Bir gazetede Suriyeli komutanlarla ve Suriye Enformasyon Bakan Yardımcısı Dr. Halef el Muhtaf ile yapılan röportajlar yayınlandı.
Bu röportajlarla Suriye’de yaşananları ve Suriye’den Türkiye’nin nasıl göründüğünü daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Suriye’de Katar ya da Suudi Arabistan’a değil, Türkiye’ye daha çok öfke var.
Muhabir bunun nedenini Dr. Halef el Muhtaf’a soruyor, o ise şöyle cevaplıyor:
“Biz Suudi Arabistan’a da Katar’a da hiçbir zaman güven duymadık. Ama Türkiye bizim için hep farklı oldu. Çünkü Türkiye bugüne kadar Ortadoğu’da mezhepçi bir çizgi izlemedi hiç. Bu sancılı coğrafyada dengeli bir politika izlemesi takdir ettiğimiz bir tutumdu. Ayrıca Türkiye deyince bağımsız bir ülke gelirdi aklımıza…”
Evet, el Muhtaf bunları söylüyor.
Yani Suriyeli kardeşlerimiz, bugüne kadar renklerini asla gizlemeyen hep ABD ve İsrail yanlı bir tutum izleyen Suudi Arabistan ve Katar’a hep mesafeli durdular, onlara karşı gardlarını aldılar.
Ama Suriye’yi ters köşeye yatıran Türkiye, Türk siyasiler oldu. Önce dost ve kanka gibi davrandılar, vizeleri kaldırdılar, Esad’ın saraylarına ailece konuk oldular, beraber yemek yediler, eğlendiler; ama ne olduysa bir anda kılıçları çektiler, namluları doğrulttular.
Türk siyasiler, Suriye yönetimine önce dostça yaklaştılar, sonra sırtlarından hançerlediler. Kim adına? Tabii ki ABD ve İsrail adına…
Müslüman, Müslüman kardeşinin sırtına Haçlı hançerini sapladı.
Türkiye gerçekten de, AKP iktidarına kadar mezhepçi bir tutum izlemedi, ne içeride ne de dışarıda…
Ama değil mi ki, Şii, Sünni ve Alevi ayrımcılığı, ABD’nin ve İsrail’in BOP kapsamında planladığı bir projeydi, bizimkiler de BOP eşbaşkanı olunca bu mezhep ayrımcılığını misyon edinmiş oldular.
Bayram değil, seyran değil, İslam ülkelerinin liderlerine, Şii diye, Nusayri diye, Alevi diye suçlamaya başladılar. Onları din dışı ilan etmeye kalktılar.
Durup dururken çıkan bu suçlamaların, düşmanlıkların asıl sebebi bahsettiğimiz gibi BOP kapsamında verilen bu misyondur.
Muhabir, teröristlere karşı operasyonları yöneten bir komutanla da görüşüyor.
Komutan şunları söylüyor: “Üstünlük bizde… Suriye ordusu şu ana kadar savunmadaydı. Şimdi ise taarruzda… Çünkü istihbarat toplamaya çok fazla vakit ayırdık. Ama şimdi o aşamayı geride bıraktık. Silahlı yabancı terör örgütü üyelerini tümüyle imha edeceğiz.”
Bir önceki açıklamayla birleştirirsek, Suriye yönetiminin teröristlere karşı olan mücadelesinde başlangıçta şaşkınlık yaşaması, Türkiye’yi dost olarak bilmelerindendir.
Türkiye’den böyle bir tutum beklemiyorlardı. Türk siyasiler adeta sağ gösterip sol vurdular. Ne olduğunu anlayamayan Suriyeli yetkililer daha sonra Rusya’nın da desteğiyle toparlandılar ve bugün teröre kök söktürüyorlar.
Bundan sonra da bileklerinin bükülmesi mümkün gözükmüyor. Bu sebeple isyancı teröristler müzakere yapalım demeye başladılar. Bükemedikleri eli öpmenin hesabındalar.
Suriyeli komutanın muhabire son cümleleri çok önemli:
“Suriye de vatanınız. Yine gelin.”
Ama komutanın yardımcısı cümleyi tamamlıyor:
“Ama sakın Erdoğan’ı getirmeyin.”
