1980 yılından 2009 yılına Türkiye'nin nüfusu 20 milyondan fazla artmasına rağmen, toplam hayvan varlığı 85 milyondan 38 milyona kadar düştü. Yine 1985 yılında 499 bin ton olan kırmızı et üretimi, 2009'da 413 bin tona geriledi. Kişi başına yıllık et tüketimi ise 10 kilodan 6,5 kiloya kadar düştü.
Türkiye'de dünyanın en maliyetli yemi ve en pahalı enerjisiyle hayvan üretimi yapılmaya çalışılıyor ve sorun burada yatmaktayken, ithalatın önü açılarak üretici adeta cezalandırılıyor. Yaşanan bu ve benzeri problemlere "ithalat" formülüyle çözüm(!) bulan hükümetten hala bir medet ummak çözümsüzlüğün devamından başka bir şey değildir.
En pahalı yemi ve enerjiyi kullanıyoruzDiğer önemli bir konu ise, vatandaşın gelirinin ve satın alma gücünün düşüklüğü sebebiyle sürekli daralan kırmızı et pazarının ithal et ile paylaşılmış olmasıdır.Şu bir gerçek ki AKP hükümeti bu tür adımları atarken vatandaşın sorunlarından yola çıkarak karar vermiyor. Bunlar AB'nin talepleri, ABD'nin talepleri?Onlar bir taraftan bu talepleri harfiyen yerine getirirken, bir taraftan da yandaşlara yeni gelir kapıları açılıyor. Perde arkası buyken, görünüşte et ihtiyacını karşılama, tüketicilere daha ucuza et yedirme gibi bahanelere sığınılıyor. Yerli üretim desteklendiği takdirde Türkiye'nin hayvan ihtiyacının olması asla mümkün değildir. Bugün Türkiye'nin onda biri kadar hayvancılık potansiyeline sahip ülkeler hem kendi et ihtiyaçlarını karşılamaktadır hem de büyük ölçeklerde ihracat yapmaktadır.Tüketicilere daha ucuza et yedirme ise bahaneden öteye geçememektedir. Marketlerde ve kasaplarda ithal et ile üreticinin yerli eti aynı fiyattan satılmaktadır ve fiyatlarda bir düşüş söz konusu olmamıştır. Saray Çiftliği gibi Türkiye'nin önemli kuruluşlarının canlı hayvan alımlarıyla küçük hayvan üreticilerine büyük destekler sağladığı hesaba katıldığında bundan sonraki süreç için hayvancılığın büyük bir darbe yediğini açıkça söyleyebiliriz. Besiciler, üreticiler hükümetten çözüm bekliyordu, tam tersine tokat yedi. Büyüklerin sürekli kepenk kapattığı bir ekonomik ortamda, küçüklere asla hayat hakkının tanınmayacağını hesaba kattığımızda, önümüzdeki seçimlerin ülkemizin gidişatı konusunda önemli bir dönüm noktası olabileceğini belirtmeliyiz.
Türkiye sicili kirlenmemiş 5 ülkeden biriydi?Canlı hayvan ve et ithalatını sağlık açısından da değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye, hayvan ve hayvan ürünleri noktasında sicili kirlenmemiş dünyada 5 ülkeden biridir. Tabii, bu 2010 yılında verilen ithalat iznine kadar? Batılıların az maliyetle daha fazla kazanma hırsları ve bu uğurda sınır tanımazlığı hayvancılık sektöründe de kendini göstermektedir. Sağduyulu Türk bilim adamlarının bu noktadaki uyarıları oldukça önemlidir. Türk Tabipler Birliği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Demirdizen, "Dünyanın değişik yerlerinde 250'ye yakın hastalık hayvanlardan geçmekte ve insanları hastalandırmaktadır. İkinci endişemiz, sağlıklı olduğundan emin olmadığımız hayvanların gerekli tedbirler alınmaksızın ülkemize ithal edilmesi ve kesilecek olmasıdır. Esas itiraz ettiğimiz, yanlış tarım ve hayvancılık politikası ile kendisine yeterli bir ülke olan Türkiye'nin hayvansal gıdaları da ithal eder duruma gelmiş olmasıdır" dedi.
