağız; helalinden kazanacak, Allah yolunda ve rızâsı uğrunda harcamasını becereceğiz. İnsanlar da "Demek ki inançlı insanlar bunu kazanmasını iyi biliyor" diyerek örnek alacaklar. Böylece, belki müellefe-i kulub/madde ile kalbi yumuşayanlar sınıfına girerler.
Nitekim bu gerçek hadis kitaplarında anlatılmıştır:
"Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve âlihi) İslam üzere bir şey istenildiğinde mutlaka vermiştir.
Bir adam geldi, ona iki dağ arasında bir arazi verdi.
Adam kavmine dönüp şöyle dedi: 'Ey kavmim! Koşun Müslüman olun! Çünkü Muhammed (s.a.a.), fakirlikten korkmayan adam gibi çok veriyor.' Böylece dünyalık için Müslüman olan adam, çok geçmeden İslam'ı dünya ve üzerindekilerden daha çok sever hâle gelirdi."
Demek ki ölümü tefekkür etmek, dünyadan tamamen el-ayak çekmek için değil; insanı âhirete, Allah'a kavuşacağı güne hazırlaması, ibâdetlerini, Allah'ın zikrini daha yerinde, zamanında ve de fevkinde edâ etmesi içindir.
Allah'a kâmil mânâda kulluk, O'nu her an hatırlamakla gerçekleşir. Bunun tersi gaflettir. Gaflet bir nevi uykudur. Gafleti dağıtmak ise ancak ölümü tefekkür ile temin edilir.
Ölümü tefekkürde ölümsüzlük sırrı saklıdır.
Dualarınmızda hep "Ya Rabbi, bana son nefeste iman nasib eyle" diye dua ederiz.
"Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) (namazda) selâm verdiği zaman şöyle derdi:
Allah'ım! Ömrümün sonunu hayırlı eyle! Amelimin sonlarından hoşnut ol! Allah'ım, Sana kavuşacağım günü, en iyi günüm eyle!" İnsanın her şeyi olsa da ve hatta bütün dünyaya sahip bile olsa; son nefeste iman üzere olmazsa, kelime-i tevhid cümlesi söylemezse, o zaman ebedî saadetten mahrum olur.
Son nefeste kelime-i tevhidi söylemek, iman üzere olmanın nişânesidir. İman üzere bu dünyadan ayrılanın varacağı yer de hiç şüphesiz Cennet'tir.
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Bir kimsenin son sözü 'Lâ ilâhe illallah/Allah'tan başka ilâh yoktur' olursa, o kimse Cennet'e girer."
İnsanın, ebedî kazançtan mahrum olmasına karşın; bütün bu dünya nimetlerine sahip olmasının hiçbir önemi yoktur ki… Zira dünya hayatı geçici bir faydalanmadan ibarettir.
Onun için, insanın imanını koruması kadar önemli bir davası, bir meselesi olamaz. İmanın kemâlinin, imanın sıhhatinin korunması şarttır ve de esastır.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Sizden birinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah'tan kalblerinizdeki imanı yenilemesini dileyin!"
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 'İmânınızı yenileyin!'
Denildi ki: 'Ey Allah Resûlü! İmanımızı nasıl yenileyelim?'
'Lâ ilâhe illallah'ı çok söyleyin' buyurdu."
Son nefeste söyleyebilmek için, kelime-i tevhide bu dünyada dilimizi alıştırmalı, çokça söylemeliyiz ki; gönlümüzde, aklımızda, dimağımızda yer etsin, son nefeste de söyleyebilelim.
Yine son nefeste kelime-i tevhidi söylemenin önemine binâen şöyle buyurulmuştur. "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Ölülerinize Lâ ilâhe illallah'ı telkin edin!"
İnsan nasıl yaşarsa, ne hâl üzere ölürse, o hâl üzere dirilir ve o hâl üzere haşrolur.
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Her kul, nasıl bir iş üzerine ölürse, o iş üzerine diriltilir."
İbn Abbâs'dan, "Bir adam Arafat'ta Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) ile vakfede dururken, aniden hayvanından düştü.
Râvi Eyyûb dedi ki: 'Bineği onun boynunu kırdı ya da öldürdü' dedi. Râvi Amr ise, 'Bineği onun boynunu kırdı' dedi. Bu durum Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve âlihi) bildirilince şöyle buyurdu:
'Onu su ve sidr'le (bir nevi sabun) yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin. Ona koku sürmeyin ve başını da sarmayın. Çünkü Allah onu Kıyâmet Günü telbiye getirir vaziyette diriltecektir.'"
Cabîr'den (radiyallahu anh) rivâyetle Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Müezzinler ve telbiyeciler, kabirlerinden ezan okuyarak ve telbiye getirerek haşrolacaklardır."
İmanın ispatı olan kelime-i tevhid ile, telbiye ile, tahmid, teşbih, zikrullah ile dirilmek ve haşrolmak en güzel hâldir. Bunun için de dünyada dile ve kalbe zikrullahı yerleştirmek lazımdır. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 'Allah'tan nasıl hayâ edilmesi gerekiyorsa öyle hayâ edin!'
Dedik ki: 'Ey Allah Resûlü! Allah'a şükür biz Allah'tan hayâ ediyoruz.'
