Osmanlı Devleti, çok dinli, çok dilli ve çok ırklı bir devletti. Böyle bir devletin yıkılması sonucunda birçok devletin ortaya çıkması gayet normaldi. Normal olmayan, asırlarca aynı tarihi yaşadığımız, bu devletleri düşman görmek ve tehdit olarak algılamaktır. Hâlbuki ortak tarih, ortak bir değerdir ve çok önemlidir. Özellikle dış ve güvenlik politikaları, bu değer üzerine bina edilmelidir. Türkiye’yi idare edenler, böyle davranmadığı içindir ki, dostu düşmanı karıştırmış durumdalar. Düşmana dost diye sarılıyor, dosta da düşman gibi saldırıyorlar.
Osmanlı Devleti yıkıldı, parçalandı, kardeşçe yaşayan topluluklar birbirinden ayrıldı. Ama bu ayrılış, diğer devletlerdeki ayrılışların hiçbirisine benzememiştir. Diğer devletlerden ayrılanlar, kurtuluş ve hürriyet bayramları kutladılar. Osmanlı Devleti’nden ayrılan hiçbir topluluk ise, böyle bir şey yapmamıştır. Çünkü Osmanlı idaresinde yaşayan Müslim, gayrimüslim herkes memnundu. Tarihçiler, Osmanlıların, Hıristiyan Balkanları nasıl fethettikleri ve orada sürekli nasıl yerleştikleri konusunda hayli kafa yordular. Vardıkları sonucu şöyle açıkladılar: “Osmanlılar, idaresindeki topluluklara adaletli davrandılar, hiç kimseye din, dil ve ırkından dolayı yan gözle bakmadılar.” Yeşil Bulgaristan Partisi Genel Başkanı Tarihçi Yazar Stoyan Dinkov şöyle demiştir: “Osmanlı idaresi altında asimile edilen hiçbir millet yoktur. Osmanlı idaresine girip de etnik kökenini kaybeden millet bulamazsınız.” Esasen, Osmanlı idaresinde yaşayan hiçbir topluluk, ayrılmayı düşünmemiş ve plânlamamıştır. Bunun müsebbibi emperyalistler olmuştur. Söz konusu ayrılığın üzerinden yıllar geçti. Geri dönüp bakıldığında, ayrılığın hiçbir tarafa yarar sağlamadığı, tam aksine zararlı olduğu görülür.
Öyleyse, tarihten ders ve ibret alarak, yeniden ekilen ayrılık tohumlarının yeşermesini önlememiz gerekir. Tarih, sadece geçmişi anlamamız için değildir. Geleceği görmemiz ve inşa etmemiz için de başvuracağımız yegâne kaynaktır. Fernand Braudel der ki: “Tarihçi için geçmişi anlamakla bugünü anlamak aynı şeydir.” Ne yazık ki, idarecilerimiz böyle bir tarih anlayışından çok uzaktırlar. Geçmişi, hali ve istikbali birlikte değerlendiremiyorlar. Bundan dolayıdır ki, geçmişle çelişen, geleceği tehlikeye atan, hedefsiz ve amaçsız bir dış politika sürdürüyorlar.
Osmanlı’dan ayrılan ortak tarihi sahip olduğumuz devletleri ve toplulukları bırakınız, halen birlikte yaşadığımız milletimiz içerisinde de farklı tarih oluşturuluyor. Bu maksatla, tarihi olaylar çarpıtılıyor, kahramanlar hain, hainler kahraman olarak tanıtılıyor. Daha doğrusu milletimizi tarihi köklerinden koparmak için yoğun gayret sarf ediliyor. Bunu yaptıranlar, çok iyi biliyor ki, tarihi köklerinden kopan millet, yok olmaya mahkûmdur.
Ne acıdır ki, bu görev içimizden seçilen kötü niyetli tarihçiler ile geleceğin tarihçisine müsvedde yazan devşirilmiş gazetecilere veriliyor. O gazeteciler de, olayları tersyüz ederek, hem bugün yaşayanları aldatıyor, hem de geleceğe yalan yanlış tarih malzemesi bırakıyorlar. Geleceğin tarihçisinin, sadece onların bıraktığı malzemeye bakarak, doğruyu bulması çok zordur. Cemil Meriç der ki: “Tarihçi kişiliğinden sıyrılmalı. Sevgisinden veya kinlerinden bize ne… Mühim olan anlamak ve anlatmak istedikleri. Her inanca, her düşünceye açık olmayan tarih yazamaz.” (Bkz. Mağaradakiler, s. 241-242) Aslında, tarihe müsvedde yazarak malzeme bırakan gazeteciler de böyle olmalıdırlar. Ama nerede öyle gazeteciler? Gazetecilerimizin çoğu, yanlış bilgilendirme ve yönlendirmeyi, yani aldatmayı gazetecilik zannediyorlar. Onun için de, ortak tarihin yanında, ortak inanca sahip olduğumuz Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye karşı takip edilen yanlış politikaya alkış tutuyorlar. Maalesef, Türkiye’nin izlediği dış politika, tarihi hata içermektedir. Buna ses çıkarmayanlar da aynı hatanın ortağıdır ve aynı vebal altındadır.
