Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomide en önemli hedefi sanayileşmek ve sanayileşmiş ülkelerin safına katılmaktı. O bakımdan, hükümetlerimiz, farklı ekonomik programlar uygulasa da, bu hedefi korudular, az veya çok, o istikamette yol aldılar. Ta ki 1980 yılına kadar. 1980 yılından sonra sanayileşmek rafa kaldırıldı. Onun yerini “ekonomik büyüme ve zenginleşme” aldı. Gerçi sanayileşme hedefi büyüme ve zenginleşmeyi de içeriyordu, ama sanayileşme önde tutuluyordu. Çünkü büyüme ve zenginleşme, sanayileşmenin tabii bir neticesi idi. Öyle bir anlayış egemen oldu ki, artık sanayiden, hele “milli sanayi”den söz etmek ayıp sayıldı.
Batı dünyası, sanayileştiği için bu avantajını kullanmak ve korumak istiyordu. O sebepten, Müslüman ülkelerin, özellikle de sanayileşme potansiyeli olan Türkiye’nin, sanayileşmesini önlemek için ne gerekiyorsa yapıyordu. Ancak belli bir noktadan sonra, Türkiye’nin sanayileşmesini önleyemeyeceğini anladı. Gördü ki, ne kadar engel olursam olayım, Türkiye bütün zorlukları aşacak ve sanayileşecektir. Bunun çaresini, Türkiye’yi idare edenlere, değişik ekonomik fikirler kabul ettirmede buldu. Kabul ettirdiği ekonomik fikir “serbest piyasa ekonomisi” idi. Gerçekte ise, ne geçmişte, ne de günümüzde “serbest piyasa” diye bir şey vardır. Piyasanın serbestliği lâftan ibarettir. Hal böyle iken, idarecilerimiz, bir anda serbest piyasa ekonomisinin savunuculuğuna soyundular. Elbette hemen “sanayileşmeden vazgeçtik” demediler, demeleri de beklenmezdi. Şöyle dediler: “Serbest piyasa ekonomisinde, sanayileşmeyi özel sektör gerçekleştirir. Biz de bu işi, özel sektöre devrettik.”
Bu söz, tam bir aldatmacadır. Zira sanayileşme tarihi şunu gösteriyor: Özel sektör, hiçbir ülkede kendi başına sanayileşmeyi gerçekleştirememiştir, gerçekleştiremez. Devletin desteği, teşviki ve öncülüğü olmadan, sanayileşmek imkânsızdır. “Sanayileşmeyi özel sektöre devrettik” diyen hükümetler, özel sektörün önünü açtı mı? Hayır, tam aksine, alınan ekonomik kararlarla sanayi üretimi kârlı olmaktan çıkarıldı. Bir başka deyişle, sözde özel girişimcilere, açık gösterilen sanayileşme kapısı, gerçekte kapatıldı.
Sanayileşmiş ülkeler, sanayileşmekten vazgeçirdikleri Türkiye gibi ülkelere karşı yeni bir politika geliştirdiler. Geliştirilen politika şöyle: Sanayi malı üretim zincirinin en son ve stratejik kısmını elde tutmak, alt ve zor kısmını devretmek. Ayrı bir bağımlılık oluşturan bu politika sonucu Türkiye de, bazı alt sanayi kollarına sahip oldu. İhracat mallarımızın içerisinde bu sanayi malları büyük oranda yer aldı. Sanayici ve idarecilerimiz, bununla övündüler. Sanayileştiğimize delil olarak, söz konusu rakamları gösterdiler. Sanki bu mallarla, sanayileşmiş ülkelere karşı rekabet üstünlüğü kazandık. Hâlbuki böyle bir gelişmeyle varılacak nihai hedef, tedarikçi olmaktır. Sanayide tedarikçiliğe razı olduk, fakat o alanda da tökezliyoruz. Son ekonomik veriler, bu çeşit sanayi üretiminin de düştüğünü gösteriyor.
Ne yazık ki, bu düşüş hiç önemsenmedi. Üzerinde gereği kadar durulmadı. Önemsenen tek gösterge “ekonomik büyüme”dir. Ekonomik büyüme kutsallaştırılıyor, “her şey büyüme için” sloganıyla doludizgin gidiliyor. Büyümeden herkesin pay alıp almamasına ise hiç bakılmıyor. “Tüm ekonomik sorunların çözümü büyümedir” tezi sürekli gündemde tutuluyor. Bu tez doğru değildir. Dahası, borsalardaki işlem hacminin artması da büyümeden sayılıyor. Finansal spekülasyonlarla sanal ekonomide gösterilen böylesi büyümenin kime, ne faydası vardır? Bu çeşit büyümeyi, daha doğrusu, sanayileşmeden büyümeyi, serbest piyasacılar gibi gözümüzde büyütmüyoruz. Bunun önemsizliğini ‘Milli Ekonomi Modeli’ndeki gerçek ve sürekli büyümeye bakarak anlıyoruz.
