Ne şanın kalır, ne servetin
Şarktan garba kadar yeryüzünde olanların, elli yıl kadar önünde eğilip sana secde ettiğini farz et, sonunda ne secde eden kalacak, ne de edilen... Senden önce ölüp gidenler gibi olacaksın. Senin gibi birçok şan ve şöhret sevenler hep ölüp gitti
07.09.2023 21:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş
![Ne şanın kalır, ne servetin](resimler/haberler/29/ne-sanin-kalir-ne-servetin-H1497251-11.jpg)
![](temalar/resimler/bos.gif)
![Ne şanın kalır, ne servetin](resimler/haberler/29/ne-sanin-kalir-ne-servetin-H1497251-12.jpg)
![](temalar/resimler/bos.gif)
![](temalar/resimler/bos.gif)
İmam Gazali Hazretleri şöyle buyuruyor:
Şöhret hastalığının ilâcı iki şeydir: Bilgi, amel...
Bu yolu tutan bilmeli ki, bu yolu tutmaktan gaye, kalplere sahip olmaktır. Biz bunu daha önce de anlattık. Bu uğurda aranan, saf ve kedersiz bir ömür elde edilse bile, sonu ölüm olmayacak mı? Neticede hiçbir iyi şey baki kalmayacak.
Şarktan garba kadar yeryüzünde olanların, elli yıl kadar önünde eğilip sana secde ettiğini farz et, sonunda ne secde eden kalacak, ne de edilen... Haline gelince, senden önce ölüp gidenler gibi olacaksın. Senin gibi birçok şan ve şöhret sevenler hep ölüp gitti. Böyle bir şey, gerçekte varlığı olmayan mevhum mal gibidir. Bugün var olsa da ölümle eriyip gidecektir. Anlatmak istediğimiz bu manayı Hasan Basri Hazretlerinin Ömer b. Abdulâziz'e yazdığı bir mektubun şu cümlesi ne kadar güzel anlatıyor:
"Sen kendini şöyle san: Hakkında ölüm hükmü yazılan ve bu ölümü bekleyen..."
Cevabını şöyle almıştı:
"Kendini şöyle bil: Sanki, dünyaya hiç gelmedin... Ve ahirette ise ebedî kalacaksın..."
Büyük zatlar, daima işin sonuna baktı... Bildiler ki, o şey, geleceği kati; uzak denemez, yakında gelir...
Bu hastalıktan kurtulmak için yapılacak işlere gelince... Onun da birçok yolu vardır. Anlatalım:
Bir yolu şudur: Dışından sarhoş edici şaraba benzeyen helâl bir içki içilir. Halk bunu haram olan şarap sanır ve içeni ayıplar. İyi bildikleri halde, haram işledi, kanaatine varır, aralarından kovarlar, olur biter.
Bir yol da şudur: Zühdü, takvası ile tanınan ve bu tanınma icabı şöhret bulan kimse, hamama gider. Çıkarken bilerek başkasının elbisesini giyer, yol kenarında durur, görenler tanır ve yakalar. Üzerindeki elbiseyi çıkartırlar, ayıplar, döverler. Ve bu adam yankesici der, aralarından kovar, artık yüzüne bile bakmazlar.
Bu anlatılan iki yol makbul olmakla beraber, daha iyisi; tanınmayacak ve bilinmeyecek bir yere hicrettir. İnsan kendi ilinde ne kadar kaçınsa, riyadan kurtulamaz. Ne kadar dikkat etse, yine de uzlet ve inziva âlemine daldığı duyulur.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Şöhret hastalığının ilâcı iki şeydir: Bilgi, amel...
Bu yolu tutan bilmeli ki, bu yolu tutmaktan gaye, kalplere sahip olmaktır. Biz bunu daha önce de anlattık. Bu uğurda aranan, saf ve kedersiz bir ömür elde edilse bile, sonu ölüm olmayacak mı? Neticede hiçbir iyi şey baki kalmayacak.
Şarktan garba kadar yeryüzünde olanların, elli yıl kadar önünde eğilip sana secde ettiğini farz et, sonunda ne secde eden kalacak, ne de edilen... Haline gelince, senden önce ölüp gidenler gibi olacaksın. Senin gibi birçok şan ve şöhret sevenler hep ölüp gitti. Böyle bir şey, gerçekte varlığı olmayan mevhum mal gibidir. Bugün var olsa da ölümle eriyip gidecektir. Anlatmak istediğimiz bu manayı Hasan Basri Hazretlerinin Ömer b. Abdulâziz'e yazdığı bir mektubun şu cümlesi ne kadar güzel anlatıyor:
"Sen kendini şöyle san: Hakkında ölüm hükmü yazılan ve bu ölümü bekleyen..."
Cevabını şöyle almıştı:
"Kendini şöyle bil: Sanki, dünyaya hiç gelmedin... Ve ahirette ise ebedî kalacaksın..."
Büyük zatlar, daima işin sonuna baktı... Bildiler ki, o şey, geleceği kati; uzak denemez, yakında gelir...
Bu hastalıktan kurtulmak için yapılacak işlere gelince... Onun da birçok yolu vardır. Anlatalım:
Bir yolu şudur: Dışından sarhoş edici şaraba benzeyen helâl bir içki içilir. Halk bunu haram olan şarap sanır ve içeni ayıplar. İyi bildikleri halde, haram işledi, kanaatine varır, aralarından kovarlar, olur biter.
Bir yol da şudur: Zühdü, takvası ile tanınan ve bu tanınma icabı şöhret bulan kimse, hamama gider. Çıkarken bilerek başkasının elbisesini giyer, yol kenarında durur, görenler tanır ve yakalar. Üzerindeki elbiseyi çıkartırlar, ayıplar, döverler. Ve bu adam yankesici der, aralarından kovar, artık yüzüne bile bakmazlar.
Bu anlatılan iki yol makbul olmakla beraber, daha iyisi; tanınmayacak ve bilinmeyecek bir yere hicrettir. İnsan kendi ilinde ne kadar kaçınsa, riyadan kurtulamaz. Ne kadar dikkat etse, yine de uzlet ve inziva âlemine daldığı duyulur.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.