Toplumun her kesiminden insanımızla sürekli temas halindeyiz. Birgün ikibin metre rakımlı tepelerdeki köylülerimizle, koyunla, inekle, atla, samanla haşir-neşir olan çilekeş insanlarımla beraber iken, ertesi gün deniz seviyesindeki bir şehirde, mesela İstanbul'da esnafla-tüccarla, eğitimcilerle birlikte olabiliyoruz.
Kış bahara değin, bir annenin çocuğuna hizmet ederken gösterdiği hassasiyetle yedirip içirdiği, besleyip büyüttüğü koyununu, ineğini güzün aldığı fiyatın yarısına satmak zorunda kalan köylünün getirilen kotalar yüzünden tarlasının yarısını boş bırakmak zorunda kalan çiftçinin çaresizliğine, umutsuzlğuna, şahit oluyoruz. Elbette ülkemiz adına, istiklal ve istikbalimiz adına üzülüyoruz. Belki diyoruz istanbul gibi büyük şehirde durum iyidir, insanlar umutludur, geçimlerini rahat temin ediyorlardır. Şehire bir iniyorsunuz, esnafın, iş, atölye sahiplerinin hallerini görüyoruz ki, bunlar daha felaket durumda. Çalıştırdığı işçi sayısını yarıya hatta üçte bire indirmiş, ürettiği mamul elinde kalmış, malını teslim etmiş ödemesinin peşinde aylarca dolaşmış, tefecinin, mafyanın eline düşmüş.
Köyde, şehirde bütün bir toplumda şahit olduğumuz bu olumsuz, bu umutsuz, bu adaletsiz görüntüler bir gün iyiye, güzele tebdil olabilir ama bir şartla; kaybedilen değerlerin farkında olan ve ardından koşan kitleler kaybolmazsa. Elinden kayıp giden değerlerin, çevresinden el-etek çeken mukaddesatın farkında olmayan, dolayısiyle mukaddesatını dava etmeyen insanlar günden güne artıyor. Asıl korkutan tablo da budur.
Elinde taştığı kilolarca altını bir elma şeker mukabilinde veren ve sevinç çığlıkları atan çocuk psikolojisi hergün dalga dalga toplum katmanlarına yayılıyor. Bayrağının, bağımsızlığının, toprağının peşine koşarken, ağzına çalınan bir parmak bal ile, eline tutuşturulan bir elma şekerle yetinen, mutlu olan ve geriye dönen kitleler oluşturuldu ve oluşturuluyor. İşte asıl felaket bu....
Son ikibuçuk yılda, açılan, açtırılan kilise sayısı kırk bin rakamına yaklaşmış, yetmişikibuçuk millet topraklarımızda mülk sahibi olmuş, maden yataklarımız haçlı şirketlerine devredilmiş, çok stratejik devlet kurumları, özelleştirme adı altında bu milletin ezeli düşmanlarına satıldı, satılıyor. AB dayatmaları ile çıkarılan yasalar dostları ağlatıyor, düşmanların zil takıp oynamasına sebep oluyor... Bu kara liste maalesef sayfalarca sürüp gidecek uzunlukta. Sizi dinleyen muhatabınız, "olsun, önemli değil, başbakanımız Bush'un karşısında bacak bacak üstüne atıp oturdu ya sen oraya bak" diyor.
İşte, bir çuval altının mukabilinde bir elma şekerine kavuşan çocuğun ruh hali.. Kaybettiklerinin değerinden haberdar değil ki, bütün gücüyle peşine düşüp dava etsin.
Bir an evvel, derhal ve mutlaka bu gaflet gömleğini paramparça etmemiz gerekiyor.
Aman, gaflet gösterilmeye...
Kış bahara değin, bir annenin çocuğuna hizmet ederken gösterdiği hassasiyetle yedirip içirdiği, besleyip büyüttüğü koyununu, ineğini güzün aldığı fiyatın yarısına satmak zorunda kalan köylünün getirilen kotalar yüzünden tarlasının yarısını boş bırakmak zorunda kalan çiftçinin çaresizliğine, umutsuzlğuna, şahit oluyoruz. Elbette ülkemiz adına, istiklal ve istikbalimiz adına üzülüyoruz. Belki diyoruz istanbul gibi büyük şehirde durum iyidir, insanlar umutludur, geçimlerini rahat temin ediyorlardır. Şehire bir iniyorsunuz, esnafın, iş, atölye sahiplerinin hallerini görüyoruz ki, bunlar daha felaket durumda. Çalıştırdığı işçi sayısını yarıya hatta üçte bire indirmiş, ürettiği mamul elinde kalmış, malını teslim etmiş ödemesinin peşinde aylarca dolaşmış, tefecinin, mafyanın eline düşmüş.
Köyde, şehirde bütün bir toplumda şahit olduğumuz bu olumsuz, bu umutsuz, bu adaletsiz görüntüler bir gün iyiye, güzele tebdil olabilir ama bir şartla; kaybedilen değerlerin farkında olan ve ardından koşan kitleler kaybolmazsa. Elinden kayıp giden değerlerin, çevresinden el-etek çeken mukaddesatın farkında olmayan, dolayısiyle mukaddesatını dava etmeyen insanlar günden güne artıyor. Asıl korkutan tablo da budur.
Elinde taştığı kilolarca altını bir elma şeker mukabilinde veren ve sevinç çığlıkları atan çocuk psikolojisi hergün dalga dalga toplum katmanlarına yayılıyor. Bayrağının, bağımsızlığının, toprağının peşine koşarken, ağzına çalınan bir parmak bal ile, eline tutuşturulan bir elma şekerle yetinen, mutlu olan ve geriye dönen kitleler oluşturuldu ve oluşturuluyor. İşte asıl felaket bu....
Son ikibuçuk yılda, açılan, açtırılan kilise sayısı kırk bin rakamına yaklaşmış, yetmişikibuçuk millet topraklarımızda mülk sahibi olmuş, maden yataklarımız haçlı şirketlerine devredilmiş, çok stratejik devlet kurumları, özelleştirme adı altında bu milletin ezeli düşmanlarına satıldı, satılıyor. AB dayatmaları ile çıkarılan yasalar dostları ağlatıyor, düşmanların zil takıp oynamasına sebep oluyor... Bu kara liste maalesef sayfalarca sürüp gidecek uzunlukta. Sizi dinleyen muhatabınız, "olsun, önemli değil, başbakanımız Bush'un karşısında bacak bacak üstüne atıp oturdu ya sen oraya bak" diyor.
İşte, bir çuval altının mukabilinde bir elma şekerine kavuşan çocuğun ruh hali.. Kaybettiklerinin değerinden haberdar değil ki, bütün gücüyle peşine düşüp dava etsin.
Bir an evvel, derhal ve mutlaka bu gaflet gömleğini paramparça etmemiz gerekiyor.
Aman, gaflet gösterilmeye...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025