Yazar, yazar ya gönlündeki hüznü. O müthiş tümcelerle yüreklere dokunarak? "Hüzünlü bir sonbahar günüydü" diye başlar ya derdini anlatmaya. Yaprakların dallardan ayrılışını, yavuklusundan ayrılır gibi anlatır ya?
İşte öyle bir gündü. Yeni Mesaj elimde, usulca yokuşu tırmanıyordum. Kararmaya başlamıştı hava, ülkem misali. Çok şükür, elimde "karanlıktan şikayet etmek yerine, aydınlık için bir mum yakma" azminde ve inancında olan bir gönül kadrosunun fikir dünyası vardı. Yokuşun sonundaki banka oturdum ve başladım o dünyanın perdelerini aralamaya.
Çok geçmeden yaşlı bir amca geldi bankın önüne. "Müsaade var mı delikanlı?" dedi. Tabii, diyerek okumaya devam ettim Yeni Mesaj'ımı. Zorlanarak yürüyordu yaşlı amca. Yavaşça oturdu. Gazeteye baktı önce. Hatırımda doğru kaldıysa manşette Prof. Dr. Haydar Baş ve kadrosu vardı.
Sohbeti kim başlattı hatırlamıyorum, kısa bir hasbihâlden sonra başladı anlatmaya: "Haydar Hoca, şöyle önemli bir insandır. Kadrosunda şöyle değerli insanlar var..." cümlesini tamamladıkça ben konuşuyor idim, beni tasdik edip konuşmaya devam ediyordu yaşlı amca.
O bölgede oturanları tanırım fakat ilk kez görmüştüm kendisini. "Nerelisiniz?" dedim. "Buralı değilim, misafirliğe geldim buraya" dedi. Dörtyollu olduğunu, Yeni Mesaj'ı öğrencileri vasıtasıyla okuduğunu söyledi. Sonra döndü dolaştı, ülkenin karanlık durumuna geldi sohbet.
Bu ana kadar zaten yaşadıklarım pek olağan değildi. Genellikle ben gidip anlatırdım veya yanıma oturan sorardı bana. Dediğim gibi çok farklıydı bu. En son bu satırları yazmama vesile olan belki de hiç unutamayacağım o cümleleri söyledi yaşlı amca ve sonra gitti: "Karanlığın içindeyiz ama her karanlığın ardından doğan bir güneş vardır. O güneş doğacak."
Daha önce güneşin geleceğini vaad eden, güneş kisvesiyle halkı karanlığa boğan çok insan görmüştüm fakat yaşlı amca; karanlığın da, güneşin de ne olduğunu çok iyi biliyordu. Farklıydı. Ben o cümleleri unutmadım. Nedense tesir etti bana o cümleler, bizim oraların deli poyrazı gibi. Ümitle bekledim o "Güneş"i.
Ardından birkaç ay sonra müthiş bir duygu selinin arasında, aynı duyguları yaşayan muazzam bir kalabalığın içinde buldum kendimi. "Hoş Geldin Atatürk" diyordu milyonlar? Sinevizyon başladı ardından, müthiş bir atmosfer oluştu salonda. Sinevizyonun sonunda Prof. Dr. Haydar Baş'ın, "Yeni bir güneş doğuyor, Bağımsız Türkiye 'Güneş'i doğuyor, Mustafa Kemal'in 'Güneş'i doğuyor! O asker Mustafa Kemal, buradaki Hoca Mustafa Kemal!" sözleri tüm yüreklerde çınladı. Anladım ki, "Güneş" iki kardeşin dev buluşmasıydı.
O yaşlı amca haklı çıktı?
İşte öyle bir gündü. Yeni Mesaj elimde, usulca yokuşu tırmanıyordum. Kararmaya başlamıştı hava, ülkem misali. Çok şükür, elimde "karanlıktan şikayet etmek yerine, aydınlık için bir mum yakma" azminde ve inancında olan bir gönül kadrosunun fikir dünyası vardı. Yokuşun sonundaki banka oturdum ve başladım o dünyanın perdelerini aralamaya.