Osmanlı Devleti yıkıldı, parçalandı, kardeşçe yaşayan topluluklar birbirinden ayrıldı. Ama bu ayrılış, diğer devletlerdeki ayrılışların hiçbirisine benzememiştir. Diğer devletlerden ayrılanlar, kurtuluş ve hürriyet bayramları kutladılar. Osmanlı Devleti’nden ayrılan hiçbir topluluk ise, böyle bir şey yapmamıştır. Çünkü Osmanlı idaresinde yaşayan Müslim, gayrimüslim herkes memnundu. Tarihçiler, Osmanlıların, Hıristiyan Balkanları nasıl fethettikleri ve orada sürekli nasıl yerleştikleri konusunda hayli kafa yordular. Vardıkları sonucu şöyle açıkladılar: “Osmanlılar, idaresindeki topluluklara adaletli davrandılar, hiç kimseye din, dil ve ırkından dolayı yan gözle bakmadılar.” Yeşil Bulgaristan Partisi Genel Başkanı Tarihçi Yazar Stoyan Dinkov şöyle demiştir: “Osmanlı idaresi altında asimile edilen hiçbir millet yoktur. Osmanlı idaresine girip de etnik kökenini kaybeden millet bulamazsınız.” Esasen, Osmanlı idaresinde yaşayan hiçbir topluluk, ayrılmayı düşünmemiş ve plânlamamıştır. Bunun müsebbibi emperyalistler olmuştur. Söz konusu ayrılığın üzerinden yıllar geçti. Geri dönüp bakıldığında, ayrılığın hiçbir tarafa yarar sağlamadığı, tam aksine zararlı olduğu görülür.
Öyleyse, tarihten ders ve ibret alarak, yeniden ekilen ayrılık tohumlarının yeşermesini önlememiz gerekir. Tarih, sadece geçmişi anlamamız için değildir. Geleceği görmemiz ve inşa etmemiz için de başvuracağımız yegâne kaynaktır. Fernand Braudel der ki: “Tarihçi için geçmişi anlamakla bugünü anlamak aynı şeydir.” Ne yazık ki, idarecilerimiz böyle bir tarih anlayışından çok uzaktırlar. Geçmişi, hali ve istikbali birlikte değerlendiremiyorlar. Bundan dolayıdır ki, geçmişle çelişen, geleceği tehlikeye atan, hedefsiz ve amaçsız bir dış politika sürdürüyorlar.
Osmanlı’dan ayrılan ortak tarihi sahip olduğumuz devletleri ve toplulukları bırakınız, halen birlikte yaşadığımız milletimiz içerisinde de farklı tarih oluşturuluyor. Bu maksatla, tarihi olaylar çarpıtılıyor, kahramanlar hain, hainler kahraman olarak tanıtılıyor. Daha doğrusu milletimizi tarihi köklerinden koparmak için yoğun gayret sarf ediliyor. Bunu yaptıranlar, çok iyi biliyor ki, tarihi köklerinden kopan millet, yok olmaya mahkûmdur.
Ne acıdır ki, bu görev içimizden seçilen kötü niyetli tarihçiler ile geleceğin tarihçisine müsvedde yazan devşirilmiş gazetecilere veriliyor. O gazeteciler de, olayları tersyüz ederek, hem bugün yaşayanları aldatıyor, hem de geleceğe yalan yanlış tarih malzemesi bırakıyorlar. Geleceğin tarihçisinin, sadece onların bıraktığı malzemeye bakarak, doğruyu bulması çok zordur. Cemil Meriç der ki: “Tarihçi kişiliğinden sıyrılmalı. Sevgisinden veya kinlerinden bize ne… Mühim olan anlamak ve anlatmak istedikleri. Her inanca, her düşünceye açık olmayan tarih yazamaz.” (Bkz. Mağaradakiler, s. 241-242) Aslında, tarihe müsvedde yazarak malzeme bırakan gazeteciler de böyle olmalıdırlar. Ama nerede öyle gazeteciler? Gazetecilerimizin çoğu, yanlış bilgilendirme ve yönlendirmeyi, yani aldatmayı gazetecilik zannediyorlar. Onun için de, ortak tarihin yanında, ortak inanca sahip olduğumuz Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye karşı takip edilen yanlış politikaya alkış tutuyorlar. Maalesef, Türkiye’nin izlediği dış politika, tarihi hata içermektedir. Buna ses çıkarmayanlar da aynı hatanın ortağıdır ve aynı vebal altındadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018