Seçim hangi şartlarda olursa olsun tek çözüm yoludur. Çünkü seçimde kararı verecek olan millettir. Her seçime gidilirken de "halka gidilsin, halka gidelim" denilir ve böylece milletin hakemliğine müracaat edilir.
Ancak, hâl ve genel kabul böyle olması gerekirken hiç de böyle olmadığı bir gerçek. Ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal bunalımların içinde olması, hiçbir şeyin denildiği gibi olmadığını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
Hatta bununla bir dokundurmak gerekirse; her şeyin düşünüldüğü gibi olduğunu ama hiç bir zaman denildiği gibi olmadığını artık belirtmek lazım. Yani, ülke için düşünülenlerle halka söylenenler, çok farklı ve maalesef çok zıt şeyler.
Aynı nakaratlar bu seçimler için de geçerli ve durmaksızın tekrar ediliyor. Daha da acısı ve kötüsü, bütün bunlar demokrasi adına, çağdaşlık adına, özgürlük adına yapılıyor.
İçte ve dışta birileri kendileri için bir iktidar belirliyorlar ve halkı bir takım ayak oyunları ile o tarafa yönlendiriyorlar. Dolayısıyla, seçimler halkın değil o birilerinin düşüncelerinin hukukî zeminini oluşturan bir çözüm oluyor.
Eğer seçim, halkın iradesinin tecellisi olacaksa bunun yiğitçe ve sadece er meydanlarında olması lazım. 'Yiğitçe'den maksat, siyasilerin meydana çıkıp kendilerini ifade etmeleridir. Öncelikle, niçin siyaseti düşündüklerini, siyasetten neyi anladıklarını, bugüne kadar ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını, kimlerle yaptıklarını ve bundan sonra da neyi, nasıl ve kimlerle yapacaklarını ortaya koymaları şarttır.
Halkın sağlıklı bir tercih yapabilmesi için hiçbir şeyin halktan gizlenmemesi, 'olmazsa olmaz' kâbilinden bir ön şarttır.
Er meydanından maksat ise seçim alanları, gazete sayfaları ve TV ekranlarıdır. Bunda da ön şart; plana, bilgiye, demokrasiye, anlaşmazlığa başvurmadan, halkın anladığı dilden, açık, net ve kesin konuşmaktır.
Şimdi bu temel ölçülerle 3 Kasım seçimlerinin manzarasına baktığımız zaman, Bağımsız Türkiye Partisi ve Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın dışında, niçin siyaset yaptığını, neyi, nasıl ve kimlerle yapacağını, halkın anlayacağı dilde ifade eden, düşüncelerini, projelerini en ince ayrıntılarına kadar anlatan bir başka parti ve bir başka genel başkan yok.
Dahası, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik bunalımlardan nasıl çıkacağı değil, birilerine göre, 'kimlerin iktidar olması' senaryoları tartışılıp halkın seçme özgürlüğü elinden alınıyor.
Pazarlıklar ya ABD'de, ya Avrupa'da ya da ülkemizdeki işbirlikçileriyle ve kapalı kapılar arkasında yapılıyor. Böyle olunca da seçim, seçim olmaktan ve çözüm olmaktan çıkıyor.
Ancak, bütün bunlara rağmen 3 Kasım seçimleri hem çok farklı olacak ve hem de bu oyunların bozulduğu bir seçim olacak.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemizde ilk defa bir lider, yani, Prof. Dr. Haydar Baş ve bir parti, yani, Bağımsız Türkiye Partisi niçin siyasete girildiğini, ülkenin içinde bulunduğu darboğazlardan nasıl kurtulacağını, neyi, nasıl ve kimlerle yapacağını halkın anladığı dilden anlatan bir parti ve bir lider var.
Birilerinin değil halkın beklentilerini, halkın tercihlerini temsil eden, dile getiren ve bunu açıkça, şerefle ve büyük bir onurla ifade eden bir lider ve siyasi parti var.
İşte bu bakımdan 3 Kasım seçimleri bir takım oyunların, tezgahların, yönlendirmelerin de bozulacağı seçim olacaktır.
Çünkü 3 Kasım seçimleri, seçimi çözüm olmaktan çıkaranlara karşı, seçimin tek çözüm olduğuna inanan halkın seçimi olacaktır.
Bu seçimde çok önemli iki ipucu da her şeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor:
Biri; siyaset adına kimlerin kimlerle işbirliği yaptığı, bir diğeri de Avrupa Birliği düşünceleri...