Çok geçmeden yaşlı bir amca geldi bankın önüne. "Müsaade var mı delikanlı?" dedi. Tabii, diyerek okumaya devam ettim Yeni Mesaj'ımı. Zorlanarak yürüyordu yaşlı amca. Yavaşça oturdu. Gazeteye baktı önce. Hatırımda doğru kaldıysa manşette Prof. Dr. Haydar Baş ve kadrosu vardı.
Sohbeti kim başlattı hatırlamıyorum, kısa bir hasbihâlden sonra başladı anlatmaya: "Haydar Hoca, şöyle önemli bir insandır. Kadrosunda şöyle değerli insanlar var..." cümlesini tamamladıkça ben konuşuyor idim, beni tasdik edip konuşmaya devam ediyordu yaşlı amca.
O bölgede oturanları tanırım fakat ilk kez görmüştüm kendisini. "Nerelisiniz?" dedim. "Buralı değilim, misafirliğe geldim buraya" dedi. Dörtyollu olduğunu, Yeni Mesaj'ı öğrencileri vasıtasıyla okuduğunu söyledi. Sonra döndü dolaştı, ülkenin karanlık durumuna geldi sohbet.
Bu ana kadar zaten yaşadıklarım pek olağan değildi. Genellikle ben gidip anlatırdım veya yanıma oturan sorardı bana. Dediğim gibi çok farklıydı bu. En son bu satırları yazmama vesile olan belki de hiç unutamayacağım o cümleleri söyledi yaşlı amca ve sonra gitti: "Karanlığın içindeyiz ama her karanlığın ardından doğan bir güneş vardır. O güneş doğacak."
Daha önce güneşin geleceğini vaad eden, güneş kisvesiyle halkı karanlığa boğan çok insan görmüştüm fakat yaşlı amca; karanlığın da, güneşin de ne olduğunu çok iyi biliyordu. Farklıydı. Ben o cümleleri unutmadım. Nedense tesir etti bana o cümleler, bizim oraların deli poyrazı gibi. Ümitle bekledim o "Güneş"i.
Ardından birkaç ay sonra müthiş bir duygu selinin arasında, aynı duyguları yaşayan muazzam bir kalabalığın içinde buldum kendimi. "Hoş Geldin Atatürk" diyordu milyonlar? Sinevizyon başladı ardından, müthiş bir atmosfer oluştu salonda. Sinevizyonun sonunda Prof. Dr. Haydar Baş'ın, "Yeni bir güneş doğuyor, Bağımsız Türkiye 'Güneş'i doğuyor, Mustafa Kemal'in 'Güneş'i doğuyor! O asker Mustafa Kemal, buradaki Hoca Mustafa Kemal!" sözleri tüm yüreklerde çınladı. Anladım ki, "Güneş" iki kardeşin dev buluşmasıydı.
O yaşlı amca haklı çıktı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cihan Erdoğan Yılmaz / diğer yazıları
- YKS’nin öne alınması üzerine / 09.05.2020
- ‘Baş’ınız sağ olsun’ diyenlere… / 23.04.2020
- Uzay savaşları ve MEM / 30.12.2019
- İki büyük dâhiyle gurur duymalıyız / 13.12.2019
- Kocatepe’den Malazgirt’e / 30.08.2019
- Seçimin matematiksel bağıntılarını açıklıyorum / 30.03.2019
- Ehl-i Beyt’e tuzak kurmaya çalışan zavallılar / 17.01.2019
- Ey Türk gençliği var mısınız? / 06.01.2019
- Sahi niye soruyoruz ki… / 19.11.2018
- Peygamberimiz (s.a.v), teknik ve sosyal bilimler / 28.10.2018
- ‘Baş’ınız sağ olsun’ diyenlere… / 23.04.2020
- Uzay savaşları ve MEM / 30.12.2019
- İki büyük dâhiyle gurur duymalıyız / 13.12.2019
- Kocatepe’den Malazgirt’e / 30.08.2019
- Seçimin matematiksel bağıntılarını açıklıyorum / 30.03.2019
- Ehl-i Beyt’e tuzak kurmaya çalışan zavallılar / 17.01.2019
- Ey Türk gençliği var mısınız? / 06.01.2019
- Sahi niye soruyoruz ki… / 19.11.2018
- Peygamberimiz (s.a.v), teknik ve sosyal bilimler / 28.10.2018