Batı dünyası, sanayileştiği için bu avantajını kullanmak ve korumak istiyordu. O sebepten, Müslüman ülkelerin, özellikle de sanayileşme potansiyeli olan Türkiye’nin, sanayileşmesini önlemek için ne gerekiyorsa yapıyordu. Ancak belli bir noktadan sonra, Türkiye’nin sanayileşmesini önleyemeyeceğini anladı. Gördü ki, ne kadar engel olursam olayım, Türkiye bütün zorlukları aşacak ve sanayileşecektir. Bunun çaresini, Türkiye’yi idare edenlere, değişik ekonomik fikirler kabul ettirmede buldu. Kabul ettirdiği ekonomik fikir “serbest piyasa ekonomisi” idi. Gerçekte ise, ne geçmişte, ne de günümüzde “serbest piyasa” diye bir şey vardır. Piyasanın serbestliği lâftan ibarettir. Hal böyle iken, idarecilerimiz, bir anda serbest piyasa ekonomisinin savunuculuğuna soyundular. Elbette hemen “sanayileşmeden vazgeçtik” demediler, demeleri de beklenmezdi. Şöyle dediler: “Serbest piyasa ekonomisinde, sanayileşmeyi özel sektör gerçekleştirir. Biz de bu işi, özel sektöre devrettik.”
Bu söz, tam bir aldatmacadır. Zira sanayileşme tarihi şunu gösteriyor: Özel sektör, hiçbir ülkede kendi başına sanayileşmeyi gerçekleştirememiştir, gerçekleştiremez. Devletin desteği, teşviki ve öncülüğü olmadan, sanayileşmek imkânsızdır. “Sanayileşmeyi özel sektöre devrettik” diyen hükümetler, özel sektörün önünü açtı mı? Hayır, tam aksine, alınan ekonomik kararlarla sanayi üretimi kârlı olmaktan çıkarıldı. Bir başka deyişle, sözde özel girişimcilere, açık gösterilen sanayileşme kapısı, gerçekte kapatıldı.
Sanayileşmiş ülkeler, sanayileşmekten vazgeçirdikleri Türkiye gibi ülkelere karşı yeni bir politika geliştirdiler. Geliştirilen politika şöyle: Sanayi malı üretim zincirinin en son ve stratejik kısmını elde tutmak, alt ve zor kısmını devretmek. Ayrı bir bağımlılık oluşturan bu politika sonucu Türkiye de, bazı alt sanayi kollarına sahip oldu. İhracat mallarımızın içerisinde bu sanayi malları büyük oranda yer aldı. Sanayici ve idarecilerimiz, bununla övündüler. Sanayileştiğimize delil olarak, söz konusu rakamları gösterdiler. Sanki bu mallarla, sanayileşmiş ülkelere karşı rekabet üstünlüğü kazandık. Hâlbuki böyle bir gelişmeyle varılacak nihai hedef, tedarikçi olmaktır. Sanayide tedarikçiliğe razı olduk, fakat o alanda da tökezliyoruz. Son ekonomik veriler, bu çeşit sanayi üretiminin de düştüğünü gösteriyor.
Ne yazık ki, bu düşüş hiç önemsenmedi. Üzerinde gereği kadar durulmadı. Önemsenen tek gösterge “ekonomik büyüme”dir. Ekonomik büyüme kutsallaştırılıyor, “her şey büyüme için” sloganıyla doludizgin gidiliyor. Büyümeden herkesin pay alıp almamasına ise hiç bakılmıyor. “Tüm ekonomik sorunların çözümü büyümedir” tezi sürekli gündemde tutuluyor. Bu tez doğru değildir. Dahası, borsalardaki işlem hacminin artması da büyümeden sayılıyor. Finansal spekülasyonlarla sanal ekonomide gösterilen böylesi büyümenin kime, ne faydası vardır? Bu çeşit büyümeyi, daha doğrusu, sanayileşmeden büyümeyi, serbest piyasacılar gibi gözümüzde büyütmüyoruz. Bunun önemsizliğini ‘Milli Ekonomi Modeli’ndeki gerçek ve sürekli büyümeye bakarak anlıyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018