Karlı birçok kamu kuruluşu haraç mezat elden çıkartıldıktan sonra şimdi sıra şeker fabrikalarına geldi. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana hizmet verenler de dâhil olmak üzere 14 şeker fabrikası bu hafta ilanlarla satışa çıkarılacak.
Bunlar Afyon, Ağrı, Bor, Burdur, Çorum, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Ilgın, Kastamonu, Kırşehir, Muş, Turhal ve Yozgat şeker fabrikaları?
AB ve ABD talimatlarıyla; 3 katrilyon dolar değerindeki madenlerimizin ruhsatları yabancılara verilince, bağımsızlık hakkımız olan senyoraj (para basma) gelirimiz kullanılmayınca, ayrıca vatandaşlardan toplanan vergiler ve cezalar da bütçeyi tamamlamayınca, geriye ne var ne yok satmak kalıyor.
AKP hükümeti de bunu yapıyor.
İhalelerin "varlık satışı" şeklinde yapılacağı ve 2 ay içinde tamamlanmasının hedeflendiği belirtiliyor.
Her ne kadar ihale şartnamesinde, özelleştirildikten sonra fabrikaların bulundukları ilde üretime devam etmesi ve bu fabrikalara satış yapan çiftçilerin satış yapmasına devam edeceği belirtilse de daha önceki özelleştirmelere bakıldığında bir süre sonra bu şartların da rafa kalktığını göreceğiz.
Ve özelleştirilen kurumlarda çalışan işçiler de her zaman mağdur oluyor.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin son 7 yılda 2 kez iptal edilmesi, 2011 yılındaki ilk ihalenin Danıştay'dan dönmesi, esasen bu satışın büyük sancılara neden olacağını açıkça gösteriyor. Ateş olmayan yerden duman yükselmez.
Hâlihazırda özelleştirme kapsamında Türkşeker'e (kamuya) ait 25 şeker fabrikası bulunuyor ve bunların özelleştirmesinin 2018 sonuna kadar tamamlanacağı ifade ediliyor.
Yani AKP hükümetinin hesabına göre, 2019 yılına Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez şeker fabrikasız gireceğiz. Bize de "hayaldi gerçek oldu" demek düşecek.
Şeker fabrikaları Türkiye için çok büyük değerdir. Türkiye'nin bu fabrikalara birçok noktada ihtiyacı var. Hedeflenen özelleştirme çok yanlış bir strateji? Bu tür hazinelerin maalesef hep elden çıktıktan sonra değeri anlaşılıyor. Bu sefer de öyle olacağa benziyor.
Bu tür fabrikalarımızın önce verimliliği düşürülüyor, zarar ettiriliyor, hiç yatırım yapılmıyor, ardından da bunlar bahane edilerek satışa çıkarılıyor. Halbuki çözüm verimliliği, üretim kapasitesini artırmak, teknolojik yeniliklere uyumunu sağlamaktır.
Şeker fabrikaları, şeker pancarından elde edilmesi hasebiyle sağlıklı şeker demektir, şeker pancarı üreticisinin desteklenmesi, ürününe pazar bulması demektir, istihdam ve ekmek kapısı demektir, bulunduğu bölgenin nakliyecisinin, esnafının, besicisinin ve daha birçok sektördeki insanların kazanması demektir, katma değer demektir, şeker fiyatlarının astronomik zamlanmasının önlenmesi demektir?
Şeker fabrikalarının olmaması ise, gittikçe yaygınlaşan ve kanserojen olduğu bilimsel olarak ortaya konulan nişasta bazlı şekerlerin, kimyasalı yüksek tadlandırıcıların piyasaya tamamen hâkim olması demektir.
Sektörün denetlenmemesinin, verimlilik çalışmalarının yapılmamasının, siyasilerin aldığı yanlış kararlar ve yapılan yanlış icraatların, devleti küçültelim saçmalığıyla piyasaların başıboş bırakılmasının faturası şeker fabrikalarına ve şeker pancarına kesilmemelidir.