Batıda hayvanlar, domuz ürünleriyle besleniyorİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper Yılmaz da, "İthal kurbanlık hayvancılığımıza büyük zararlar verebilir. Bunun yanı sıra inançlarla ilgili de sıkıntılar var. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'nde sığırlara, domuzların mezbaha artıklarından yapılan kan unu, kemik unu gibi suni besinler, protein kaynağı olarak yemlerine karıştırılıyor" dedi.Batı ticari kar, farklı amaçlar uğruna hiçbir konuda sınır tanımazken ve hayvan ürünleri konusunda mimliyken siyasiler bir de kalktılar ve dörtlü test sistemi denilen ithal ete uygulanması gereken hayvan kontrol sistemini kaldırdılar. Bu test sistemiyle ithal hayvanlarda olabilecek deli dana, brusella, tüberküloz ve IBR hastalıklarının varlığı araştırılıyordu. Siyasilerimizin mantığı şu: Avrupa'da beşli test sistemi var, dolayısıyla bizim dörtlü sisteme gerek kalmıyor. Peki, Batının denetim sistemleri ne kadar sağlıklı ya da Batı bu tür konularda özellikle de Türkiye'ye ihracat yapılacaksa ne kadar hassas olur?
Batınının hayvancılık sicili oldukça bozukBu sorunun cevabını bu yılın Ocak ayı içinde AB ülkelerinde patlak veren zehirli yumurta kriziyle vermeye çalışalım. Almanya'da yemlerine dioksin maddesi karıştığı için zehirli oldukları belirtilen yumurtalar nedeniyle tam 4700 çiftliğin üretimi durduruldu. Olayın en çarpıcı noktası ise Türk yetkililerin gıda güvenliğinden şüphe etmediği Almanya'da, bu zehirli maddenin Mart 2010'dan bu yana, yani 10 aydır mevcut olduğunun tespit edilmesi? Bu gelişme üzerine bütün Avrupa ülkeleri ayağa kalktı. Görünen o ki Avrupalılar, Türk siyasiler kadar kendi testlerine güvenemiyor.Hükümetin hayvancılığın sorunları konusunda gerçek manada bir çözümü yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Kalıcı bir çözüm isteniyorsa, çözümü AB, ABD ve IMF'de aramayan, milli çözümleri olan siyasileri iş başına getirmek gerekmektedir.Görünen o ki, sadece hayvancılıkta değil, tüm konularda milli çözümü olan tek siyasi lider de Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'tır.O'nun hayvancılık politikasında yem hammaddelerinin yerli ve ucuz olması, enerjinin yerli ve ucuz olması, hayvan başına destek, devlet tarafından hayvan alım garantisi, faizsiz uzun vadeli kredi imkanı, sosyal devlet projeleriyle pazarın genişletilmesi ve yerli üretimin ithalata karşı korunması vardır. Zaten sektörün talebi de budur, o halde niye hala bekliyoruz? (Murat Çabas)
Türkiye'de dünyanın en maliyetli yemi ve en pahalı enerjisiyle hayvan üretimi yapılmaya çalışılıyor ve sorun burada yatmaktayken, ithalatın önü açılarak üretici adeta cezalandırılıyor. Yaşanan bu ve benzeri problemlere "ithalat" formülüyle çözüm(!) bulan hükümetten hala bir medet ummak çözümsüzlüğün devamından başka bir şey değildir.
En pahalı yemi ve enerjiyi kullanıyoruzDiğer önemli bir konu ise, vatandaşın gelirinin ve satın alma gücünün düşüklüğü sebebiyle sürekli daralan kırmızı et pazarının ithal et ile paylaşılmış olmasıdır.Şu bir gerçek ki AKP hükümeti bu tür adımları atarken vatandaşın sorunlarından yola çıkarak karar vermiyor. Bunlar AB'nin talepleri, ABD'nin talepleri?Onlar bir taraftan bu talepleri harfiyen yerine getirirken, bir taraftan da yandaşlara yeni gelir kapıları açılıyor. Perde arkası buyken, görünüşte et ihtiyacını karşılama, tüketicilere daha ucuza et yedirme gibi bahanelere sığınılıyor. Yerli üretim desteklendiği takdirde Türkiye'nin hayvan ihtiyacının olması asla mümkün değildir. Bugün Türkiye'nin onda biri kadar hayvancılık potansiyeline sahip ülkeler hem kendi et ihtiyaçlarını karşılamaktadır hem de büyük ölçeklerde ihracat yapmaktadır.Tüketicilere daha ucuza et yedirme ise bahaneden öteye geçememektedir. Marketlerde ve kasaplarda ithal et ile üreticinin yerli eti aynı fiyattan satılmaktadır ve fiyatlarda bir düşüş söz konusu olmamıştır. Saray Çiftliği gibi Türkiye'nin önemli kuruluşlarının canlı hayvan alımlarıyla küçük hayvan üreticilerine büyük destekler sağladığı hesaba katıldığında bundan sonraki süreç için hayvancılığın büyük bir darbe yediğini açıkça söyleyebiliriz. Besiciler, üreticiler hükümetten çözüm bekliyordu, tam tersine tokat yedi. Büyüklerin sürekli kepenk kapattığı bir ekonomik ortamda, küçüklere asla hayat hakkının tanınmayacağını hesaba kattığımızda, önümüzdeki seçimlerin ülkemizin gidişatı konusunda önemli bir dönüm noktası olabileceğini belirtmeliyiz.
