Düşmanını tanımayanlar mağlubiyetten kurtulamazlar.
Türk milletinin mağlubiyetlerinin temelinde de genelde düşmanı tanımamak, dahası düşmanı dost bellemek yatar.
Bunu, Türk milletinin saflığına, hile hurdabilmemesine bağlayanlar var. Sebep ne olursa olsun,sonuç değişmiyor.
Saflıktan öte, şu gözü körlüğe bakınız. İngiltere,Osmanlı Devletini çökertmek için çeşitli entrikalar çeviriyor, desiseler kuruyor. Buna rağmen padişahın özel kalem müdürlüğünü yapmış olan Sait Paşa, İngiliz Büyükelçisi A.H. Layard'a gönderdiği mektupta şöyle diyor: "Anlayamadığım şudur: Acaba nasıl oluyor da bazı bakanlarımız İngiltere'nin iyi niyetinden ve içtenliğinden kuşkulanabiliyorlar. Gerçek şu ki, bu adamların cahilliği, onları vatanlarına düşman yapabiliyor".
Dün böyle idik, bugün değiştik mi? Maalesef hayır!
Osmanlı'nın yaptığı yanlışları aynen tekrarlıyoruz.
Tabiri caizse, bir delikten birden çok ısırılmak üzereyiz. Türk milletinin kuyusunu kazan ABD'ye dost diye sarılıyoruz, "stratejik ortak" diyoruz. En anlaşılmaz olanı da "doğal müttefik" diyoruz.
Müttefikliğin doğalı nasıl olur? İzah edene aşk olsun.
Literatürde böyle bir kavram yokmuş. Varsın olmasın, ne çıkar! Hükümet üyeleri, ürettikleri bu kavrama, kendilerince bir anlam yüklediler ve sıkça kullanıyorlar.
Düşmanı tanımanın bir diğer adı da "tehdit algılaması"dır. Her devletin bir tehdit algılaması vardır. Bazı ülkelerin iç ve dış tehdit algılaması çok yüksektir. Böyle ülkelerde güvenlik, dolayısıyla askeri güç, hayati önem arz eder.
Tehdit algılaması akşamdan sabaha değişmez. Bu, tarihin derinliklerinden süzülüp gelen ve millete ait olan bir anlayıştır. Hükümetlerin görevi, bu anlayışın gereğini yapmaktır. AKP hükümeti, tehdit algılamasını, kendi dostluk ve düşmanlığına göre belirleme eğilimindedir. Bu amaçla, Milli Güvenlik
Siyaset Belgesi tamamen değiştiriliyor. İran, tehdit algılamasında ilk sıraya çıkarılıyor, Yunanistan ise alt sıralara indiriliyor. Bu değişikliğe sebep, İran'ın İstanbul'u vuracak menzilde geliştirdiği Şahap-3 füzeleri gösteriliyor.
Yeni Mesaj Gazetesi köşe yazarlarından Muharrem Bayraktar, 28 Aralık 2004 tarihli yazısında, bu algılama tarzını şöyle yorumluyor: " Demek ki, bir ülkenin elinde İstanbul menzilli füze varsa, o ülkenin Türkiye için en büyük tehdit içeren ülke olması gerekiyor". Bu tespitten hareket eden Muharrem Bayraktar, şu soruları soruyor: "Rusya'nın elinde İran'ın Şahap füzelerinden yüz kat kuvvetli nükleer silahlar, İsrail'in elinde değil İstanbul'u, Türkiye'nin her yerini vuracak menzilde nükleer başlıklı füzeler, Yunanistan'ın elinde yine İstanbul'u vuracak menzilde füzeler olmasına rağmen, Rusya, İsrail, Yunanistan, Türkiye için neden tehdit görülmüyor? Amerika ve İsrail'in baş tehdit olarak gördüğü İran'ı, biz de baş tehdit olarak mı görmeliyiz?".
İlave edelim. Aynı nükleer silahlar, sınır komşumuz Ermenistan'ın elinde de var. Ermenistan, Yunanistan ve İsrail gibi Türkiye'den toprak talep ediyor. Bu üç devlet, büyüme ideali ile yanıp tutuşuyor. Büyümeleri için Türkiye'den toprak koparmaları gerekiyor. Bir başka deyişle, onların büyümesi için Türkiye'nin küçülmesi, parçalanması şart. Hal böyle iken, bu devletlerin tehdit olarak algılanmaması, aklın kabul edebileceği bir iş değildir. Böyle bir işi, ancak milletten kopuk idareciler yapar. Milletten kopanlar, dostunu düşmanını tanımaz olurlar. Daha kötüsü, düşmanı dost, dostu düşman görürler. Ne yazık ki, devletlerin yıkılmasına, milletlerin felakete sürüklenmesine, hep bu çeşit idareciler sebep olurlar.