Son 15 yılda yapılan özelleştirmelerde pratik olarak görülen, özelleştirilen kurumların şartnamelerde geçen birçok maddeye rağmen kapatılmasıdır. Bunların binaları ve arsaları başka amaçlarla kullanılmıştır. Söylenenler farklı, ortaya çıkan sonuç çok farklıdır. Şeker fabrikalarının kaderi de elbette ki farklı olmayacaktır. Görünen köy kılavuz istemez.
Batılı ülkeler şeker sektörünü yeniden yapılandırarak pancardan sağlıklı bir şekilde şeker üretimine yönelip bu sahada rekabet etmeye çalışırken, bizler şeker fabrikalarımızı ABD'nin kansorejen tadlandırıcılarına kurban ediyoruz.
AB'de şeker fabrikalarının yüzde 60'ı, bize tadlandırıcıları dayatan ABD'de ise tamamı pancar üreticileri kooperatifleri tarafından işletilmektedir.
Daha önce Et ve Balık Kurumu ve de süt sektöründe yapılan özelleştirmeler, ülkemizin hayancılık ve et konusunda ithalatçı konuma indirgemiştir, şimdi aynı durum şeker sektöründe yaşanacaktır. Ve şekerin hem tadı kaçacak hem de fiyatı katlanarak artacaktır.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, ilerleyen zaman içinde tarıma, hayvancılığa, sağlığa, bölge ve ülke ekonomisine büyük bir darbe olarak önümüze çıkacaktır.
O halde yapılması gereken nedir? Verimliliğin artması için şeker fabrikalarının, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'nde ifade ettiği gibi, yüzde 51'i devlette kalmak kaydı şartıyla yüzde 49'unun halka özelleştirilmesi gerekmektedir. Böyle bir durum otokontrol sağlayacak ve verimi katlayarak artıracaktır.
Ayrıca bu tür sektörler stratejiktir ve devlet desteği de şarttır.
Azami katma değer sağlayan tarım ve tarıma dayalı sanayilerde oluşan katma değer, senyoraj geliri kullanıldığında, bu sektöre yapılan devlet desteklerini bir yük olmaktan çıkaracaktır. Bu mantığı Kapitalist bir anlayışla anlayabilmek mümkün değildir.
Lütfen inadı bırakıp kapitalizm gözlüğünü çıkarın, ivedilikle Milli Ekonomi Modeli gözlüğünü giyin. O zaman hayat başka bir güzel olacak.
Bunlar Afyon, Ağrı, Bor, Burdur, Çorum, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Ilgın, Kastamonu, Kırşehir, Muş, Turhal ve Yozgat şeker fabrikaları?
AB ve ABD talimatlarıyla; 3 katrilyon dolar değerindeki madenlerimizin ruhsatları yabancılara verilince, bağımsızlık hakkımız olan senyoraj (para basma) gelirimiz kullanılmayınca, ayrıca vatandaşlardan toplanan vergiler ve cezalar da bütçeyi tamamlamayınca, geriye ne var ne yok satmak kalıyor.
AKP hükümeti de bunu yapıyor.
İhalelerin "varlık satışı" şeklinde yapılacağı ve 2 ay içinde tamamlanmasının hedeflendiği belirtiliyor.
Her ne kadar ihale şartnamesinde, özelleştirildikten sonra fabrikaların bulundukları ilde üretime devam etmesi ve bu fabrikalara satış yapan çiftçilerin satış yapmasına devam edeceği belirtilse de daha önceki özelleştirmelere bakıldığında bir süre sonra bu şartların da rafa kalktığını göreceğiz.
Ve özelleştirilen kurumlarda çalışan işçiler de her zaman mağdur oluyor.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin son 7 yılda 2 kez iptal edilmesi, 2011 yılındaki ilk ihalenin Danıştay'dan dönmesi, esasen bu satışın büyük sancılara neden olacağını açıkça gösteriyor. Ateş olmayan yerden duman yükselmez.
Hâlihazırda özelleştirme kapsamında Türkşeker'e (kamuya) ait 25 şeker fabrikası bulunuyor ve bunların özelleştirmesinin 2018 sonuna kadar tamamlanacağı ifade ediliyor.
Yani AKP hükümetinin hesabına göre, 2019 yılına Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez şeker fabrikasız gireceğiz. Bize de "hayaldi gerçek oldu" demek düşecek.