Türkiye sicili kirlenmemiş 5 ülkeden biriydi?Canlı hayvan ve et ithalatını sağlık açısından da değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye, hayvan ve hayvan ürünleri noktasında sicili kirlenmemiş dünyada 5 ülkeden biridir. Tabii, bu 2010 yılında verilen ithalat iznine kadar? Batılıların az maliyetle daha fazla kazanma hırsları ve bu uğurda sınır tanımazlığı hayvancılık sektöründe de kendini göstermektedir. Sağduyulu Türk bilim adamlarının bu noktadaki uyarıları oldukça önemlidir. Türk Tabipler Birliği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Demirdizen, "Dünyanın değişik yerlerinde 250'ye yakın hastalık hayvanlardan geçmekte ve insanları hastalandırmaktadır. İkinci endişemiz, sağlıklı olduğundan emin olmadığımız hayvanların gerekli tedbirler alınmaksızın ülkemize ithal edilmesi ve kesilecek olmasıdır. Esas itiraz ettiğimiz, yanlış tarım ve hayvancılık politikası ile kendisine yeterli bir ülke olan Türkiye'nin hayvansal gıdaları da ithal eder duruma gelmiş olmasıdır" dedi.
Batıda hayvanlar, domuz ürünleriyle besleniyorİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper Yılmaz da, "İthal kurbanlık hayvancılığımıza büyük zararlar verebilir. Bunun yanı sıra inançlarla ilgili de sıkıntılar var. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'nde sığırlara, domuzların mezbaha artıklarından yapılan kan unu, kemik unu gibi suni besinler, protein kaynağı olarak yemlerine karıştırılıyor" dedi.Batı ticari kar, farklı amaçlar uğruna hiçbir konuda sınır tanımazken ve hayvan ürünleri konusunda mimliyken siyasiler bir de kalktılar ve dörtlü test sistemi denilen ithal ete uygulanması gereken hayvan kontrol sistemini kaldırdılar. Bu test sistemiyle ithal hayvanlarda olabilecek deli dana, brusella, tüberküloz ve IBR hastalıklarının varlığı araştırılıyordu. Siyasilerimizin mantığı şu: Avrupa'da beşli test sistemi var, dolayısıyla bizim dörtlü sisteme gerek kalmıyor. Peki, Batının denetim sistemleri ne kadar sağlıklı ya da Batı bu tür konularda özellikle de Türkiye'ye ihracat yapılacaksa ne kadar hassas olur?
Batınının hayvancılık sicili oldukça bozukBu sorunun cevabını bu yılın Ocak ayı içinde AB ülkelerinde patlak veren zehirli yumurta kriziyle vermeye çalışalım. Almanya'da yemlerine dioksin maddesi karıştığı için zehirli oldukları belirtilen yumurtalar nedeniyle tam 4700 çiftliğin üretimi durduruldu. Olayın en çarpıcı noktası ise Türk yetkililerin gıda güvenliğinden şüphe etmediği Almanya'da, bu zehirli maddenin Mart 2010'dan bu yana, yani 10 aydır mevcut olduğunun tespit edilmesi? Bu gelişme üzerine bütün Avrupa ülkeleri ayağa kalktı. Görünen o ki Avrupalılar, Türk siyasiler kadar kendi testlerine güvenemiyor.Hükümetin hayvancılığın sorunları konusunda gerçek manada bir çözümü yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Kalıcı bir çözüm isteniyorsa, çözümü AB, ABD ve IMF'de aramayan, milli çözümleri olan siyasileri iş başına getirmek gerekmektedir.Görünen o ki, sadece hayvancılıkta değil, tüm konularda milli çözümü olan tek siyasi lider de Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'tır.O'nun hayvancılık politikasında yem hammaddelerinin yerli ve ucuz olması, enerjinin yerli ve ucuz olması, hayvan başına destek, devlet tarafından hayvan alım garantisi, faizsiz uzun vadeli kredi imkanı, sosyal devlet projeleriyle pazarın genişletilmesi ve yerli üretimin ithalata karşı korunması vardır. Zaten sektörün talebi de budur, o halde niye hala bekliyoruz? (Murat Çabas)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.