Türk milletinin mağlubiyetlerinin temelinde de genelde düşmanı tanımamak, dahası düşmanı dost bellemek yatar.
Bunu, Türk milletinin saflığına, hile hurdabilmemesine bağlayanlar var. Sebep ne olursa olsun,sonuç değişmiyor.
Saflıktan öte, şu gözü körlüğe bakınız. İngiltere,Osmanlı Devletini çökertmek için çeşitli entrikalar çeviriyor, desiseler kuruyor. Buna rağmen padişahın özel kalem müdürlüğünü yapmış olan Sait Paşa, İngiliz Büyükelçisi A.H. Layard'a gönderdiği mektupta şöyle diyor: "Anlayamadığım şudur: Acaba nasıl oluyor da bazı bakanlarımız İngiltere'nin iyi niyetinden ve içtenliğinden kuşkulanabiliyorlar. Gerçek şu ki, bu adamların cahilliği, onları vatanlarına düşman yapabiliyor".
Dün böyle idik, bugün değiştik mi? Maalesef hayır!
Osmanlı'nın yaptığı yanlışları aynen tekrarlıyoruz.
Tabiri caizse, bir delikten birden çok ısırılmak üzereyiz. Türk milletinin kuyusunu kazan ABD'ye dost diye sarılıyoruz, "stratejik ortak" diyoruz. En anlaşılmaz olanı da "doğal müttefik" diyoruz.
Müttefikliğin doğalı nasıl olur? İzah edene aşk olsun.
Literatürde böyle bir kavram yokmuş. Varsın olmasın, ne çıkar! Hükümet üyeleri, ürettikleri bu kavrama, kendilerince bir anlam yüklediler ve sıkça kullanıyorlar.
Düşmanı tanımanın bir diğer adı da "tehdit algılaması"dır. Her devletin bir tehdit algılaması vardır. Bazı ülkelerin iç ve dış tehdit algılaması çok yüksektir. Böyle ülkelerde güvenlik, dolayısıyla askeri güç, hayati önem arz eder.
Tehdit algılaması akşamdan sabaha değişmez. Bu, tarihin derinliklerinden süzülüp gelen ve millete ait olan bir anlayıştır. Hükümetlerin görevi, bu anlayışın gereğini yapmaktır. AKP hükümeti, tehdit algılamasını, kendi dostluk ve düşmanlığına göre belirleme eğilimindedir. Bu amaçla, Milli Güvenlik
Siyaset Belgesi tamamen değiştiriliyor. İran, tehdit algılamasında ilk sıraya çıkarılıyor, Yunanistan ise alt sıralara indiriliyor. Bu değişikliğe sebep, İran'ın İstanbul'u vuracak menzilde geliştirdiği Şahap-3 füzeleri gösteriliyor.
Yeni Mesaj Gazetesi köşe yazarlarından Muharrem Bayraktar, 28 Aralık 2004 tarihli yazısında, bu algılama tarzını şöyle yorumluyor: " Demek ki, bir ülkenin elinde İstanbul menzilli füze varsa, o ülkenin Türkiye için en büyük tehdit içeren ülke olması gerekiyor". Bu tespitten hareket eden Muharrem Bayraktar, şu soruları soruyor: "Rusya'nın elinde İran'ın Şahap füzelerinden yüz kat kuvvetli nükleer silahlar, İsrail'in elinde değil İstanbul'u, Türkiye'nin her yerini vuracak menzilde nükleer başlıklı füzeler, Yunanistan'ın elinde yine İstanbul'u vuracak menzilde füzeler olmasına rağmen, Rusya, İsrail, Yunanistan, Türkiye için neden tehdit görülmüyor? Amerika ve İsrail'in baş tehdit olarak gördüğü İran'ı, biz de baş tehdit olarak mı görmeliyiz?".
İlave edelim. Aynı nükleer silahlar, sınır komşumuz Ermenistan'ın elinde de var. Ermenistan, Yunanistan ve İsrail gibi Türkiye'den toprak talep ediyor. Bu üç devlet, büyüme ideali ile yanıp tutuşuyor. Büyümeleri için Türkiye'den toprak koparmaları gerekiyor. Bir başka deyişle, onların büyümesi için Türkiye'nin küçülmesi, parçalanması şart. Hal böyle iken, bu devletlerin tehdit olarak algılanmaması, aklın kabul edebileceği bir iş değildir. Böyle bir işi, ancak milletten kopuk idareciler yapar. Milletten kopanlar, dostunu düşmanını tanımaz olurlar. Daha kötüsü, düşmanı dost, dostu düşman görürler. Ne yazık ki, devletlerin yıkılmasına, milletlerin felakete sürüklenmesine, hep bu çeşit idareciler sebep olurlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018