Şeker fabrikaları Türkiye için çok büyük değerdir. Türkiye'nin bu fabrikalara birçok noktada ihtiyacı var. Hedeflenen özelleştirme çok yanlış bir strateji? Bu tür hazinelerin maalesef hep elden çıktıktan sonra değeri anlaşılıyor. Bu sefer de öyle olacağa benziyor.
Bu tür fabrikalarımızın önce verimliliği düşürülüyor, zarar ettiriliyor, hiç yatırım yapılmıyor, ardından da bunlar bahane edilerek satışa çıkarılıyor. Halbuki çözüm verimliliği, üretim kapasitesini artırmak, teknolojik yeniliklere uyumunu sağlamaktır.
Şeker fabrikaları, şeker pancarından elde edilmesi hasebiyle sağlıklı şeker demektir, şeker pancarı üreticisinin desteklenmesi, ürününe pazar bulması demektir, istihdam ve ekmek kapısı demektir, bulunduğu bölgenin nakliyecisinin, esnafının, besicisinin ve daha birçok sektördeki insanların kazanması demektir, katma değer demektir, şeker fiyatlarının astronomik zamlanmasının önlenmesi demektir?
Şeker fabrikalarının olmaması ise, gittikçe yaygınlaşan ve kanserojen olduğu bilimsel olarak ortaya konulan nişasta bazlı şekerlerin, kimyasalı yüksek tadlandırıcıların piyasaya tamamen hâkim olması demektir.
Sektörün denetlenmemesinin, verimlilik çalışmalarının yapılmamasının, siyasilerin aldığı yanlış kararlar ve yapılan yanlış icraatların, devleti küçültelim saçmalığıyla piyasaların başıboş bırakılmasının faturası şeker fabrikalarına ve şeker pancarına kesilmemelidir.
Son 15 yılda yapılan özelleştirmelerde pratik olarak görülen, özelleştirilen kurumların şartnamelerde geçen birçok maddeye rağmen kapatılmasıdır. Bunların binaları ve arsaları başka amaçlarla kullanılmıştır. Söylenenler farklı, ortaya çıkan sonuç çok farklıdır. Şeker fabrikalarının kaderi de elbette ki farklı olmayacaktır. Görünen köy kılavuz istemez.
Batılı ülkeler şeker sektörünü yeniden yapılandırarak pancardan sağlıklı bir şekilde şeker üretimine yönelip bu sahada rekabet etmeye çalışırken, bizler şeker fabrikalarımızı ABD'nin kansorejen tadlandırıcılarına kurban ediyoruz.
AB'de şeker fabrikalarının yüzde 60'ı, bize tadlandırıcıları dayatan ABD'de ise tamamı pancar üreticileri kooperatifleri tarafından işletilmektedir.
Daha önce Et ve Balık Kurumu ve de süt sektöründe yapılan özelleştirmeler, ülkemizin hayancılık ve et konusunda ithalatçı konuma indirgemiştir, şimdi aynı durum şeker sektöründe yaşanacaktır. Ve şekerin hem tadı kaçacak hem de fiyatı katlanarak artacaktır.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, ilerleyen zaman içinde tarıma, hayvancılığa, sağlığa, bölge ve ülke ekonomisine büyük bir darbe olarak önümüze çıkacaktır.
O halde yapılması gereken nedir? Verimliliğin artması için şeker fabrikalarının, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'nde ifade ettiği gibi, yüzde 51'i devlette kalmak kaydı şartıyla yüzde 49'unun halka özelleştirilmesi gerekmektedir. Böyle bir durum otokontrol sağlayacak ve verimi katlayarak artıracaktır.
Ayrıca bu tür sektörler stratejiktir ve devlet desteği de şarttır.
Azami katma değer sağlayan tarım ve tarıma dayalı sanayilerde oluşan katma değer, senyoraj geliri kullanıldığında, bu sektöre yapılan devlet desteklerini bir yük olmaktan çıkaracaktır. Bu mantığı Kapitalist bir anlayışla anlayabilmek mümkün değildir.
Lütfen inadı bırakıp kapitalizm gözlüğünü çıkarın, ivedilikle Milli Ekonomi Modeli gözlüğünü giyin. O zaman hayat başka bir güzel olacak.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025