Yahudi örgütlerinden cesaret madalyası alıp, Müslüman kardeşinin nefretini kazanmak… Bu gidişatta sizce bir sorun yok mu?
Bu röportajlarla Suriye’de yaşananları ve Suriye’den Türkiye’nin nasıl göründüğünü daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Suriye’de Katar ya da Suudi Arabistan’a değil, Türkiye’ye daha çok öfke var.
Muhabir bunun nedenini Dr. Halef el Muhtaf’a soruyor, o ise şöyle cevaplıyor:
“Biz Suudi Arabistan’a da Katar’a da hiçbir zaman güven duymadık. Ama Türkiye bizim için hep farklı oldu. Çünkü Türkiye bugüne kadar Ortadoğu’da mezhepçi bir çizgi izlemedi hiç. Bu sancılı coğrafyada dengeli bir politika izlemesi takdir ettiğimiz bir tutumdu. Ayrıca Türkiye deyince bağımsız bir ülke gelirdi aklımıza…”
Evet, el Muhtaf bunları söylüyor.
Yani Suriyeli kardeşlerimiz, bugüne kadar renklerini asla gizlemeyen hep ABD ve İsrail yanlı bir tutum izleyen Suudi Arabistan ve Katar’a hep mesafeli durdular, onlara karşı gardlarını aldılar.
Ama Suriye’yi ters köşeye yatıran Türkiye, Türk siyasiler oldu. Önce dost ve kanka gibi davrandılar, vizeleri kaldırdılar, Esad’ın saraylarına ailece konuk oldular, beraber yemek yediler, eğlendiler; ama ne olduysa bir anda kılıçları çektiler, namluları doğrulttular.
Türk siyasiler, Suriye yönetimine önce dostça yaklaştılar, sonra sırtlarından hançerlediler. Kim adına? Tabii ki ABD ve İsrail adına…
Müslüman, Müslüman kardeşinin sırtına Haçlı hançerini sapladı.
Türkiye gerçekten de, AKP iktidarına kadar mezhepçi bir tutum izlemedi, ne içeride ne de dışarıda…
Ama değil mi ki, Şii, Sünni ve Alevi ayrımcılığı, ABD’nin ve İsrail’in BOP kapsamında planladığı bir projeydi, bizimkiler de BOP eşbaşkanı olunca bu mezhep ayrımcılığını misyon edinmiş oldular.
Bayram değil, seyran değil, İslam ülkelerinin liderlerine, Şii diye, Nusayri diye, Alevi diye suçlamaya başladılar. Onları din dışı ilan etmeye kalktılar.
Durup dururken çıkan bu suçlamaların, düşmanlıkların asıl sebebi bahsettiğimiz gibi BOP kapsamında verilen bu misyondur.
Muhabir, teröristlere karşı operasyonları yöneten bir komutanla da görüşüyor.
Komutan şunları söylüyor: “Üstünlük bizde… Suriye ordusu şu ana kadar savunmadaydı. Şimdi ise taarruzda… Çünkü istihbarat toplamaya çok fazla vakit ayırdık. Ama şimdi o aşamayı geride bıraktık. Silahlı yabancı terör örgütü üyelerini tümüyle imha edeceğiz.”
Bir önceki açıklamayla birleştirirsek, Suriye yönetiminin teröristlere karşı olan mücadelesinde başlangıçta şaşkınlık yaşaması, Türkiye’yi dost olarak bilmelerindendir.
Türkiye’den böyle bir tutum beklemiyorlardı. Türk siyasiler adeta sağ gösterip sol vurdular. Ne olduğunu anlayamayan Suriyeli yetkililer daha sonra Rusya’nın da desteğiyle toparlandılar ve bugün teröre kök söktürüyorlar.
Bundan sonra da bileklerinin bükülmesi mümkün gözükmüyor. Bu sebeple isyancı teröristler müzakere yapalım demeye başladılar. Bükemedikleri eli öpmenin hesabındalar.
Suriyeli komutanın muhabire son cümleleri çok önemli:
“Suriye de vatanınız. Yine gelin.”
Ama komutanın yardımcısı cümleyi tamamlıyor:
“Ama sakın Erdoğan’ı getirmeyin.”
Yahudi örgütlerinden cesaret madalyası alıp, Müslüman kardeşinin nefretini kazanmak… Bu gidişatta sizce bir sorun yok mu?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025