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.); 'Yaptığınız (hayâ) değildir ama Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başını ve içindekileri, karnını ve içindekileri koruman, ölümü ve kabirde çürümeyi hatırlamandır. Kim âhiret yurdunu isterse, dünya ziynetini terk eder ve âhireti dünyaya tercih eder. Kim böyle yaparsa, Allah'tan hakkıyla ve kâmaliyle korkmuş olur' buyurdu."
Bu hadis-i şeriften şu sonuç çıkarılmamalıdır: "Mal-mülk kazanmayacak mıyız?"
Tabii ki en fazla biz kazanacağız; helalinden kazanacak, Allah yolunda ve rızâsı uğrunda harcamasını becereceğiz. İnsanlar da "Demek ki inançlı insanlar bunu kazanmasını iyi biliyor" diyerek örnek alacaklar. Böylece, belki müellefe-i kulub/madde ile kalbi yumuşayanlar sınıfına girerler.
Nitekim bu gerçek hadis kitaplarında anlatılmıştır:
"Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve âlihi) İslam üzere bir şey istenildiğinde mutlaka vermiştir.
Bir adam geldi, ona iki dağ arasında bir arazi verdi.
Adam kavmine dönüp şöyle dedi: 'Ey kavmim! Koşun Müslüman olun! Çünkü Muhammed (s.a.a.), fakirlikten korkmayan adam gibi çok veriyor.' Böylece dünyalık için Müslüman olan adam, çok geçmeden İslam'ı dünya ve üzerindekilerden daha çok sever hâle gelirdi."
Demek ki ölümü tefekkür etmek, dünyadan tamamen el-ayak çekmek için değil; insanı âhirete, Allah'a kavuşacağı güne hazırlaması, ibâdetlerini, Allah'ın zikrini daha yerinde, zamanında ve de fevkinde edâ etmesi içindir.
Allah'a kâmil mânâda kulluk, O'nu her an hatırlamakla gerçekleşir. Bunun tersi gaflettir. Gaflet bir nevi uykudur. Gafleti dağıtmak ise ancak ölümü tefekkür ile temin edilir.
Ölümü tefekkürde ölümsüzlük sırrı saklıdır.
Dualarınmızda hep "Ya Rabbi, bana son nefeste iman nasib eyle" diye dua ederiz.
"Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) (namazda) selâm verdiği zaman şöyle derdi:
Allah'ım! Ömrümün sonunu hayırlı eyle! Amelimin sonlarından hoşnut ol! Allah'ım, Sana kavuşacağım günü, en iyi günüm eyle!" İnsanın her şeyi olsa da ve hatta bütün dünyaya sahip bile olsa; son nefeste iman üzere olmazsa, kelime-i tevhid cümlesi söylemezse, o zaman ebedî saadetten mahrum olur.
Son nefeste kelime-i tevhidi söylemek, iman üzere olmanın nişânesidir. İman üzere bu dünyadan ayrılanın varacağı yer de hiç şüphesiz Cennet'tir.
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Bir kimsenin son sözü 'Lâ ilâhe illallah/Allah'tan başka ilâh yoktur' olursa, o kimse Cennet'e girer."
İnsanın, ebedî kazançtan mahrum olmasına karşın; bütün bu dünya nimetlerine sahip olmasının hiçbir önemi yoktur ki… Zira dünya hayatı geçici bir faydalanmadan ibarettir.
Onun için, insanın imanını koruması kadar önemli bir davası, bir meselesi olamaz. İmanın kemâlinin, imanın sıhhatinin korunması şarttır ve de esastır.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Sizden birinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah'tan kalblerinizdeki imanı yenilemesini dileyin!"
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 'İmânınızı yenileyin!'
Denildi ki: 'Ey Allah Resûlü! İmanımızı nasıl yenileyelim?'
'Lâ ilâhe illallah'ı çok söyleyin' buyurdu."
Son nefeste söyleyebilmek için, kelime-i tevhide bu dünyada dilimizi alıştırmalı, çokça söylemeliyiz ki; gönlümüzde, aklımızda, dimağımızda yer etsin, son nefeste de söyleyebilelim.
Yine son nefeste kelime-i tevhidi söylemenin önemine binâen şöyle buyurulmuştur. "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Ölülerinize Lâ ilâhe illallah'ı telkin edin!"
İnsan nasıl yaşarsa, ne hâl üzere ölürse, o hâl üzere dirilir ve o hâl üzere haşrolur.
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Her kul, nasıl bir iş üzerine ölürse, o iş üzerine diriltilir."
İbn Abbâs'dan, "Bir adam Arafat'ta Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) ile vakfede dururken, aniden hayvanından düştü.
Râvi Eyyûb dedi ki: 'Bineği onun boynunu kırdı ya da öldürdü' dedi. Râvi Amr ise, 'Bineği onun boynunu kırdı' dedi. Bu durum Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve âlihi) bildirilince şöyle buyurdu:
'Onu su ve sidr'le (bir nevi sabun) yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin. Ona koku sürmeyin ve başını da sarmayın. Çünkü Allah onu Kıyâmet Günü telbiye getirir vaziyette diriltecektir.'"
Cabîr'den (radiyallahu anh) rivâyetle Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Müezzinler ve telbiyeciler, kabirlerinden ezan okuyarak ve telbiye getirerek haşrolacaklardır."
İmanın ispatı olan kelime-i tevhid ile, telbiye ile, tahmid, teşbih, zikrullah ile dirilmek ve haşrolmak en güzel hâldir. Bunun için de dünyada dile ve kalbe zikrullahı yerleştirmek lazımdır. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)