3 Kasım'da halkımız siyasilere, "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" diyecektir.
3 Kasım'da halkımız siyasilere, "Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz" diyeceği bir seçim olacaktır.
Ancak, hâl ve genel kabul böyle olması gerekirken hiç de böyle olmadığı bir gerçek. Ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal bunalımların içinde olması, hiçbir şeyin denildiği gibi olmadığını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
Hatta bununla bir dokundurmak gerekirse; her şeyin düşünüldüğü gibi olduğunu ama hiç bir zaman denildiği gibi olmadığını artık belirtmek lazım. Yani, ülke için düşünülenlerle halka söylenenler, çok farklı ve maalesef çok zıt şeyler.
Aynı nakaratlar bu seçimler için de geçerli ve durmaksızın tekrar ediliyor. Daha da acısı ve kötüsü, bütün bunlar demokrasi adına, çağdaşlık adına, özgürlük adına yapılıyor.
İçte ve dışta birileri kendileri için bir iktidar belirliyorlar ve halkı bir takım ayak oyunları ile o tarafa yönlendiriyorlar. Dolayısıyla, seçimler halkın değil o birilerinin düşüncelerinin hukukî zeminini oluşturan bir çözüm oluyor.
Eğer seçim, halkın iradesinin tecellisi olacaksa bunun yiğitçe ve sadece er meydanlarında olması lazım. 'Yiğitçe'den maksat, siyasilerin meydana çıkıp kendilerini ifade etmeleridir. Öncelikle, niçin siyaseti düşündüklerini, siyasetten neyi anladıklarını, bugüne kadar ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını, kimlerle yaptıklarını ve bundan sonra da neyi, nasıl ve kimlerle yapacaklarını ortaya koymaları şarttır.
Halkın sağlıklı bir tercih yapabilmesi için hiçbir şeyin halktan gizlenmemesi, 'olmazsa olmaz' kâbilinden bir ön şarttır.
Er meydanından maksat ise seçim alanları, gazete sayfaları ve TV ekranlarıdır. Bunda da ön şart; plana, bilgiye, demokrasiye, anlaşmazlığa başvurmadan, halkın anladığı dilden, açık, net ve kesin konuşmaktır.
Şimdi bu temel ölçülerle 3 Kasım seçimlerinin manzarasına baktığımız zaman, Bağımsız Türkiye Partisi ve Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın dışında, niçin siyaset yaptığını, neyi, nasıl ve kimlerle yapacağını, halkın anlayacağı dilde ifade eden, düşüncelerini, projelerini en ince ayrıntılarına kadar anlatan bir başka parti ve bir başka genel başkan yok.
Dahası, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik bunalımlardan nasıl çıkacağı değil, birilerine göre, 'kimlerin iktidar olması' senaryoları tartışılıp halkın seçme özgürlüğü elinden alınıyor.
Pazarlıklar ya ABD'de, ya Avrupa'da ya da ülkemizdeki işbirlikçileriyle ve kapalı kapılar arkasında yapılıyor. Böyle olunca da seçim, seçim olmaktan ve çözüm olmaktan çıkıyor.
Ancak, bütün bunlara rağmen 3 Kasım seçimleri hem çok farklı olacak ve hem de bu oyunların bozulduğu bir seçim olacak.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemizde ilk defa bir lider, yani, Prof. Dr. Haydar Baş ve bir parti, yani, Bağımsız Türkiye Partisi niçin siyasete girildiğini, ülkenin içinde bulunduğu darboğazlardan nasıl kurtulacağını, neyi, nasıl ve kimlerle yapacağını halkın anladığı dilden anlatan bir parti ve bir lider var.
Birilerinin değil halkın beklentilerini, halkın tercihlerini temsil eden, dile getiren ve bunu açıkça, şerefle ve büyük bir onurla ifade eden bir lider ve siyasi parti var.
İşte bu bakımdan 3 Kasım seçimleri bir takım oyunların, tezgahların, yönlendirmelerin de bozulacağı seçim olacaktır.
Çünkü 3 Kasım seçimleri, seçimi çözüm olmaktan çıkaranlara karşı, seçimin tek çözüm olduğuna inanan halkın seçimi olacaktır.
Bu seçimde çok önemli iki ipucu da her şeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor:
Biri; siyaset adına kimlerin kimlerle işbirliği yaptığı, bir diğeri de Avrupa Birliği düşünceleri...
3 Kasım'da halkımız siyasilere, "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" diyecektir.
3 Kasım'da halkımız siyasilere, "Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz" diyeceği bir seçim olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010