Ölümü tefekkür
Ölümü gündemde tutmak, kişi için mutlak hayırdır. Çünkü ölüm, Bâki olana yönelmenin kapısıdır. Bu sebeple ölümü düşünmek, her hayrın başıdır
16.11.2024 18:28:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Ölümü gündemde tutmak, kişi için mutlak hayırdır. Çünkü ölüm, Bâki olana yönelmenin kapısıdır. Bu sebeple ölümü düşünmek, her hayrın başıdır.
Ölüm, hırsı ve uzun emeli yıkar. Hırs ve uzun emel ise, Allah'a kulluğa giden yolu kesen ahlâk-ı zemime unsurlarındandır.
Ölümü tefekkür, ölümden sonrası hayata teşvik eder. Ebedî hayata hazırlar. Bu hâl, bütün hesapları Allah rızâsına, âhiret saadetini kazanma esasına göre yaptırır. Bu sebeple ölümü hatırlamak, ahlâk-ı hamidenin ana unsuru olmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) sık sık ölümü hatırlamış, ashabına ve ümmetine bunu tavsiye etmiştir.
Ölüm gerçeği kabul etsek de, etmesek de vardır. Bu gerçek, âyet-i kerimelerde sıkça hatırlatılır:
"O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."
"Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!"
"Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak Kıyâmet Günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim, Cehennem'den uzaklaştırılıp Cennet'e konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir."
"Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize döndürüleceksiniz."
"O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!), 'Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz' desen, kâfir olanlar derhal, 'Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir' derler."
Ölüm öyle bir gerçektir ki, biz kabul etsek de, etmesek de bu kaderi yaşayacağız. O hâlde, Müslümanın ölümü tefekkür ederek, düşünerek hayatını yaşaması asıl diriliğidir. Ölümü tefekkür ederek hayatın içine girildiğinde diri bir kalp mevcut demektir. Allah o kalbe tecelli edecektir. O kalp ile dipdiri bir insan olunur.
Kalp ölü olursa, cesed/beden hareket eder ama asıl hayat yeri olan kalp elden çıkmıştır. Binaenaleyh, bir insanın, "Ölünce nasıl hesap vereceğim? Münker-Nekir gelince ne diyeceğim? Rabb'in kim, peygamberin kim, dinin ne, kitabın nedir, sorularına ne cevap vereceğim?" diye her gün birkaç defa düşünmesi lazım gelir. Hatta günde yirmi defa ölümü düşünen kul, şehitlerle birlikte haşrolunur.
Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk, bizi hep ölüm ötesine, yani âhirete hazırlar. Zâten hayat ile âhiret arasındaki geçiş kapısı ölümdür. Hayat bir dünyadır. Âhiret de bir dünyadır. İkisinin arasındaki perde ölümdür.
Ama nefis âhireti görmediği, bilmediği, tanımadığı için, o tarafa yokluk olarak bakar. Ölümden de çok korkar. Tir tir titrer. Yakînen bilse ki, ondan sonra muazzam sonsuz bir hayat var; o zaman ölüme koşa koşa gider.
Ölüm korkusunu yenmenin en güzel anahtarı Allah'a kavuşmayı arzu etmektir. Çünkü can bedende oldukça Allah ile beraber olmak mümkün değildir. Beden kalıbından can çıkacak ki, O'nunla olunabilsin. Onun için O'na kavuşmayı arzu etmek, bu arzuyu geliştirmek, ölüm endişesini ve korkuyu yok eder.
Âyetle sabittir ki, Hz. Yûsuf, Kenan ilinde kadınlar topluluğuna girdiği zaman, onun güzelliğini, onun cemâlini gören kadınlar, ellerindeki meyveyi keserken parmaklarını kesiyorlar, farkında bile olmuyorlar. Acıyı duymuyorlar.
Yani, kişi, O güzel olan Rabb'ine kavuşmayı murad ederken, "İşte ben şimdi öleceğim, hayatım sona erecek" gibi şeyleri hesap edemez. Gözü-gönlü O güzeller güzeli Rabb'ine takıldı mı, artık O'na gitmek ister.
Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."
Hayat da, ölüm de mahlûktur/yaratılmıştır. Ama ölüm öyle bir mahlûktur ki, nefsimize, yok olmak gibi görünüyor. Hâlbuki maddesiz yaşantının boyutlarıdır. Ruh planında girdiğimiz bir âlemdir.
İşte buna insanın inanması ve burası için hazırlık yapması lazımdır. Bunun muhasebesi, murakebesi yapılıp orada nasıl temize çıkacak isek, o şekilde hayatımızı tanzim etmemiz, âhirete inanmak mânâsına gelir ki, bunu da bir Müslüman olarak hayatımıza geçirmemiz şarttır ve de esastır.
Geçirmediğimiz takdirde o zaman bizim adımız, inkârcı-münkir olur. Ebedî hayatımız da zindan olmuş olur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Ölüm, hırsı ve uzun emeli yıkar. Hırs ve uzun emel ise, Allah'a kulluğa giden yolu kesen ahlâk-ı zemime unsurlarındandır.
Ölümü tefekkür, ölümden sonrası hayata teşvik eder. Ebedî hayata hazırlar. Bu hâl, bütün hesapları Allah rızâsına, âhiret saadetini kazanma esasına göre yaptırır. Bu sebeple ölümü hatırlamak, ahlâk-ı hamidenin ana unsuru olmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) sık sık ölümü hatırlamış, ashabına ve ümmetine bunu tavsiye etmiştir.
Ölüm gerçeği kabul etsek de, etmesek de vardır. Bu gerçek, âyet-i kerimelerde sıkça hatırlatılır:
"O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."
"Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!"
"Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak Kıyâmet Günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim, Cehennem'den uzaklaştırılıp Cennet'e konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir."
"Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize döndürüleceksiniz."
"O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!), 'Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz' desen, kâfir olanlar derhal, 'Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir' derler."
Ölüm öyle bir gerçektir ki, biz kabul etsek de, etmesek de bu kaderi yaşayacağız. O hâlde, Müslümanın ölümü tefekkür ederek, düşünerek hayatını yaşaması asıl diriliğidir. Ölümü tefekkür ederek hayatın içine girildiğinde diri bir kalp mevcut demektir. Allah o kalbe tecelli edecektir. O kalp ile dipdiri bir insan olunur.
Kalp ölü olursa, cesed/beden hareket eder ama asıl hayat yeri olan kalp elden çıkmıştır. Binaenaleyh, bir insanın, "Ölünce nasıl hesap vereceğim? Münker-Nekir gelince ne diyeceğim? Rabb'in kim, peygamberin kim, dinin ne, kitabın nedir, sorularına ne cevap vereceğim?" diye her gün birkaç defa düşünmesi lazım gelir. Hatta günde yirmi defa ölümü düşünen kul, şehitlerle birlikte haşrolunur.
Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk, bizi hep ölüm ötesine, yani âhirete hazırlar. Zâten hayat ile âhiret arasındaki geçiş kapısı ölümdür. Hayat bir dünyadır. Âhiret de bir dünyadır. İkisinin arasındaki perde ölümdür.
Ama nefis âhireti görmediği, bilmediği, tanımadığı için, o tarafa yokluk olarak bakar. Ölümden de çok korkar. Tir tir titrer. Yakînen bilse ki, ondan sonra muazzam sonsuz bir hayat var; o zaman ölüme koşa koşa gider.
Ölüm korkusunu yenmenin en güzel anahtarı Allah'a kavuşmayı arzu etmektir. Çünkü can bedende oldukça Allah ile beraber olmak mümkün değildir. Beden kalıbından can çıkacak ki, O'nunla olunabilsin. Onun için O'na kavuşmayı arzu etmek, bu arzuyu geliştirmek, ölüm endişesini ve korkuyu yok eder.
Âyetle sabittir ki, Hz. Yûsuf, Kenan ilinde kadınlar topluluğuna girdiği zaman, onun güzelliğini, onun cemâlini gören kadınlar, ellerindeki meyveyi keserken parmaklarını kesiyorlar, farkında bile olmuyorlar. Acıyı duymuyorlar.
Yani, kişi, O güzel olan Rabb'ine kavuşmayı murad ederken, "İşte ben şimdi öleceğim, hayatım sona erecek" gibi şeyleri hesap edemez. Gözü-gönlü O güzeller güzeli Rabb'ine takıldı mı, artık O'na gitmek ister.
Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."
Hayat da, ölüm de mahlûktur/yaratılmıştır. Ama ölüm öyle bir mahlûktur ki, nefsimize, yok olmak gibi görünüyor. Hâlbuki maddesiz yaşantının boyutlarıdır. Ruh planında girdiğimiz bir âlemdir.
İşte buna insanın inanması ve burası için hazırlık yapması lazımdır. Bunun muhasebesi, murakebesi yapılıp orada nasıl temize çıkacak isek, o şekilde hayatımızı tanzim etmemiz, âhirete inanmak mânâsına gelir ki, bunu da bir Müslüman olarak hayatımıza geçirmemiz şarttır ve de esastır.
Geçirmediğimiz takdirde o zaman bizim adımız, inkârcı-münkir olur. Ebedî hayatımız da zindan olmuş olur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)